Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Papa, İran çevrelerinde tartışmalara neden oldu

Papa Francis, bu ayın başlarında Irak’a bir ziyaret gerçekleştirmek üzere yola çıktığında, seyahatinin istenmeyen sonuçları olan bir yasanın çıkarılmasına yol açacağını tahmin edemezdi. Ancak tam olarak da olan buydu.
Papa’nın Necef’te Büyük Ayetullah Ali Muhammed es-Sistani ile yaptığı kısa görüşme Şii İslam’ı ve geleceği hakkında geniş çaplı bir tartışma başlattı. Papa’nın Sistani’nin evine davet edilmesinin Tahran’daki Humeyni destekçilerini kızdırdığı açıktır. Vatikan’ın Sistani’yi ‘Şii toplumunun ruhani lideri’ olarak tanımlamasının ardından duydukları memnuniyetsizlik, gizli bir öfkeye dönüştü.
Humeynicilere göre elbette ki Yüce Rehber Ali Hamaney, yalnızca Şii İsnaaşeriyyecilerin değil aynı zamanda tüm İslam ümmetinin lideri olarak kabul edilmelidir. Bununla birlikte iki farklı mefhum olan din ve siyaset hakkında tartışmalara alan açmak için kimin daha büyük ağırlığa sahip olduğu konusundaki tartışmalar hızlıca bir kenara bırakıldı.
Sistani, Şii mezhebinin klasik ekolüne mensup. Batı akademilerinde bu ekol ‘en sessiz’ olarak niteleniyor.
Bu ekolde teolog, toplumun vicdanı olmanın yanısıra ahlaki bir rehber olarak görev yapar. Seküler parti ve ideolojilerden uzak durur. Bu ekole göre insanlar tek başlarına mükemmel hükümeti kuramazlar. Bu yalnızca Gaib İmam’ın uzun süren gaybet-i kübrasından dönüşünde üstelenebileceği bir görevdir.
Dönüşten önce süreç, ‘bekleme dönemi’ olarak adlandırılır. Bu süreçte mü’minlerin İslami öğretileri takip ederek dindar bir hayat yaşamak için ellerinden geleni yapması gerekir. Bir diğer ifadeyle, İslami kuralların topluca dayatılmasından ziyade bireysel dindarlığa odaklanılır.
Son 100 yılda Şiiliğin içindeki ve dışındaki bazı radikal düşünürler bu görüşe meydan okudular. İran'da 1905-1911 Anayasa Devrimi sırasında, Rus yanlısı bir din adamı olan Şeyh Fadlallah Nuri, Batı tarzı demokrasiye karşı çıkarak, bir din adamı yönetimini hedefleyen ‘projesini’ destekleme çağrısında bulundu. Tartışmayı kaybetti ve meslektaşlarından oluşan bir mahkeme onu idam cezasına çarptırdı. O dönemde önde gelen mollalar, Gaib imam’dan sonra en iyi yönetim şekli olarak anayasal monarşiyi desteklediler. Din adamının ahlaki koruyucu olarak bir rol oynadığını düşündüler.
1960’lı yıllarda Şeyh Fadlallah’ın yerine bir isim bulundu. Bu isim ‘velayet-i fakih’ kavramına siyasi bir boyut kazandıran ve dul kadınlar, yetimler ve benzeri savunmasız insanların din adamlarının vesayeti altında olduğunu ilan eden Ayetullah Humeyni’ydi. Humeyni’ye göre bugün Müslüman toplumlar, tamamıyla din adamların vesayetine ihtiyaç duyan ‘mustaz’aflar’ (savunmasız- ezilen) kategorisinde yer alıyor.
Humeyni, 1980 yılında yaptığı bir konuşmasında bu konudaki tutumunu şöyle özetlemişti: “Müslümanlar, demokrasi istemiyor. Demokratik cumhuriyet diyen herkes İslam düşmanıdır. Tüm trajedilerimiz bu özgürlük isteyenlerden kaynaklanıyor. Müslümanlar için özgür ve bağımsız, içinde ne ilah ne peygamber ne de bir imamın bulunmadığı bir batı toplumu inşa etmek istiyorlar. Ne namaz ne de kelime-i şehadetin olmadığı bir toplum istiyorlar. Oysa ki en nihai ve yüce hedefimiz bunlar.”
İran Dini Lideri Ali Hamaney, geçtiğimiz hafta Sistani’yi hedef alan gizli ve hafif bir eleştiri ile Humeyni’nin vaazlarını tekrarlayarak şu ifadeleri kullandı: “Övgüye değer bir yaşam, ilim ve hikmetin gelişmesi, maddi rahatlık ve esenlik dinin amaçlarıdır. Fakat bu hedeflere nasıl ulaşılabilir? Tüm bunlar planlama ve askeri güç gerektirir. Her şeyden önce siyasi güç ve bir lidere ihtiyaç duyar. İzole edilip yalnızca uyarılarda bulunan bir kişi bunları gerçekleştiremez. İlahi projeyi gerçeğe dönüştürmek için bir hükümete ve bir lidere ihtiyaç vardır.”
Hamaney sözlerine şunları da ekledi: “İslam, kişisel bir proje değil. Sadece namaz, samimiyet ve ibadetlere bağlılık yeterli değil. İmam Humeyni, nebevi mesajı yeniden canlandırdı ve insanların artık hatırlamadıkları İslam’ın gerçek boyutlarına yeni bir hayat verdi.” Siyasal İslam'ı eleştirenlerin İslam düşmanı olduğunu iddia etti. Hamaney, "Siyasal İslam, bugün İran'da sahip olduğumuz şeydir. Büyük imamımız tarafından inşa edilen şeydir” dedi.
Humeyni rejimi, tevhid (tektanrıcılığı) kavramının gerçek hayata aktarılmasıdır. Mücadele ve emirler (vesayet) yoluyla tüm insanlığı kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
Yazılarına, sözlerine ve genel davranışlarına göre, Şii bilginlerin büyük çoğunluğu Humeyni’nin İslam vizyonunu öncelikle siyasi bir proje ve dolayısıyla yenilik (yani yaratıcılık) olarak görüyor.
Örneğin Kum kentindeki Büyük Ayetullah Alevi Burucerdi, dinin siyasi bir boyutu olduğunu söylerken siyasi bir ideoloji veya siyasi bir partiye indirgenemeyeceği konusunda ısrar ediyor. Geleneksel Şii din adamları, toplumu ilgilendiren konularda görüşlerini ifade etme konusunda kendilerini siyasi alanın dışında görmezler. Ancak politika oluşturmada etkili olmak için din adamlarının yönetimde bulunması gerektiğine inanmıyorlar. Alim Seyyid Kazım el-Assar, bu konuda şöyle diyor: “Din adamları devlete kucak açarsa devletin de din adamlarını kucaklayacağını unutmamalıyız.”
İronik bir şekilde, Şii din adamları geçtiğimiz yüzyıl boyunca en büyük siyasi başarısı, yönetici yerine ‘danışman’ olarak rollerine sarıldıklarında elde edildi. Ayetullah Muhammed Hasan Şirazi, tek bir fetva ise zelil tütün ticareti üzerindeki tekeli kaldırdı. Hem Ayetullah Abdullah Mazandarani hem de Ayetullah Muhammed Kazım el-Horasani, siyasi güç elde etmeden anayasal hareketin zaferini güvence altına almaya yardımcı oldu.
Daha yakın zamanlarda Sistani, Iraklı Şiilerin birliğini korumayı başardı. Siyasi bir görev üstlenmeden DEAŞ’ı yenmek için gereken enerjiyi seferber etmeye yardımcı oldu.
Buna karşılık, Humeyni, İranlıları birbirine düşürdü. Şiilerin çoğunlukta olduğu Irak'la savaş başlattı. Bu durum bir milyondan fazla insanın ölümüne neden oldu.
Hamaney en az iki ana noktada yanıldı: Tevhid (vahdet veya vahdaniyet) sadece Allah için geçerlidir, başkası için değil. Bir din adamı veya başka biri tarafından mutlak yargılama için bir gerekçe olarak kullanılamaz. Burada Hamaney'in en sevdiği din adamlarından biri olan Ayetullah Behcet şöyle diyor: “Tevhidin, güvence altına alınması için, diğer her şeyin çoğulluğunun güvence altına alınması gerekir.” Bir başka deyişle Allah’ın birliği, tek bir lider veya parti, bir veya bir politika olduğu anlamına gelmez. Böyle bir iddia bir çeşit ‘şirk’ veya başkaların Allah’ın birliğine bağlayan bir şekil olacaktır.
‘Tek Halk, Tek Devlet, Tek Lider’ sloganı, yalnızca ideolojik olarak takıntılı olanların benimseyeceği bir slogandır.
Dini Lider Ali Hamaney, ‘vesayet’ (talimat ve yasaklama emiri) mefhumunu da yanlış anladı. Düşündüğünün aksine, ‘vesayet’ totaliter bir devletin halka belirli bir propagandacı dayatması anlamına gelmez. Tek anlamı; tavsiyelerde bulunmak, sorunların alternatif okumalarını sunmaktır. General Süleymani'yi, bir elinde makineli tüfek, diğerinde dolar dolu bir ‘Samsonite’ marka çanta ile göndermeden mü’minleri dikkatli bir şekilde doğru yola yönlendirmektir.