Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Teknokratların yönetimi

Matrix filmlerini izleyenlerin çoğunun, teknokratik yönetimin savunucuları tarafından kimi zaman öne çıkarılan ince düzen fikrine karşı çıkacağını düşünüyorum.
Filmi yönetmen koltuğunda kardeş olan Lilly Wachowski ve Lana Wachowski bulunuyor. İki kadının neden bu filmi yapmak istediklerini bilmiyorum. Fakat saat gibi çalışan, akıllı makinelerle kontrol edilen ve insanların kendileri için hiçbir şeye karar veremedikleri bir hayat sürdükleri sanal dünyanın korkunç bir resmini sunduklarını söyleyebilirim.
Wachowski kardeşlerin bu çalışmasının temelinde, onların ve aslında pek çok kimsenin, bu fikrin yüzde 100 hayal ürünü olmadığına olan inancı yatıyor olabilir. Sen, ben ve diğerleri insanları tanıyoruz. Belki de küçük bir azınlık ve zeki kimseler, makine gibi çalışan bir yönetim sisteminden haberdarlar.
“Teknokrasi” kavramı ilk kez, 1919’da William Henry Smith'in bir makalesiyle gündeme geldi. Ancak fikrin kendisi eskidir ve özünde ‘en uygun idari ve hatta politik sistemin uzmanlar tarafından yönetilen sistem olduğu’ düşüncesi vardır. Bu konseptin bazı uygulamalarında aslında son derece tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Çünkü insanlar üretim araçları olarak görüldü ve değerleri üretimlerinin hacmi ve kalitesine göre belirlendi. İnsan üretimlerinin yalnızca piyasa değeriyle ölçülmesi durumunda makine daha değerli olur. En nihayetinde ise insanlar kendilerini gerçek makinelerin veya insan makinelerinin köleleri olarak (yani makineye benzeyen ya da makine gibi düşünen insanlar) bulabilirler.
Teknokrasi fikri, yirminci yüzyılın ortalarında kısa bir süreliğine revaç buldu. Ancak Latin Amerika'dan ve Avrupa’dan generallerin bunu ‘gelişme için fikri bir çerçeve olarak benimsemeleri ve deneyi başarılı kılmak için binlerce insanı ve hayallerini feda etmeye hazırlanmaları’ sonrasında bu fikirden uzaklaşıldı.
Bugün bu konuyu tekrar gündeme getirmemin sebebi, yapay zekanın ve nesnelerin internetinde ilerleme kaydedilmesiyle ve makinelerin yönetimi ile bu fikrin yeniden canlandığını gözlemlememdir. Geçen yıl insanların izlenmesi ve hayatlarının kontrol altında tutulmasıyla ilgili ileri teknolojinin kullanımındaki rahatlığa ilişkin tehlikeler hakkında yazdım.
Bu fikir, pandemiyle mücadele etmenin ve düzeni korumanın bir yolu olarak tekrardan gündeme geldi.  Geçen hafta resmi bir kurum, tüm tüccarların (yani yaklaşık 1,3 milyon satıcının) satışlarını kaydetmek için elektronik bir sistem kullanmaları gerektiğini açıkladı. Kurum görevlileri, merkezi bir odaya bağlı olacak bu sistemle tüccarların işlemlerini sürekli takip edebilecekler. Bu sistemin amacının örtbas etme, kaçakçılık, müşterileri aldatma vb. durumların yaşanmasını engellemek olduğu söylendi. Analistlerden bazıları, belirtilen nedenlerden ötürü bu adımı övgüyle karşılayacaklar. Diğer bazısı ise muhtemelen şu sözü bize hatırlatacaklar: “Çalma, korkma!”
Geçtiğimiz üç yıl içerisinde benzer girişimlere tanık oldum. Maddi, ekonomik ve insani maliyetlerinin yüksek olmasının yanı sıra bazı bilgisayar programcılarının bundan memnun olduğunu söyleyebilirim.
Bu yaklaşımın, toplumun psikolojik güvenliği ve ekonomi alanındaki üretkenliği ve yaratıcılığı için çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu durum, kağıt üzerinde her ne kadar büyük ve dehşetli görünüyorsa da vakıadaki karşılığı asgari düzeydedir. İşin teknokratlara bırakılmamasını umuyorum. Çünkü makine yönetimi -demir her ne kadar tabii faktörler karşısında daha güçlü ve dirençli görünüyorsa da- hayata kabil değildir.