İstemi Yılmaz
TT

AB ve ABD’nin Türkiye hesabı

Türkiye bir kez daha istikametini sorgulatan uygulamalarıyla gündemde. İç politikada kapatma davası, İstanbul Sözleşmesi, Merkez Bankası Başkanı değişimi, kabine revizyonu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin kongresinde kullandığı ifadeler... Dış politikadaysa NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu’yla ilk yüz yüze teması, Alman Şansölyesi Angela Merkel ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki telefon görüşmesi ve Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nden çıkan sonuç bildirisi...
Sadece bir haftalık zaman aralığına sığdırılan gelişmeler, aylardır merakla beklenen Biden ABD’si-AB ikilisinin saflarını sıklaştırarak yeniden kurguladığı “Batı cephesinin” Ankara politikasına dair somut ipuçlarını gözler önüne serdi.
Yoğun gündemin ortasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield, uzun süren sessizliğini bozarak Türk gazetecilerle bir araya geldi. Amerikan büyükelçiliği personellerine dair şüphe uyandıran Pastör Brunson ve Büyükada davalarından sonra göreve gelip suskunluğu tercih eden Satterfield, sanki Washington’dan talimat almış gibi bir anda basınla ilişkilerini güçlendirmeyi tercih etti.
Toplantıya katılan gazetecilerden edindiğimiz bilgilere göre, Satterfield’ın anlattıklarında iki vurgu öne çıkıyor. Birincisi, Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemlerinin neden olduğu krizin Türkiye geri adım atmadan çözülemeyeceği. Büyükelçi çok açık bir ifadeyle Kongre’den geçen yasa nedeniyle S-400’lerin Türkiye tarafından alınmasının cezasız bırakılmayacağının ve bunun bir “Türkiye-ABD değil Rusya-ABD sorunu” olduğunun altını çiziyor. Satterfield ayrıca, “Türkiye’yi Rusya’yla yeni füze bataryası veya başka bir askeri mühimmat anlaşması yapmaması için uyardıklarını” dile getiriyor. Aslında ABD, bu sorunu Cumhuriyetçi Donald Trump’ın başkanlığının son günlerinde çıkarttığı yaptırımlar çerçevesinde değerlendirip, krizi buzdolabına kaldırabilirdi. Fakat bunun yerine Biden yönetimi S-400 meselesini “sopa” olarak elinde tutmayı tercih etti.
Büyükelçinin ifadeleri arasında dikkat çeken ikinci vurguysa Brüksel’i ön çıkarması. Türkiye’de “rahatsızlık duydukları” uygulamaların “AB’de negatif etki bıraktığını” kaydeden Satterfield, güçlü bir Brüksel-Ankara ilişkisi istediklerini özellikle de gümrük birliği anlaşmasının modernizasyonu veya göçmen mutabakatı gibi konuların çözüme kavuşması gerektiğini söylüyor. Türkiye’nin kırmızı çizgileri olan FETÖ ve YPG/PKK terör örgütleriyle mücadeleye dair tek kelime edilmeyen (belki gazeteciler sorma gereği duymadı) toplantıda Büyükelçi’nin tutumu açıkça “topu AB’ye atmak” anlamına geliyor. Böylece iç ve dış krizlerde Brüksel Ankara’yla karşı karşıya gelecek ve Washington, kendisini çatışmadan soyutlayacak.
Amerika’nın bu yeni stratejisinin izlerini AB Liderler Zirvesi’nde tetkik etmek mümkün. Söz konusu toplantıda Avrupalı devletlerin Türkiye’ye yaptırım uygulamak istediği ancak Biden yönetiminin “Değişime hazır Türkiye’yi küstürmeyin” mesajıyla sert tutuma müdahale ettiği konuşulanlar arasında. Toplantının sonuç bildirisinde bu müdahalenin izi görülebiliyor. Bolca uyarı ve sıfır icraat... Yaptırım kartı masada olsa da atılacak adımlar haziran ayına ertelenmiş durumda.
Yaşananlar Satterfield’ın açıklamalarıyla birleştirilince tablo biraz daha netleşiyor. Buna rağmen Demokrat hükümetin Ankara’nın önceliklerini anlayabildiğini söylemek güç. Türkiye’nin AB ile anlaşması, ABD ile mutabakata varmaktan daha kolay. Sadece ve sadece Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de bir anlaşmaya varılması bile Ankara’nın elini güçlendirecektir. Mısır’la masaya oturmanın tartışıldığı enerji hesaplaşmasında Türkiye’nin komşusuna zeytin dalı uzatması ihtimal dahilinde. Ancak terör bagajının ağırlığı, eninde sonunda Washington’ın hesaplarını bozarak Türk-Amerikan çatışmasına yol açacaktır.