İstemi Yılmaz
TT

Türkiye’nin Putin sessizliği

Rusya’da Devlet Başkanı Vladimir Putin, 20 yıldan uzun süredir devam eden iktidarında koltuğuna yönelik en ciddi tehditle karşı karşıya. Gizli servis tarafından zehirlenen Batı destekli muhalif lider Aleksey Navalni’nin Almanya’daki tedavisinin ardından memleketine dönerken tutuklanması, fitili ateşledi. On binler sokağa döküldü. Moskova başta olmak üzere pek çok kentte irili ufaklı kalabalıklar, muhalefetin susturulmasına ve yolsuzluklara tepki gösterdi. Elbette 144 milyonluk bir nüfusu barındıran ülkede, dondurucu kış günlerinde de olsa, bu gösterileri “kitlesel” olarak nitelemek mümkün değil. Ancak son olarak Navalni’ye yakın muhaliflerin evine basılmasına ve Putin’in tepkisine bakıldığında durumun ciddiyeti anlaşılıyor. Peki neden?
Tek başarısı gerçekleştirilen son seçimlerde iktidardaki Birleşik Rusya Partisi’nin oylarını veya katılımı düşürmek olan Navalni’nin, Putin’in gazabına maruz kalmasının sebebi ne salt “muhalif” olması ne de “Batı” ile iş birliği. Sorun, sosyal medya hesabında yayınladığı bir saat 53 dakikalık belgesel. Son derece profesyonel bir şekilde hazırlanmış belgeselde ne yok ki? Putin’in KGB ajanı olarak görev yaptığı Doğu Almanya’da aslında sanılanın aksine James Bond benzeri bir istihbaratçı olmadığı, eski eşi Lyudmila’nın Alman arkadaşlarına yazdığı mektuplarda gizli yolsuzluklar, St. Petersburg’da memurken İsviçre’de yaptığı lüks tatiller, sarayına satın aldırdığı milyon rublelik mobilyalar ve pahalı tuvalet fırçası (ki bu fırça gösterilerin de simgesi haline geldi), ortağı olduğu üzüm bağları, temizlikçiyken bir anda ülkenin en büyük bankasına ortak olan sevgilisi ve daha önce kimsenin bilmediği Krasnodar’da 1 milyar dolara yaptırdığı devasa saray...
En fazla tantanaya neden olan sonuncu madde, yani birkaç ortaklı büyük bir kompleksten oluşan malikane. Söz konusu yapının kapısında Çarlık Rusya’sındaki saraylarda bulunan çift başlı kartal heykelinin birebir kopyası bulunuyor. Hokey pisti, yeraltı sığınağı, özel plajı, birkaç futbol sahası büyüklüğündeki bahçesiyle Hollywood yıldızlarının bile hayal edemeyeceği bir yapıdan bahsediyoruz. Rusya’da halkın boğazını her geçen gün biraz daha sıkan ekonomik durgunluk düşünülünce, insanların tepkisi daha iyi anlaşılacaktır.
Tüm bunlara rağmen Navalni’nin Putin’in yerine geçeceğini veya iktidarın devrileceğini söylemek güç. Her şeyden önce Navalni, ülkenin dört bir yanında tanınan ve arkasında durulan bir figür değil. Dahası, kendisi yönetici kadrodan çok da farklı değil. Batı tarafından fütursuzca desteklense de Navalni, savunduğu değerlerle “Putin’in ilk dönemindeki halini” andırıyor. Kendisini milliyetçi olarak tanımlayan Navalni, düşman algısını “Batı” ile sınırlandırmayan “milliyetçi demokratlar” grubunun bir üyesi. Öyle milliyetçi ki “göç karşıtı” tavrının liberal değerlerle çelişmediğini savunuyor. Kırım’ın Rusya’nın bir parçası olduğundan şüphe duymuyor ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren gücünü artıran Kilise’ye bu zamana kadar tek bir laf etmiş değil. Kısacası Batı’nın yeni renkli devrim aparatının “liberalliği” sloganvari bir “demokrasi” vurgusundan ibaret.
Navalni’nin temsil ettiklerine bir de aşırı milliyetçi Aleksander Prokhanov’un gazetesi Zavtra’nın etkisini, toplumsal dinamikleri siyasi güçle taçlandıran Moskova Kilisesi’ni, Aleksander Dugin’in Avrasyacılığını ve “egemen demokrasi” tartışmalarını ekleyince sapına kadar Ortodoks-Rus milliyetçisi bir tablo ortaya çıkıyor. Dolayısıyla diplomatik alanda da Putin karşıtı protestolara tepki gösterirken devletlerin Rusya’daki toplumsal yapıyı ne şekilde kavradığı önemli bir etken haline geliyor. Ne olursa olsun NATO’nun sınırlarını Moskova’ya kadar ilerletme peşindeki Biden ABD’si ve Avrupa Birliği, tutuklanan 3 bin protestocuya dair “Endişeliyiz” açıklaması yapıyor. Fakat Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ise “Komşumuz Rusya ile diyalog kanallarını açık tutmak için elimizden geleni yapmalıyız” diyerek Putin gitse de Rusya’daki güvenlik reflekslerinin değişmeyeceğini anladığını belli ediyor.
Peki ya Türkiye?
Bu konuda müspet ya da menfi elimizde hiçbir veri yok. Ne Dışişleri ne Cumhurbaşkanlığı, Suriye’den Libya’ya, Dağlık Karabağ’dan Doğu Akdeniz’e kadar pek çok çatışma alanında karşı karşıya geldiği komşusunda yaşananlara dair tek bir açıklama yapmış değil. Belki de Türk diplomasisi açısından en sıkıntılı nokta burası. Zira Ankara, kısa zaman önce TSK’nın olası operasyonuna karşı YPG/PKK’ya kalkan olmak için Suriye’nin Ayn İsa kentine Rus bayrakları asan Moskova’ya cephe almaktan imtina ediyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve gelir gelmez YPG/PKK’lı teröristlere selam çakarak Suriye politikasına dair kartları açık oynaması, iki süper gücün Türkiye’ye karşı hangi aparatın kullanacağında ortaklaştığının işareti. Böyle bir tabloda Türkiye, içeride zayıflık gösteren Kremlin’e karşı ilgisiz kalmayarak dengeleri değiştirme imkanına sahip. Tabii eğer ayağına gelen fırsatı tepmezse.