On yıl önce ABD'nin Suriye büyükelçisiyken, işten sonra sık sık evime yürüyerek gider ve bu sırada lahmacun satan yerel bir lokantadan akşam yemeği alırdım. Yürüyüşüm sırasında insanların televizyonlardan Mısır'daki ardından Libya’daki ve Yemen'deki güncel olayları izlediği kafe ve dükkanların önünden geçerdim.
17 Şubat akşamı, büyükelçiliğimizden 3 kilometre uzaklıkta, Şam'ın merkezinde bulunan el Harika pazarında o gün barışçıl bir gösteri yapıldığını öğrenmiştik. Suriyelilerden biri bana bu gösteri hakkında sosyal ağlarda nasıl bilgi bulacağımı anlatmıştı. Aynı şekilde Dera'da yaşanan olayları da Suriyeli arkadaşlarımızdan öğrenmiş ve yine bize Facebook üzerinden bu konuda nasıl bilgi sahibi olacağımızı aktarmışlardı. O ilk günlerde diğer Suriyeliler gibi biz de bu haber ağlarını takip etmiştik.
Bugün dönüp olanlara baktığımda, sürekli olarak ve nefes nefese Suriye'deki gelişmelere yetişmeye çalıştığımızı hatırlıyorum. Daha da önemlisi, hiçbirimiz 2012'de durumun gerçek bir savaşa dönüştüğünün farkına varamamıştı. Sahada olan, varil bombaları ve kimyasal silah saldırılarının baskısı altında yaşayan Suriyelilere gelince; bunu çok iyi anlamışlardı. Buna karşılık çok uzakta, Washington'da yaşayan Amerikalı yetkililer, "askeri bir çözüm olmadığı" konusunda ısrar ettiler. Bu söylemi 2011'den günümüze binlerce kez tekrarladık. Öyle ki bu cümle zihnimizde sağlam bir inanca dönüştü.
Bununla birlikte gerçek şu ki, savaşlarda askeri denge en önemli unsur olmaya devam ediyor.
Bu bağlamda, Stalin'in danışmanları kendisini Sovyetler Birliği’nin Katolik bir ülke olan Polonya'daki eylemlerine Papa'nın kızacağı konusunda uyardığında, “Papa’nın kaç taburu var?” yorumunu yaptığını hatırlatmakta fayda var. Nitekim Sovyet ordusu 49 yıl Polonya’da kaldı.
Amerikalılar, Rus hava kuvvetlerinin Eylül 2015'te Suriye savaşına doğrudan müdahale etmesinden sonra kendilerine yapılan çağrılara yanıt vermediler. Başkan Barack Obama böylece Rusların, Amerikalıların Vietnam'da karşılaştıklarına benzer bir bataklığa saplanacaklarını umdu. Ancak burada, Vietnam Savaşı sırasında, ABD’nin her hamlesine karşılık Sovyetler Birliği ve Çin'in Kuzey Vietnam'a daha fazla malzeme ve silah gönderdiklerine dikkat çekmeliyiz.
Washington, Suriye’nin Rusya’yı bekleyen bir bataklık olması için ülkedeki muhalefetin sürekli ivme kazanması gerektiğini idrak edemedi. Washington'da halen bazılarının Rusya'nın Suriye’de bir bataklıkla karşı karşıya kalacağına dair umutlarını ifade ettiklerini duyuyorum. Ancak askeri dengenin gittikçe Moskova ve Şam lehine döndüğü ve Moskova'nın Suriye'deki savaşın maliyetini kolaylıkla karşılayabileceği artık açık ve net.
Aynı şekilde Amerikalılar, yaptırımlara rağmen tahtında kalacağı aşikar olan Beşşar Esed'den tavizler koparmak için ekonomik yaptırımların gücü konusunda da büyük umutlara sahipler.
Buna ilaveten Amerikalılar, "Suriye Dostları Grubu" toplantılarında dışişleri bakanları arasında varılan uzlaşının savaşta askeri strateji ve taktiklerle ilgili mutabakata denk olabileceğini düşünerek hata yaptılar. Kendi açımızdan, çatışan çıkarlar ve ulusal gündemler sorununu, "Özgür Suriye Ordusu"na zarar veren ve Esed için askeri bir yardım oluşturan “Suriye dostu” ülkelerin istihbarat servislerinin çelişkili eylemlerini çözmekte başarısız olduk.
Amerikalıların yaptığı en büyük hata ise Suriyelilerin nasıl düşündüğünü anlayamamaları oldu.
Şahsen, Temmuz 2011'de Hama'yı ziyaret etmiş ve Esed hükümetine, bir katliam yaparsa 1982'de olanlardan farklı olarak durumu yakından izleyeceğimize dair bir mesaj göndermiştim. Şehre yaptığım ziyaretin ardından pazartesi günü Dışişleri Bakanı Velid el Muallim ile yaptığım görüşmede de bundan bahsetmiştim.
Ne yazık ki ziyaretim birçok Suriyeli göstericide Washington'ın "rejim değişikliğini" desteklediğine dair bir izlenim bıraktı ve Obama'nın Ağustos 2011'de Esed'in görevi bırakmasının gerektiği hakkındaki açıklaması da bu yanlış izlenimi pekiştirdi.
Ancak Washington gerçekte, 2003'te Bağdat'ta yaşananlardan sonra rejim değişikliği yerine geçiş döneminde ülkeyi yönetmesi için Suriyeliler arasındaki müzakerelerde üzerinde mutabakata varılan bir ulusal birlik hükümeti kurmak istiyordu. Gelgelelim 2011-2019 döneminde Amerikalıların eylem ve açıklamaları, odak noktasını Suriyeliler arasındaki müzakerelerden yabancı ülkelerin müdahalelerine kaydırdı.
Şimdi de Amerikalılar özerk yönetim modelinin Esed'i taviz vermeye zorlayacağını umuyorlar. Birçok Suriyeli ademi merkeziyetçiliğin veya federalizmin anlamının tam olarak bilincinde olmasa da yönetimin ayrı bir etnik grubun, bağımsız bir milis grubun ve bağımsız bir yönetimin elinde toplanması türünden adımların ülkelerinin bölünmesine yol açmasından korkuyorlar.
Amerikan özyönetim destekçilerinin çoğu Esed'in bu endişeleri nasıl kullandığının farkında değil. İdlib, Afrin, Haseke ve Deyrizor'u yöneten yerel Suriyeliler, birleşik bir ülke istiyor olabilirler ama bunun nasıl olacağını açıklamıyorlar.
Elbette bu vizyonu ve planı oluşturmak biraz zaman alacak. Ancak gizli tutulmayacak büyük tavizler gerektirecek. Bu tavizlerin, özellikle askeri denge açısından acı verici olması gerekecek. Belki de bu konudaki tartışmalar küçük gruplar halinde başlamalı, ardından kademeli olarak genişlemeli. Fakat düzenleyici fikirler ve çabalar Amerikalılardan değil Suriyelilerden gelmeli.
Bu bağlamda Almanların 1990’daki birliklerini, doğu ve batı kesimleri arasındaki müzakereler ile dört işgalci ülkenin Avrupa’nın bölgesel güvenliğine yönelik tartışmalarının birbirlerinden ayrı ve farklı bir süreç izlemeleriyle yeniden kazandıklarını belirtmeliyiz. Almanlar en başta kendi aralarında bir mutabakata varmasalardı, bir anlaşma da mümkün olmazdı.
TT
Suriye'yi doğru anlamadık
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة