Vahdettin İnce
Yazar
TT

Coğrafya mağduriyettir

İnsanlar yıl dönümü münasebetiyle 28 Şubat sürecinde yaşadıkları mağduriyetleri anlatıyorlar sosyal medyada. Ne çok mağduriyet varmış, diyorsun okurken.
Haddi zatında bölgemiz bir mağduriyetler coğrafyasıdır. Başka yerde kader olan coğrafya bizde mağduriyettir desek yeridir. Etnik mağduriyetler, mezhebi mağduriyetler, dini mağduriyetler, ekonomik mağduriyetler, iç ve dış savaşların yol açtığı mağduriyetler, göç mağduriyetleri… Bir yerde Alevi olmak mağduriyet, başka bir yerde Sünni olmak mağduriyet, birkaç yerde Kürt olmak mağduriyet, bir çok yerde Suriyeli olmak mağduriyet, her zaman Filistinli olmak mağduriyet, hemen hemen her yerde Müslüman olmak mağduriyet sebebi…Saymakla bitmiyor. Hangi taşı kaldırsan altından bir mağduriyet hikayesi çıkıyor, hangi dili söyletsen inim inim inleyen bir mağduriyet nağmesi yükseliyor. O yüzden kısaca bizim “coğrafya mağduriyettir” diyorsun.
Bunları düşünürken aklıma başka bir şey geldi. Saydığım ve saymadığım bütün bu mağduriyetlere sebep olan hemen hemen bütün zalimler de dininden, mezhebinden, ırkından, dilinden,  doğduğu yerden, siyasi düşüncesinden dolayı zulme uğramış dünün mağdurları. Doğrusunu isterseniz irkildim. Demek ki dedim, bu kadar yoğun yaşanan mağduriyetler sürekli anlatılınca karşı konulmaz bir intikam hissine dönüşüyor ve fırsatını bulan kuşaklar boyunca anlatılan mağduriyet hikayelerinin etkisiyle şimdi eline geçen zalimine ve zalimi olduğuna inandığı başkasına korkunç zulümler dayatıyor. İrkilmemek mümkün değil. Ama şunu da sormadan edemedim: Ne yani, dayak yerken inlemeyelim mi?, coplanırken ah etmeyelim mi?, kurşuna dizilirken sevdiklerimiz ya da darağacına çekilirken ah demeyelim mi?, açlık çekerken ya da çöpleri karıştırırken inlemeyelim mi? Ne yapsın insanlar, mağduriyetlerini anlatmasınlar mı gelecek kuşaklara? Zalimlerin yanında kar mı kalsın?... Hz. Ali “bir zulme engel olamıyorsanız onu herkese duyurun” demiş. Mağdur feryat etmese nasıl duyuracak?...Yarın biz de başkalarını mağdur eden bir zalime dönüşebiliriz diye bağrımıza taş mı basalım sırf böyle bir ihtimal var diye? Yenimize sığmıyorsa kırık kolumuzun acısı dilimizi mi ısıralım kızılcık şerbeti içmiş gibi yaparak?
Gördüğünüz gibi içinden çıkılması zor yaman bir çelişki.
Ama işte, mağduriyetler coğrafyasının zalimlerinin de genellikle dünün mağdurları olduğu çıplak bir gerçek olarak duruyor karşımızda. Feryat edip ahlarımızı biriktirerek çoğalmamız gerektiği de ayrı bir gerçek. Yine Hz. Ali “mazlumlar çoğalarak zalimlerden intikam alırlar” demiş. Şu halde mağdurların çoğalması gerekiyor, bunun yolu da mağdurların feryatlarını başka mağdurlara ulaştırmalarıdır. Erdemler uğruna verilen bir savaşta yüzüne tüküren düşmanını öldürecek durumda iken “şimdi seni öldürürsem bunu kişisel intikam duygularım için yapmış olurum” diye serbest bırakan Hz. Ali kemiyet olarak çoğalmaktan çok keyfiyet olarak çoğalmaktan söz ediyor olmalı diyorum bu yüzden. Bu bağlamda mağduriyete keyfiyet kazandıracak şey erdemdir hiç kuşkusuz. Mağduriyetleri anlatmak ama gelecekte işlenecek zulümlere gerekçe yapmamak. Nasıl?
Mekke’de bütün erdemlerin kaynağı tevhidi anlatırken tarihin tanık olduğu en mağdur ve aynı zamanda en erdemli şahsiyeti olan Hz. Muhammed arkadaşları ile birlikte her türlü zulme maruz kalır. Gelip geçtiği yollara dikenler serpilir. Secdeye giderken başının üzerine murdar devenin işkembesi atılır. Bir mahallede arkadaşları ile birlikte ablukaya alınır. Ambargo uygulanır, kendisi ve arkadaşları akla gelebilecek her türlü işkenceden geçirilir. Bir gün ya da iki gün değil. Bir sene ya da iki sene değil.  On üç sene boyunca. Sonunda yurdunu terk eder. Bu sefer kendisine savaş açılır. En yakınları, arkadaşları kılıçtan geçirilir… ve derken kendisine tarihin tanık olduğu bu en ağır işkencelerini uygulayan zalimlerini yenilgiye uğratır ve Mekke’ye geri gelir. Zalimler boynu bükük, ezik bir şekilde karşısında dizilmişler. Mukadder akıbetlerini bekliyorlar. Soruyor onlara: “Size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?”… Tarihe bakarlarsa, milletlerin teamüllerine bakarlarsa, gözlerinin önünde gerçekleşen zaferlerde muzaffer kumandanların mağluplara neler yaptıklarına bakarlarsa akıbetlerinde en ufak bir kuşkuları yok. Bu intikam anında topyekun kılıçtan geçirileceklerini biliyorlar. Ama bir şeyi daha biliyorlar. O bütün erdemleri şahsında toplamış Muhammed’ul Emin’dir (Güvenilir, güven duygusunu veren Muhammed). “erdemli bir babanın oğlu erdemli bir kardeş”ten ne beklenir?
“Gidin, hepiniz azatsınız” diyor tarihin tanık olduğu en büyük mağduriyetlere uğrayan bu en büyük erdem timsali.
Bir kez daha niçin olmasın erdemsizlikten kavrulan bu mağdur coğrafyada?