ABD’de siyasi sahne sıcak. Ülkedeki yangını, Trump'ın ayrılışı hatta azledilmesi veya yargılanması bile söndüremez.
Tüm sosyal medya platformları ve Silikon Vadisi Krallığı’nın ev sahipliği yaptığı teknoloji şirketleri Trump’ın hesaplarını kapattı. Bu tip yoğun baskılar dahi bu yangını söndüremez.
Kapatılmak istenenler arasında trump’ın Twitter hesabı da vardı.
Aşırılık yanlısı, terörist, silahlı, ayrılıkçı, ırkçı ve şiddete azmettiren tüm örgüt ve akımların yüzlerce aktif hesapları olmasına rağmen Twitter, Trump’ın hesabını askıya almak için her zaman başvurduğu “ifade özgürlüğü” bahanesini kullandı.
Trump’ın hesabı, kişisel tweetlerinin ötesinde, görevden ayrılmama, ABD’deki popülist yükseliş ve dünyadaki yükselen versiyonlarının ışığında görevde kalma çabalarıyla ilgili tweetlerle dolu.
Popülizm karşıtı güçler, sokaktaki varlıkları Kongre’ye baskın düzenleyecek kadar büyüyen ve güçlenen popülistlerin şimdi sanal dünyada da genişleme ve yayılma çabalarını kuşatmaya ve bastırmaya çalışıyorlar.
Demokrat Parti’den Trump’ın kendi krallıkları olan sosyal medya platformlarında rahatlarını kaçırdığı medya ve içerik üretiminin merkezindeki etkin güçlere kadar kişisel olarak Trump’ı aşan popülizm veya Trumpizm karşıtı akımlar, tüm siyasi etiket ve sloganlardan daha büyük ve karmaşık. Artık günümüz dünyasının en etkin gücü, en güçlü ve sert silahı olan “dijital veriler” bu grubun elinde. Sinema yıldızlarıyla rekabet edecek bir üne sahip ve “Silikon Vadisi peygamberi” olarak nitelenen genç filozof Yuval Harari’nin öngördüğü gibi, dünyanın gelecekte yaşayacağı savaşlarda “veriler” silah olarak kullanılacak, bunlara sahip olanlar dünyaya etki etme gücüne de sahip olacak.
Sosyal medya platformlarının yükselişlerinden bu yana, siyaset ve seçim kampanyaları, sözde Arap Baharı dahil halk hareketleri, gösterileri ve devrimlerin içeriğini kontrol ettiğini ve dizginlerin onların elinde olduğu söylemeye gerek yok. Bunun yansıması, bir reklam sloganı olarak “ifade özgürlüğü” ile etik bir sorumluluk olarak “içerik yönetimi” arasındaki derin ikilemin bedelinin bir parçası olarak dijital terör kamplarının yükselmesi ve DEAŞ’ın internet aracılığıyla sempatizan toplayabilmesi oldu.
Bu “verileri” kontrol eden güçler arasındaki güç mücadelesini ortaya çıkaran Trump krizine dönelim.
Bu güçlerin genellikle kendi düşünsel ve ahlaki sistemleri var ve şimdi bu fenomenin farkında olan kültürlü toplumlarda Woke Culture (Uyanık Kal Kültürü) olarak biliniyorlar.
Trump göreve başladığı ilk andan itibaren etki gücünü ele geçirme konusunda giriştiği büyük savaşlarla bu güçleri rahatsız etti.
İlk olarak geleneksel medya ve yayıncıları hedef aldı. Ardından sosyal medyada güçlü ve etkin bir şekilde var olmaya başladı.
Daha sonra da onlara içeriden bir savaş açtı. Sosyal medya şirketlerinin pençelerini sökmek, kullanıcı verilerine sahip olarak elde ettikleri güçlerini, karlarını, pazarlama ve reklam çıkarlarını etkileyebilecek yasal düzenlemelerle içerik üzerindeki etki ve nüfuzlarını zayıflatmak istedi.
Sosyal medya platformları ile ilgili konuların dikkat çekici yönü, 4 yıllık Trump iktidarı boyunca maruz kaldıkları ifşaatlardır.
Teknoloji şirketleri ve Silikon Vadisi’ni teknolojik gelişmelere yönelik hayranlığın dışında gerçek dünyadaki etkilerine göre yeniden değerlendiren tek aktör Trump değildi.
Örneğin, kışkırtıcı ve özendirici içerik yönetimi ve mutlak etki potansiyelinin yanı sıra olumsuz etkileme kapasitesileri nedeniyle de 4 büyük platform, Twitter, Facebook, YouTube ve Instagram başta olmak üzere teknoloji şirketlerine karşı dünyanın her bölgesinde, birçok kampanya başlatıldı.
Sözgelimi Facebook’un 2 milyardan fazla kullanıcısı var (ki hiçbir dinin mensuplarının sayısı bu kadar değil) ve içinde sunulan içerik, 1990'lardan itibaren tüm büyük dönüşümlerde önemli bir siyasi rol oynadı.
Bu platformların mekanizmalarında var olmaya ve bir boşluk oluşturmaya devam eden ikicilik, biri değersel diğeri prosedürel olmak üzere iki kavramın maruz kaldığı manipülasyondur.
Değersel olan ifade özgürlüğü (free speech) kavramı, prosedürel olan içerik yönetimi (content moderation) ile kesişiyor. Bu platformların favori oyunu, bir insan hakkı ve değersel bir slogan olarak ifade özgürlüğünü bahane göstererek taraflı içerik yönetimi yoluyla kışkırtıcı ve yıkıcı politikaların geçişine onay vermektir.
Nefesleri kesen ve hayranlık uyandıran başlangıcından bu yana kendisine, feci olaylar da eşlik etti. Bunlar etkilerini kaydeden bütün bloglarda yer almaya devam ediyor.
Bu olaylara, Sri Lanka ve Hindistan’daki etnik şiddet olayları ile BM raporlarıyla kanıtlanmış Myanmar'daki milislerin etnik temizlik için bir araç olarak kullanılmaları gösterilebilir.
Sorun kökeninde belirsiz ve hukukidir. Çünkü yasalar, kıtaları ve herhangi bir hükümet veya kurumsal müdahaleye karşı sınırları koruma altına alınmış ülkeleri aşan teknoloji şirketlerinin başarılarının arttığı doksanlı yıllardan bu yana değişmeden aynı kaldı.
En büyük boşluk ise, 1996'da pornografik içeriklerle mücadele için Kongre tarafından kabul edilen, ama kendisini kontrol altına almakta başarısız olan CDA Yasası’nda (İletişim Etiği Yasası) bulunuyor. Ancak Silikon Vadisi anayasası olarak da tanımlanan yasanın en önemli bölümü, kışkırtıcı ve özendirici içerik ve politikalarla ilgili olan 230’uncu bölümüdür.
Buna göre hukuki ve yasal yapısı, kullanıcı tarafından oluşturulan içeriğe dayanan siteler, yayıncının sorumluluğunda olmadığı gibi, içeriklerin koordine edildiği platformlar olarak kabul edilmektedir.
Bunun anlamı şu; sosyal medya platformlarında yayınlanan tüm tweet, video, yorum ve fotoğrafların doğrudan sorumlusu şirketler değil.
Her ne kadar şirketler maruz kaldıkları muazzam baskı sonucunda kendilerini, net standartlar olmadan ve yetersiz sınırlı denetim ekipleri ile seçici denetimler yapmakla yükümlü kılsalar da.
Daha sonra tüm dünyada sosyal medyada teşvik edilen şiddet, terör ve büyük ırkçı eylemler akımı baş gösterdi.
Sosyal medya şirketleri denetim konusundaki çabalarını artırmaya çalıştılar ama bu içerikleri kontrol edemediler. Çünkü kaynağa ve motivasyona sahip değiller. Tam aksine onların motivasyonları esasında daha fazla kar ve reklam geliri elde etmek için daha fazla içeriğin üretilmesine dayanıyor.
YouTube örnek verecek olursak, platforma dakika başı 600 saatten fazla bir içerik yükleniyor.
Bu, görünür süreye göre neredeyse bir yüzyıla eşit. Ancak bu devasa içerik, reklam verenler tarafından yüksek bedeller ödenen geride bırakılan ve analiz edilen veriler nedeniyle teknoloji şirketleri için paha biçilmez bir hazine. Peki ya ifade özgürlüğü?
Yıllar önce, Twitter CEO'su Jack Dorsey’in kendisine özgürlükler konusu sorulduğunda verdiği cevaptan alıntı yapacağım, “İfade özgürlüğünün hiçbir zaman sosyal medya platformlarının hesaplarında bir yeri olmadı. Mesele bir şaka gibiydi! Bir şakadan ibaretti”.
Karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluk, önümüzdeki yıllarda ve günlerde paralel dünya ile gerçek dünyamız üzerindeki etkisi arasındaki bu büyük savaşın geleceğidir.
Popülizm ve Trump dosyaları dahil olmak üzere küçük, geçici tezahürleri bir yana, istikrarlarına önem veren hükümetler, içerik kaosunun güvenliklerini etkilememesini nasıl sağlayabilirler?
Özellikle de algoritmaların çocukları ve bugünkü dünyalarının gücüne eşit karşıt içeriklerin veya güçlü dijital sınırların olmadığı gerçeği göz önüne alındığında. Bu konuyu bir sonraki yazımızda ele alacağız.
TT
Trump Silikon Vadisine karşı: Veri savaşı ve ‘ifade özgürlüğü’ şakası
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة