İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Erdoğan dostlar arıyor

Siyasi bir liderin ya da bir ülke başkanının çıkıp dostlar aradığını ilan etmesi nadir görülen bir şey. Liderler arasındaki dostluklar genellikle ülkelerin çıkarlarının örtüşmesi, karşılıklı saygı gösterilmesi ve birbirlerinin iç işlerine karışılmaması ile sağlanır. Bireyler arasındaki dostluklar da iyi niyet, karşılıklı sevgi ve karşı tarafın duygularına saygı duyulmasına dayanır.
Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın düşmanlıkların bitirilmesi gerektiğine vurgu yaptığı partisinin kongresinde yaptığı gibi, bir ülke liderinin dostlar aradığını duyurması, o liderin yalnızlık hissettiğini ve dostları ile müttefiklerinin adreslerinin azaldığını gösterir. Bölgenin en büyük ülkelerinden birinin lideri olan Erdoğan'ı dost aramaya iten şey nedir ve bugün geride bırakmak istediği husumetler nasıl meydana geldi? Erdoğan’ın iktidarının ilk yıllarında ve seleflerinin ülkeyi yönettiği uzun yıllar boyunca Türkiye, önemli bir stratejik konumu olan güçlü bir ülke ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) kilit bir üyesi olarak bölge ülkeleri ve dünyadaki pek çok ülke ile karşılıklı saygı çerçevesinde sağlam ve iyi ilişkilere sahipti. Peki, bunların hepsi ne oldu da değişti?
Geçtiğimiz yıllarda Arap bölgesinde Türkiye’nin girmediği bir kriz ve müdahale etmediği ülke içi çatışma kalmadı. Gerek Kafkasya bölgesine doğru doğuya, gerek Yunanistan ve Ege Denizi'ne doğru Libya kıyılarına veya güneye varıncaya dek batıya, gerekse Suriye ve Mısır’a doğru güneye bakıldığında Türkiye sınırının olduğu yerlerde artık net çizgilerin olmadığı görülüyor.
Abartma olmaksızın ‘yayılma’ olarak adlandırılabilecek bu Türk hamlesinde başı çeken iki şey var. Bunun ilki Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını tekrar canlandırıp mümkünse sınırlarını eski haline getirme hayalleri. Cumhurbaşkanı’nın kendisi de pek çok etkinlikte bu hayallerini dile getirdi. İkincisi de siyasal İslam’ın Türkiye Cumhurbaşkanı’nın düşünce ve görüşlerini şekillendirmedeki rolü. Bu, 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlıların kaybeden tarafta yer almasıyla birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün biçtiği rolün zıttı olarak gören Türk İslam partilerinden miras kalan bir düşünce.
Aslında bu iki mevzuyu birbirinden ayırmak zor. Zira Erdoğan’ın ve siyasal İslamcı grupların düşüncesinin arkasında, bu imparatorluğun çöküşünden sorumlu olduğunu düşündükleri kişilere karşı “intikamcı” bir tutum yatıyor. Aynı zamanda bu kişiler, İslami hareketlerin yayılmasına ve bunların bölgedeki rejimlerin istikrarına ve ülkelerin egemenliğine yönelik tehditlerine karşı koymaktan da sorumlu tutuluyorlar.
Modern Türk devleti, bakışlarını ülke içine döndürme, Türk milliyetçiliğini temel alma, geçmiş mirasından uzaklaşarak geleceğe ve yeniliğe dikkat kesilen modern bir devlet inşa etme temeline dayandığı kadar Erdoğan iktidar dönemine bundan farklı hatta tam zıt temellere dayanarak başladı. Geçmiş hayalleri, gerek ülke içindeki kararlarla ilgili olsun gerekse yurtdışında Türk rolüne bakış açısıyla ilgili olsun Türk milliyetçiliği pahasına dini bağlılığı daha fazla göz önünde tutularak mevcut siyaseti yönlendiriyor.
Erdoğan’ın Türk nüfuzunun sınırlarının ötesine doğru yayılmasını neyin engellediğini göremeyen teorisinin, bölgedeki ülkelerle birçok sorunu, husumeti ve çatışmayı uyandırması kaçınılmazdı. Türkiye’nin bölgedeki ülkelerle bu sorunları yaşamasına gerek yoktu. Eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun çağrısını yaptığı “sıfır sorun” politikasının yerine Erdoğan’ın komşu ülkelerin aleyhine olacak şekilde ülkelere dalmasının meşruiyeti ve iç işlerine karışmasını destekleyen bazı kişileri -ki bunların içerisinde Arap ülkelerinde oturanlar da var- bir tarafa bırakırsak Erdoğan’ın siyaset başlığı “sıfır ya da neredeyse sıfır dost” oldu. Böyle bir politikanın Türkiye’nin müdahaleci tavrından zarar gören ülkelerle husumete yol açması doğaldı. Aynı şekilde bu, Türkiye’nin kendi içerisinde Erdoğan’ın partisi (Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)) ile muhalifleri arasında ve AKP’nin saflarının gittikçe dağılmasıyla birlikte parti içerisinde kavgalara yol açtı. Bunlardan en öne çıkanı Erdoğan’ın iki eski yoldaşı, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu ile ters düşmesi oldu.
Mesele, Erdoğan’ın komşuları ile olan anlaşmazlıkları ile sınırlı kalmayarak Türkiye’nin Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerine kadar uzandı. Bu ülkelerden en öne çıkanı Yunanistan, Fransa ve Almanya oldu. Bunun yanı sıra birçok konuda Avrupa Birliği (AB) projesinin esas aldığı değerlere ters düşecek şekilde daha katı politikalar izlenmesi sonucunda Türkiye’nin AB’ye girme olasılığında net bir düşüş yaşandığı görülüyor.
Erdoğan'ın politikaları, iddia ettiği gibi Türkiye'nin çıkarlarının korunmasına yardımcı olmadı. Aksine, Yunanistan ve Türkiye gibi iki komşu ülke arasında ileriye bakmaya yardımcı olmayan eskide kalmış hassasiyetleri yeniden gün yüzüne çıkaran sorunlar yüzünden Ege Denizi’nde tansiyon yükseldi. Bu, Avrupa’nın ve uluslararası çevrelerin çözüm bulmaya yönelik çabalarına rağmen Kıbrıs krizindeki anlaşmazlığın daha da şiddetlenmesine yol açtı.
Türkiye’nin Kafkasya’da Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmada Azerbaycan’ın tarafını tutarak müdahalede bulunması, Erdoğan’ın listesinde kalan az sayıdaki dostlarından biri olmasına rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ilişkilerini de etkiledi. Bu çatışmada olduğu gibi Türkiye’nin Suriye savaşına müdahale etmesi, çıkar çatışması ve Beşşar Esed rejiminden geriye kalan yerlerde nüfuzu paylaşma arzusu nedeniyle rakip ancak aynı zamanda iki dost olan Erdoğan ve Putin’in arasındaki ilişkileri de etkiledi.
Erdoğan’ın son konuşmasında söylediği gibi Türkiye’nin, ne doğuya ne de batıya sırtını dönme lüksü yok. Erdoğan’ın ilişkilerini düzeltmek istediği ülkelerden oluşan uzun listesinde ABD, Rusya, AB ülkeleri ve Arap ülkeleri yer alıyor.
Öyleyse Erdoğan yeni bir suretle karşımıza çıkıyor. Ancak soru şu: Erdoğan'ın, başka ülkelerin işlerine karışmama ve Türkiye'nin işlerine ve sorunlarına odaklanma taahhüdü vermedikçe başarılı olması mümkün olmayan bu yeni hamlesinde bu büyük değişimi gerçekleştirme isteğine güvenilebilir mi? Son yıllarda gördüklerimizden farklı bir ‘Erdoğan projesi’ ile mi karşı karşıyayız?
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Erdoğan tarafından gelen bu ‘kura’ kısaca şöyle cevap veriyor: “Türkiye’nin attığı bu adımların Türkiye’nin içerisindeki gerilimler ışığında devamlı ve etkili olup olmayacağını görmek için daha fazla zaman gerekiyor.”
Hiç şüphesiz, Avrupalı ​​yetkiliyle birlikte pek çok kişi bu duruma ihtiyatlı bir şekilde yaklaşıyor ve Erdoğan’dan dostluk sinyallerinin ötesine geçecek farklı bir davranış gelmesini bekliyor.