Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Hasta Ortadoğu’ya Amerikan aşısı

Joe Biden'ın, dünyanın dört bir yanını saran ve özelliklerini birden çok kez değiştiren fırtınaların hikayesini ona açıklayacak birine ihtiyacı yok. Hikayeyi ve bazı bölümlerini ayrıntılı olarak bildiği varsayılıyor. Yarım asırdır ABD ve dünya hakkında raporlar alıyor, dinliyor ve tartışıyor. Zorunlu olarak ülkesinin ve dünyanın hikayesini yönetimdeki ofisinden veya Kongre'deki koltuğundan takip ediyor.
Biden eski bir şahit. Bugün karşı karşıya olduğu en önemli dosyalar bütün heyecanı ile Senato’ya seçildiği 1972’de de gündemdeydi. Ne tesadüftür ki aynı yıl, Richard Nixon adlı bir başkanın, Henry Kissinger adında bir adamın olağanüstü çabalarıyla Çin kıtasını dünyaya açma adımını attığı yıldı. Komünist İmparator Mao Zedong'un ABD emperyalizminin efendisini ülkesinde karşılayan görüntülerini izlediğinde tüm dünya sallanmış ve inanamayarak gözlerini ovuşturmuştu. O zamanlar kurulan bu ABD-Çin masasının esasen, Yoldaş Leonid Brejnev'in madalyaları ve kalın kaşları altında yaşayan Sovyetler Birliği'nin rolünü azaltmayı amaçladığı bir sır değildi. O günlerde, ABD'nin Moskova'yı uluslararası davranışlarını kontrol etmeye zorlamak için "Çin kartını" kullanmaya karar verdiği diplomatlar tarafından sık sık dillendirildi.
Ne var ki Oval Ofis'e yerleşen Biden’ın muhatabı, Nixon'un ziyaret ettiğinden farklı bir kumaşa sahip. Komünist Parti Genel Sekreteri olduğu doğru, ancak Mao’nun kırmızı kitabını emekliliğe sevk ettiği, Komünist Parti’nin reçetelerinden ziyade gücünü koruyarak teknoloji ve mallar ile dünyaya karşı bir hücuma kalktığı da doğru. Çinli lider artık orada burada iktidarda “yoldaşlar” görmek istemiyor, "Kuşak ve Yol Girişimi"nin İpek Yolu'nu yeniden canlandırmasını, yakın ve uzak ülkeleri cezbetmesini izlemek istiyor. Biden, Şi Cinping'in Mao'dan daha tehlikeli olduğu sonucuna varmakta haklı.
Moskova'da artık ne Brejnev ne de Sovyetler Birliği var. Ama şu anda Kremlin'de oturan lider, daha tehlikeli olabilir. Nedeni Stalin'in yatağında yatması değil, bundan ziyade, Batı'nın zayıflıklarını ve özellikle de dünyadaki Amerikan liderliği sarsıldığında, birlik şeklinde mücadele gücünden yoksun kalacağının farkında olduğu için. Vladimir Putin'in soğukluğu birçok Batılı lideri aldattı. En büyük amacının Rusya Federasyonu'nu Sovyetler Birliği’ne benzer bir kader yaşamaktan kurtarmak olduğu yanılgısına düştüler. Kendisini bir Batı dostu olarak sunmakta ve Batılı ekonomik reçeteleri benimsemekte acele edeceğini sandılar. Mevcut ABD başkanı, Putin'in bir iş birliği projesinden ziyade Batı'dan intikam alma projesi olduğunu biliyor. Ukrayna ve diğerleri, Navalni ve siber saldırılar da bunun kanıtı.
Biden Senato'ya seçildiğinde, Fransa, Charles de Gaulle tarafından temsil edilen büyük güçler çağına veda etmişti. Bir sonraki on yılın başında Elysee'yi tarihi rakibi François Mitterrand'a teslim etmeyi beklerken cumhurbaşkanları tüketmekle meşguldü. İngiltere'ye gelince, o da Margaret Thatcher ile büyük randevusunu beklerken başbakanlar tüketiyordu. Fransa-Almanya lokomotifi ile İngiltere’nin Avrupa’daki özel konumu arasında, Batı Avrupa, Atlantik şapkasını takmıştı. Bu, Batı Avrupa’nın Berlin Duvarı'nın ansızın çöküşüyle gafil avlanmasından, şüphelerin bir yol bulup gerek Atlantik gerekse Avrupa evlerine sızmasından önceydi.
Biden, Münih Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşmada, bahsettiğimiz dosyalardaki belirsizlikleri ve endişeleri gidermeye çalıştı. Avrupalılara hitap etmeye ve "ABD ve trans-Atlantik ittifakı geri döndü” ifadesinin altını çizmeye önem verdi. "Katı Soğuk Savaş bloklarına" dönmeme vurgusuna rağmen, ABD'nin Atlantik ittifakının ruhuna, zorluklar ve saldırılar karşısında ortaklığı dayatan maddelere bağlı olduğunun üzerinde durdu. Pek çok Avrupalı ​​tarafın, eski kıtanın beklenmedik bir Rus tehdidi altına girmesi durumunda, geçmişte Avrupa'yı askeri açıdan kurtarmak için hemen harekete geçen ABD senaryosunun, tekrarlanmasının mümkün olmadığı inancına kapıldıkları bir sır değil. Donald Trump'ın Avrupalıların kıtalarını koruma konusundaki sınırlı katkılarına yönelttiği eleştiri, Avrupalıların NATO'nun yaşlanma aşamasına girdiği, terörizme veya "sınırlı tehlikelere" karşı operasyonların koordine edildiği bir kontrol odasına dönüştüğü  izlenimine kapılmalarına katkıda bulundu.
Biden, Atlantik ittifakının, ortaklığın ve istişarenin geri döndüğünü vurguladı. Pekin'i küresel ekonomik düzenin temellerini zayıflatacak ihlallerde bulunmakla suçlayarak, "Çin'e karşı uzun vadeli stratejik rekabete” hazırlanmanın gerekliliğinin altını çizdi. Putin'i, Avrupa ​​ve Atlantik aileleri arasında ihtilaf tohumları ekmeye çalışmakla suçladı. Çin, Rusya ve Avrupa ile ilişkiler dosyalarında Biden’ın konuşmasının sürprizler taşımadığı, Başkan’ın ve önemli konumlar için seçmiş olduğu kişilerin önceki açıklamaları ışığında beklendik olduğunu söyleyebiliriz. Çin endişesinin herhangi bir ABD yönetiminin birincil endişesi haline geldiği konusundaki fikir birliğine rağmen hakim izlenim, Biden’ın ilk sınavını Ortadoğu topraklarında, özellikle de İran dosyasında vereceği. Trump bu konuda çok ileriye gitti. Nükleer anlaşmadan ayrıldı ve "azami baskı" politikasını benimsedi. İran’ın balistik füze cephaneliğini geliştirmesi ve istikrarsızlaştırma politikasının bölgede sürekli bir yaklaşım haline gelmesi gibi Barack Obama’nın imzaladığı anlaşmanın görmezden geldiği noktalara ışık tuttu. Trump’ın attığı bir diğer önemli adım, İran’ın en büyük generali ve Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki ihlallerinin, bu ülkelere sızma projesinin arkasındaki General Kasım Süleymani'nin öldürülmesi emrini vermesidir.
Gerçek şu ki, Ortadoğu bölgesi, korona salgını bir yana, dünyanın en fazla yaraya sahip olan bölgesidir. Bu bölgede, geçmişin ne kendisine bir çözüm sunduğu ne de geleceğe doğru ilerlemesine izin vermediği kayıp toplumlarda, imparatorlukların acıları, devrimlerin hayal kırıklıkları ve darbelerin sonuçları bir araya gelmiştir. Yaygın yoksulluk, yüksek işsizlik, ötekine karşı derinleşen korku, uzaktan yönetilen küçük ordular ve paralı askerler hesabına devlet projesinin gerilemesinin ortasında, haritaların içinde ve çevresinde ekilen nefretler, etnik ve dini kırılmalarla mayınlanmış bir bölgedir. Burada geçmişin bağlarından kurtulan ülkelerin sayısı az. Ülkelerin çoğu halen ya iç gerilimler ya da bölgesel fırtınalar nedeniyle acı içinde kıvranıyor.
Ortadoğu'nun Biden’ın kliniğindeki en zor hasta olduğu bir sır değil. Dolaysıyla, eksiklikleri ortaya çıkan eski reçetelerle bölgeyi kurtarmak mümkün değil. Ortadoğulu hastası için ABD akıllı bir aşı bulmalı. Orduların ve milislerin orijinal sınırlarına geri dönmesine, toprakların sahiplerine iade edilmesine, uluslararası sınırların ve uluslararası hukukun imajının restorasyonuna dayanan bir aşıya ihtiyaç var. Ortadoğu'nun bir işgaller ormanı, roketler, insansız hava araçları, paralı askerler ve karanlık grupların sahnesi haline gelmesine izin verilemez. Ortadoğu, Biden'ın aşısı için en önemli test alanıdır.