Husam İytani
TT

Vahşiliğin ve sefilliğin hikayesi

İnsanların çocukları ve akrabaları hakkında bir haber duymayı beklediği hapishanenin önündeki uzun kuyrukta bir kadın, tutuklanan oğlu hakkında bilgi almak için ayakta bekleyen ünlü şair Anna Ahmatova ile tanıştı. Kadın korku, soğuk ve hapishanelerin içler acısı hali karşısında bitap düşen bekleyenlere işaret ederek şöyle sordu: Tüm bunları betimleyebilir misin? Ahmatova, çocukları ve arkadaşları hakkında yüreklerine su serpecek bir haber almak için can atan insanların sahnesini iyice ölçüp tartarak “Evet. Yapabilirim” şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine soruyu soran kadının yüzünde bir tebessüm belirdi.
Ahmatova “yeni bir toplum” inşa etmek için Rus toplumunu ve diğer Sovyet toplumlarını yok eden Stalin’in hapishanelerinde kendisinin ve halkından milyonlarca kişinin yaşadıklarını derleyip toparladı. Böylece kendisinin yaşadığı acıların yanı sıra isimleri ve yüzleri olmayan kişilerin ölümlerini, hapse atılmalarını ve çektikleri işkenceleri anlatan Requiem (Cenaze- ölülerin ayini)adlı divanını yazdı. Şair bunları betimlemeseydi yaşanan her şey onlarla birlikte gömülüp yok olacaktı.
Bugün sırada bekleyen kadının şaire sorduğu sorunun aynısı ile karşılaşıyoruz: Bütün bunları betimleyip çizebilir miyiz? Lübnanlıların maruz kaldığı şiddet, zulüm ve aşağılanmayı kaydedecek biri var mı? Ahmatova’nın yaptığı gibi, bugünkü felaketin ileride bir daha tekrarlanmamasını umarak gelecek nesiller için bir sefalet günlüğü tutup bunu ezberlemenin bir faydası olacak mı?
Stalin terörizmi, aydınlık bir geleceğin ve refahın bedeli olarak Sovyet halkının üzerine çöktü. Dükkanlarda bir paket şeker ya da bir kutu çocuk sütü çalmak için müşterilerin çatışmasına seyirci kalan birinin sorusu şu: “Lübnanlılar hangi slogan ve proje için bu Calvary Dağı’nda (Hz.İsa'nın çarmıha gerildiği yer olduğu söylenen İsrail'deki dağ çn.) yürümeli? Lübnan’da Hristiyan veya Müslüman diye bir şey kalmayacaksa “Hristiyan haklarının” ne gibi bir faydası olacak? Ülke bir avuç dolusu küle dönüştüğünde, gözünü güç hırsı bürümüş kişiler ne gibi bir ödül alacağını sanıyor? Cumhurbaşkanlığı bu bedeli hakkediyor mu? Hastanede yatak ya da eczanede ilaç bulamayanların acılarına kulak veren biri var mı? Gelecekleri çalındıktan sonra göç kapılarının yüzlerine kapandığı çok sayıda gencin intihar etmesi, şiddet yanlısı grupların liderleri için bir şey ifade ediyor mu? Silahlar ile direnilmesi ve Medaye, Yebrud ve el-Kuseyr halklarının cesetleri üzerinde elde edilen ilahi zaferler, yurtdışında okuyan oğluna bankalar izin vermediği için para gönderemeyen ve bu yüzden oğlunun oralarda evsiz barksız kaldığını gören bir annenin yüreğine su serpebilir mi? Tüm bunların amacı ve hedefi nedir? Ya da siyasetçiler, bankacılar ve kan tüccarları, bu bitik ülkenin yıkımından ne elde etmeyi, ne kazanmayı bekliyor? Esasen Lübnan’ın enkaza dönüşmüş hali açgözlülüklerini ve sefilliklerini uygulamak için ne gibi bir fayda sağlayacak?
Şu anki iç karartıcı tablo, genç siyasetçilerin ellerinde sadece birer rehine ya da delirmiş bir bölgede bir pazarlık kartı olmadığımızı, her şeyden önce onurunu işgalci güçlerin ve onların hizmetkarlarından geri almak için uzun süre mücadele eden insanlar olduğumuzu bizlere unutturuyor. Elimizde kalan bu küçük şey ölümle aramızda duruyor. Bu yüzden, yazarların ve araştırmacıların Gulag, Holokost ve Filistinlilerin Nekbe Günü dehşetlerini kaydettiği gibi Lübnan’daki yönetici kesimin halkın aleyhine yaptığı şeyleri yazmamız gerekiyor. Sahtekarların, fırsatçıların ve otlakçıların bu anılara karışmasını engellemeliyiz.
Halk hareketi; hizipçi güruhun gücü, susturucular ve Beyrut’u yok eden amonyum nitrat yığınları ile bastırıldıysa hafıza ve tarih sahnesi, yönetici koalisyonun anlatılarından, çarpıtmalarından ve iddialarından yoksun olmamalı. Kabirlerimizin derinliklerinden ve yoksulluğumuzun en dip noktasından aç karınlarımızla, ülkemizi halkının hak etmediği bir düzeye indiren ve iç savaşın en şiddetli günlerinin Lübnanlıların bugün yaşadıklarına kıyasla çocuk oyuncağı gibi göründüğü günlere taşıyan, bu zelil ve suçlu koalisyonun üyelerinin isimlerini ve yüzlerini unutmamalıyız.
Yalanlarını, aldatmacalarını, sıradan insanların duygularını manipüle ettiklerini ve namus, reform ve saflık iddialarına sarılı sözlerle nefret, cinayet ve hırsızlığa teşvik ettiklerini unutmamalıyız. Arsızlıklarını, günahkarlıklarını ve vatandaşlarını nasıl kandırıp yolsuzluk, korku ve fakirliğin ağırlığı altında ezdiklerini yüzlerine vuracağımız günün çok da uzak olmadığını umut etmemiz gerekiyor.
Şu anki nesil o günü görecek kadar şanslı olmayabilir. Ancak eli kanlı tefeci bir grubun bu ülkeye getirdiği en karanlık günlerin öyküsünün yazılması gerekiyor. Ne yazık ki çoğu, özgürlük rüzgarları yerine güvenli sığınakları tercih etti. Kurbanlarının elleri ve ayakları nefret ve korku prangalarına vurulduktan sonra sessiz ve çaresiz bir şekilde sonlarına doğru sürüklenip seyirci kaldıkları bir suç hikâyesi…. Bu hikâye Lübnanlılar tarafından insanlığın vahşilik ve kendi cinsi karşısındaki sefillik tarihine bir katkı olmuş olacak.