Zuheyr el-Harisi
TT

2021 yılı: Çözülme ve atılımlar yılı olur mu?

Yeni yıla (2021) Arap dünyasının bir yıl öncesine göre nispeten daha iyi şartlardan geçtiği, belki de tünelden çıkışın son evresinde olduğu bir zamanda girdik. Aşı ve siyasi olaylar, Körfez uzlaşısı ve zirvesi, Libya dosyasında dönüm noktası, yeni Yemen hükümetinin kurulması, petrol fiyatlarının toparlanması ve ekonominin iyileşmesi hakkındaki haberler ve diğerleri, temkinli bir iyimserlik havası ortaya çıkarıyor.
Koronavirüs salgınının önderlik ettiği geçen yılki durum, kasvetli, karanlık, dünyada ve bir parçası olan Arap dünyamızda eşi benzeri görülmemiş bir durumdu. Bununla birlikte sahne, kaos, savaşlar, krizler, çatışmalar, bölgesel ve uluslararası çatışmaların uzantılarından yoksun değildi. Ortadoğu ile dünyanın krizleri ve sorunları doğası gereği iç içe geçmiş bir nitelikte, bu nedenle artık onları ayırmak veya tek tek ele almak mümkün değil. Durumun daha kötüye gideceğine dair beklentiler olduğu gibi askıda bekleyen Körfez, bölgesel ve uluslararası dosyalarda bir atılım gerçekleştirme arzusu olduğunu göz önüne alarak yavaş yavaş olgunlaşan veya düşük ateşte pişen atılımların ufukta görüldüğünü düşünen zıt okumalar da var. Bazıları, ister bölgesel ister küresel düzeyde olsun, siyasi sahnede yeni yönlerin görüleceğini tahmin ediyor, ki bu olasılık dışlanamaz. Bununla birlikte, büyük güçler arasında artan siyasi ve ekonomik çatışma riski hala mevcut ve bu askeri çatışmalara yol açabilir. İklim değişikliğinin sonuçlarından ise bahsetmeye bile gerek yok. Geçmiş dönemde politik, ekonomik ve çevresel riskler, özellikle de Washington, Moskova ve Pekin’de temas ettiğimiz gibi güçlü lider olgusunun varlığıyla, belirli kural ve düzenlemelerin gözetiminde olan çok taraflılığa verilen desteğin azalmasıyla daha da kötüleşti. Ancak görünüşe göre Trump'ın ayrılması ve izolasyon yerine uluslararası iş birliğine dayalı farklı bir felsefeye sahip olan Biden'ın gelişiyle sahne değişebilir.
2020 yılı fırtınalı ve farklıydı. İş birliğinin ve kolektif eylemin önemi ile siyasi ve sosyal sözlüğe girerek kapsamlı bir yer edinen, sahibi gitse de destekçileri ve takipçileri olduğu müddetçe kalmaya devam edecek popülizm arasında gizli olmayan bir çatışmaya dönüştü.
2021 yılına girerken, küresel ekonomik endişeler artmasa da olduğu gibi kaldı. Zengin ve fakir arasındaki uçurum genişliyor, özelleştirme yoluyla hükümetlerin rolünü azaltma ve ticaret özgürlüğünü genişletme girişimi marjinal olmaya devam ediyor, bilgi teknolojisinin etkileriyle başa çıkmak artık bir hayal haline geldi.
Bölgesel duruma, siyasi akışkanlık ve hızlanan değişimler damga vuruyor. Arap dünyasının mevcut siyasi haritasının etkileşimlerini dikkatle inceleyenler, Suriye, Yemen, Irak ve Libya'da ayrılık, bölünme ve parçalanma dizilerini devam ettirmeye yönelik girişimler olduğunun farkına varacaklardır. Bu, alışılmamış bir uluslararası sessizliğin gölgesinde İran'ın müdahaleleri ve Türkiye’nin nüfuz etme çabaları nedeniyle bu ülkelerin karşı karşıya kaldığı ikilemin gerçekliğini teyit ediyor. Lübnan, Yemen ve Irak arasında bir şekilde ortak yönler olduğu ve eksenler politikasına dahil oldukları göze çarpıyor. Söz konusu ülkelerde İran’a bağlı milislerdeki aktivizm de buna delalet ediyor. İran’ın terörist kolları Hizbullah, Husiler ve Haşdi Şabi bir oldu bittiyi dayatmaya çalışıyorlar. Egemenlikleri ihlal edilmiş Arap ülkelerinde, Arap kimliğinin ve milliyetçiliğinin güçlendirilmesi, İran nüfuzu ile mücadelede bir zorunluluk haline geldi. Çünkü bu ülkelerde İran’daki Velayet-i Fakih’e veya Osmanlı hilafeti hayaline gerçek bir sadakat yok, aksine tamamen maddi ve ekonomik nedenler ve çıkarlardan kaynaklı bir sadakat var. Suudi diplomasisinin bölge için tasarlanan bu projelerle yüzleşmek için harekete geçmesinin, bunlarla yüzleşme savaşında önemli bir dönemeç olduğu belirtilmeli. İran ve Türkiye Arap topraklarına tecavüz edip işgal ettiler. Arap topraklarının ulaştıkları her noktasında, fayda elde etme, sömürme, yok etme, kendilerine bağlı silahlı gruplar kurup bunları seferber etme, yağma ve öldürme anlamında yapmadıkları hiçbir şey kalmadı.
Tahran ve Ankara, ideolojik eğilimlerin pekişmesine katkıda bulunarak, geçen yıl Arap ülkelerinde mezhep çatışmalarına, medeni dünyanın diliyle uyumsuz bir modele meyilli geri kalmışlığın tezahürlerinden olan kimlik yüzünden işlenen cinayetlere, ötekine yönelik nefretlere tanık olmamıza yol açtılar.
Peki, acaba işler daha da kötüye mi gidecek? Gerçek şu ki, zayıf kalkınma projesi ve vatandaşlığa dayanan bir devlet kurulmamasının somutlaştırdığı belirtiler ele alınıp çözülmedikçe Arap dünyamızda yatırımları cezbeden ve üretken bir devlet birliğinin temel dayanakları yerleşemez. Diğer yandan, aşırılık yanlısı ve radikal gruplarla mücadele, ülkelerimizi ve dünyayı korumak için mutlak bir zorunluluk olmaya devam ediyor. İran'ın yayılmacı projesi, Türk müdahalesi, dalgalanan petrol fiyatları, ABD’nin Çin ile çekişmeleri, Rusya'nın Batı ile çarpışması ve korkutucu siber çatışmaların gizlediği başka zorluklar da var.
Siyasi oyunun kuralları da değişti veya değişme yolunda, bu da uluslararası siyasetin bölgede yeniden konumlandığı anlamına geliyor. Dünyanın yaşadığı mevcut durum, ortak paydalara ve insanlık için parlak bir geleceğe ulaşmak adına farklılıkların çözülmesi zorunluluğunu icap ettiriyor. Tetikte olan Çin ve bölgede varlık gösteren Rusya’nın gölgesinde ABD'nin bölgeye güçlü bir şekilde geri dönmesi, ilişkilerin seyri ve sorunların çözümü konusunda birçok soru işaretini gün yüzüne çıkarıyor. Bunun anlamı, tırmanma veya sakinleşme yönünde olsun gerçek bir değişimin gelmekte olduğu. Kendisi hakkında kesin bilgiye sahip değiliz, zamanı (ki kendisi bu değişimin garantörüdür) gelinceye kadar spekülasyonlar ve okumalar devam edecek. Önemli olan, dünyanın, güvenliğini ve istikrarını etkileyen yeni gerçekliğin tehlikeleri ve zorluklarıyla yüzleşecek şekilde birleşmesidir.