Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Yenilmez Beyrut

Büyük bir patlamanın yaşandığı Beyrut Limanı’nın bitişiğindeki Mar Mihayel’in ana caddesine geçiyorsun. Yıkımın izlerine mahallenin yan yollarında hala rastlarken yılbaşı süsleri ile aydınlatılmış kafelerin ve restoranların önünde duruyorsun ve insanların uğultusu kulaklarında yankılanıyor. Yıkılmış evlerin kalıntılarını görmezden gelmek için içinde zapt edemediğin bir arzuyu ve onların 4 Ağustos’ta yaşanan feci patlamadan önceki halini zihninde tamamlamak için gösterdiğin çılgın inatçılığı bastırmaya çalışıyorsun. Sanki o trajik an başkentin yarısını sarsmamış gibi… Beyrut’ta yıkılması zor olan pek çok şey var; insanların nezaketi, uysallığı, yumuşaklığı, gece geç saatlere kadar oturma aşkı, mutlu mizacı, müzik sesi ve tarihin kokusu. Hatta iç savaşın yara izlerini koruyarak restore edilen Beyrut Evi Kültür Merkezi’nin yan cepheleri yeniden yıkıldı ancak dağ gibi dimdik ayakta durarak ziyaretçilerinin geri dönmesini bekliyor. Patlamalarla dolu hikayelerin ortasında karamsarlıktan çıkıp içinde aydınlığa duyduğun özlemi okşayan garip bir umut hissi duymaya başladın. Bu dünyada ebedi bir karanlık yoktur. Başkentin merkezindeki tüm dükkanlar kapılarını kapatıp vitrinlerindeki ve içindekileri kaybetmiş olsa bile çarşının daimi müşterileri Noel köyünü ziyaret etmeye, eğlenmeye ve fotoğraf çekmeye devam ediyor. Manzara gerçeküstü ve etkileyici görünüyor. Dünya markaları onları terk etse ve gezegendeki bütün tacirler gitse bile dışarı gezmeye çıkan insanları çarşılarını süslemekten hiçbir şey alıkoymuyor.
Sağlam bir hayal gücü ile enkazdan umutları yeşerten bir malzeme çıkabilir. Trabluslu bir genç kız gelip sivil savunmaya ait eski bir aracı Noel ağacının temeline dönüştürüyor ve limandaki cehennem sıcaklığını söndürmeye çalışırken hayatlarını kaybeden itfaiyecilerin elbiselerinden yılbaşı ağacı yapıp üzerini kutularla süsleyerek ruhlarıyla ışık saçması için başkentin merkezine yerleştiriyor. Grafik sanatçıları ve sanatseverler, patlamada hasar gören tablolarını getiriyor. Sanatçı Jean-Louis Mainguy, “Yaralı Sanat” adı altında çarpıcı bir sergiye ev sahipliği yapan zarif “Villa Audi”de onlara tablolarını sergilemeleri için yardımcı oluyor. Bu eserler için yılın bitişiyle birlikte yeni bir hayat yaşamaları adına bu ad verildi. Büyük ressam Saliba ed-Duvayhi’nin iki tane parçalanmış tablosuna farklı bir boyut kazandırılırken Şefik Abud’un delinmiş tablosuna da adeta yeni bir ömür verildi. Yere düştükten sonra aynanın üstüne yerleştirilen antika avize, ziyaretçilerin anı fotoğrafı çektirmek için etrafında toplandığı bir şaheser haline geldi. Yaratıcılık yıkımdan doğarak özgürlük ve kurtuluş anlamlarını nice kez ortaya çıkardı! Onlarca sanatçı bu sanatsal kayıplara duyduğumuz hüzünden bizi kurtarmaya ve onlar için beklenmedik mutlu bir diriliş yazmaya karar verdi. Cam parçalarının saçılıp bıçak gibi keserek içine saplandığı büyük resim, tıpkı "Villa Audi"de olduğu gibi eskisinden daha güzel görünüyor ve ölümden dönmesine tanıklık edercesine yaralarının bir kısmını saklıyor.
Gösterişli es-Serasike caddesinde tüm pencereleri ve rengarenk kapıları paramparça olan ve restore edilmeyi bekleyen Sursock Müzesi’nin küratörleri müzenin görkemli kemerleri, geniş balkonları ve mermerden yapılmış merdivenleri ile ışık saçmaya devam etmesinde ısrarcı. Evini ve sergi merkezini kaybeden Galeri Tanit’in sahibi, derme çatma bir salona taşındı ve şimdi yaşanan trajediden ilham alan ressam Gassan Zard’ın tablolarını kabul ediyor. Gerçekten tıpkı Muin Besisu’nun betimlediği gibi “Beyrut ne diri ne ölü... O, şehir, bulut, kurşun ve bir parça somun ekmek. Ne bir başak ne bir bomba.”
Beyrut’un her köşesinde her yol ayrımında tozları silkip mekanlara hayatı geri veren insanların bir savaş hikayesi var. Sanki şehir tekrar tekrar diriliyormuş gibi… Bu kez Beyrutlular, geçirdikleri en kasvetli yılı, tünelin sonunda çok büyük bir kara deliğin olduğu bilinmezliğe açılan bir yıla girerek bitiriyor. Badaro’daki barların kaldırımlarına aşina olan insanlar, haber bültenlerinin bağırışını dinlemek istemiyor ve falcıların tahminlerine, liranın fiyatıyla ilgili hayali rakamlara ve denizin ötesinden gelecek tehditlere teslim olmak istemiyor. Tek istedikleri akşam oturmaları.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) vakaları zirve yapmışken fakirlik insanları eşi görülmemiş bir şekilde dibe çekiyor. Bu, ne mankuş yemeği satan kişinin sizinle şakalaşıp daha çok yemek koymasına ne Lübnanlı askerlerin park yeri olmadığında arabanıza yer bulmak için gönüllü olmasına ne de kafedeki bir garsonun aldığı maaş ile ayın ancak yarısını çıkarsa da sizi güler yüzle karşılamasına engel olur.  Anı yaşamayı seven ne çok insan var. Her ne kadar algıları gerçekliğe dayanmış olursa olsun karamsarlığı reddeden ne güzel insanlar var!
Beyrut sızlanıyor ancak eğilmiyor; yalpalıyor ancak düşmüyor. Sahil kordonunun kalabalığın izlediğimiz sırada arkadaşım bana “Halkın ruhu ateş ve baruttan daha güçlü. Şehir açlıktan kıvranıyor ancak ölmüyor” diyor. Her biri kesesinden şehre nefesini geri verecek bir şey çıkarıyor. Biri zarif bir duvar resmi çizerken diğeri bir ağaç dikiyor, bir gurbetçi ailesine yardım gönderirken bir oyuncu sahnenin durdurulmasının mümkün olmadığına karar vererek aklındaki performanstan sıyrılıyor, yapımcılar kameralarını bileyip nefes kesici bir anı filme alıyor, galeriler ziyaretçiler gelmese bile yeni sergiler açarak salgınla mücadele ediyor, müteahhitler senenin başını kaçırmak istemedikleri için mümkün olduğu kadar partiler düzenliyor. Sanki hepsi Mahmud Derviş’in “Yorgunluk ve altından Beyrut” sözlerini durmaksızın tekrar ediyormuş gibi.
Yönetim bir vadide yaşarken insanları başka bir yerde yaşıyor. İki dünya arasındaki uçurum ölçülemeyecek kadar büyüyor. Yetkili olduklarını sananlar geride kalan çer çöp için savaşırken, Lübnanlılar yaralarını toplayıp acılarından inanılmaz bir direnişin günlüklerini örüyor. Kendilerini bir kalıp peynir şişesine hapsedenler varken çirkinlikten bir güzellik ortaya çıkaran ve yıkımdan bir direniş sembolü oluşturan da var. Sanatçı Hibe Keleş “Salih Bereket” salonundaki sergisine “Hayallerimiz, ikinci bir hayat” ismini verdi. Hiç şüphesiz hayallerimiz onların peşinden gidip yakalayacak kadar cesur olduğumuzda gerçekleşecek. Lübnanlılar için acı bir yılın ardından yalnızca dayanıksız iplerine rağmen güçlü ve oldukça sağlam görünen bu umut geride kaldı.