Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bugünün soruları, dünün sorularından farklıdır

Bu hafta, yüzyıllardır yerleşmiş kavramlar üzerinde büyük tartışmalar başlatan müfessir ve mütefekkir Muhammed Şahrur’un ölüm yıl dönümü. Amacım, her ne kadar sonuna kadar hak etse de Şahrur’u yüceltmek değil. İnsanları yüceltmek, fikirlerinin ötesine geçmeyi zorlaştıracak kadar onları putlaştırmaya yol açabilir. Bir düşünürün değeri, açmış olduğu yeni ufuklarla ölçülür. Ayrıca merhumun değerli görüşlerini aktarmak niyetinde de değilim. Bunlar zaten yayınlanmış ve meşhur olmuş durumda.
Burada asıl yapmak istediğim, onun açıklamamış olabileceği fikrini açıklığa kavuşturmaktır. Fakat söz konusu satırları okuyan biri için gerek metin içerisinde gerekse de sonuçta bu açıklık görünmeyebilir.
Şahrur’un düşüncesinin ana unsurları olduğunu düşündüğüm hususları daha önceki yazılarımda da kısaca şöyle ifade etmiştim:
- Hayat bir deneyimdir.
- Bilim, sanat, etik ve mitlerin hayatın bir yön oluşturması gibi din de hayata dair meselelerin bazı yönlerini ele alır.
- İnsan -her insan- bu deneyimde etkin/edilgin bir ortaktır.
İnşallah daha sonraki yazılarımda bu konulara geri dönebilirim. Şu anda Şahrur'un ölümünü takip eden aylarda sık sık tekrarlanan bir soruyu açıklığa kavuşturmak istiyorum: Şahrur, yüzlerce müfessir ve dil bilimcinin daha önce söylemedikleri bu görüşlere nasıl ulaştı? Üzerinde mutabık olunan görüşleri sadece bir kişinin söylediği bir fikre nasıl geri döndürebilirim?
Burada teorik akıl ile pratik akıl arasındaki ayrımdan söz etmek istiyorum. Kişi, sadece şüphe duyduğu veya farklı bir vizyona sahip olduğu için kendisini tatmin eden bir şeyden vazgeçmemelidir. Kesin bir sonuca varana kadar araştırmasına teorik düzeyde devam etmelidir. Karar verme aşamasında geldiğinde şu hususta karar vermesi gerekmektedir: Yeni kanaatine mi tabi olmalıdır, yoksa etrafındaki insanların kabulüne mi bırakmalıdır?
İnsanlar dünyevi sorularla bu şekilde ilgilenir. Bana göre dini meseleler de bundan çok farklı değildir. Asıl soruya gelirsek; sorunun oluşmasında zamanın önemli bir ortak olduğu bilinmektedir. Bizden öncekiler tarafından ortaya konan düşüncelerde cevap arayanlar, o zamana uygun cevaplar bulacaklardır. Ayrıca çoğu zaman cevaplar bu zamana uygun olmayabilir. Mesela Hicri 50’li yıllarda bir sahabeye veya fakihe insanları alıp satmanın ve onları köleleştirmenin makul olup olmadığı sorduğunuz zaman olumlu bir cevap alırdınız. Çünkü bu, söz konusu dönemde yaygın olan bir şeydi ve şeriat da bunu yasaklamıyordu. Bugün herhangi bir Müslümana bu soruyu sorduğunuzda size ne cevap verecektir? Sizce onlar bunu makul bulurlar mı?
Konunun aynı ve buna dair hükümler içeren hadislerin de halen olduğu yerde durduğunu biliyoruz. Değişen, sorunun tarihsel çerçevesidir. Bundan dolayı her ne kadar her iki soru da aynı terimleri içeriyor ve inanç konusunda benzer kişilere yöneltiliyorsa da başka bir gerçeğe gönderme yapmaktadırlar. Şahrur bugünün sorularının da cevaplarının da geçmiştekinden farklı olduğuna inanıyordu. Kur’an’dan bugünün sorularına cevaplar aradı. Daha önce verilmiş olan cevaplara gözlerini kapadığı gibi kendi çağdaşlarının öncekilerden aktardığı cevaplara da kulaklarını tıkadı. Bundan dolayı açıklamaları ve görüşleri insanlara tuhaf geldi. Çünkü bunlar kitaplarda yazılan ve medreselerde okutulanlara alışkın olan emsallerimiz için yabancıydı. Mesele bundan ibarettir.