Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

İran’ın önündeki seçenekler yanılsama ve hile değil

İki ay mı yoksa dokuz ay mı? Bugün, İran’ın geniş çaplı uranyum zenginleştirme programı yürüttüğü nükleer tesisi Natanz’da meydana gelen son ‘olaylarla’ ilgili yaygın bir şekilde gündeme gelen soru budur. İsrail istihbaratının sorumlu tutulduğu bu son olay, Washington’daki yeni ABD yönetimi üzerinde baskı oluşturma çabasıyla iki aydır maksimum kapasitede çalışan yaklaşık beş bin santrifüjün devre dışı kalmasına neden oldu.
Diğer yandan İranlı yetkililer, santrifüjlerin iki ay içinde tam kapasiteyle çalışmaya geri dönebileceğini duyurdu. Buna karşılık Batılı uzmanlar, söz konusu sürenin yüksek bir ihtimalle dokuz ayı bulacağı görüşündeler. ‘Olay’, İranlı elçilerin Amerikalı diplomatlarla Washington, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) tarafından uygulanan yaptırımların kaldırılması karşılığında Tahran’ın uranyum zenginleştirme programını azaltacağı olası bir anlaşmaya yönelik dolaylı görüşmelere katıldığı bir dönemde meydana geldi.
Buradaki en önemli soru şu: Gerçekten bu ‘olayın’ arkasındaki İsrail ise operasyon yeni Biden yönetimi ile koordineli bir şekilde mi gerçekleştirildi? Ancak Tahran bunu imkansız görüyor. Şayet ortada bir koordinasyon varsa o zaman İsrail’in, Biden’ın mollaları yeni müzakerelerde bir miktar esneklik göstermeye doğru itmeye yardım etmede bir rol oynamaya çalıştığını varsaymamız gerek. Bu, ABD ve İsrail’in daha önce Ortadoğu’da birçok kez yaptığı bir ikili dans… Bununla birlikte İsrail, kendi başına hareket ettiyse, o zaman da Tel Aviv’in İran tehdidine ilişkin değerlendirmesinin Başkan Biden yönetiminden farklı olduğu kanaatine varmalıyız.
Belki de nükleer silaha sahip bir İslam Cumhuriyeti’nin varlığı İsrail için varoluşsal bir tehdit oluştururken ABD için yalnızca bir rahatsızlıktır.
Her hâlükârda kesin olan bir durum var: Geçtiğimiz hafta Washington Post’un bir başyazısında ifade edildiği gibi olay, Biden yönetiminin İsrail kaynaklı ‘kazaların’ İran nükleer programını aksatabileceğini ancak bu programı diplomatik yollarla durdurma gücüne yalnızca ABD’nin sahip olduğunu düşündüğü bir dönemde gerçekleştirildi.
Bununla birlikte şunu soralım: Ya eski Başkan Barack Obama tarafından inşa edilen nükleer meselesi tüm ‘İran sorununun’ çekirdeğiyse ve gerçek ya da hayali düşmanları yollarından saptırmak için basit bir dikkat dağıtmaysa ne olacak?
Yüce Rehber Ali Hamaney ve yardımcıları, İran’ın gerçekten de bir nükleer politikaya sahip olduğunu iddia ediyorlar. Elektrik üretmeyi hedefleyip bunun için uranyum zenginleştirme üzerinde çalıştıklarını söylüyorlar.
Ancak İran, yönetimi ele geçirmelerinden 42 yıl sonra bugün halen yarı metruk bir nükleer enerji santraline sahip. Genellikle kapalı bulunan bu santral, İran’ın ihtiyaç duyduğu elektriğin yüzde 1’inden azını üretiyor. Bu durumda bile tek enerji santrali için gerekli yakıtın, tesisin çalışmasının sonlandırılacağı 2032 yılına kadar yapımı üstlenen Rus yetkililer tarafından sağlanacağı göz önüne alındığında, İran’ın yerel olarak uranyum zenginleştirmesine gerek yok.
O halde İran uranyumu bomba imal etmek için mi zenginleştiriyor?
Obama, durumun böyle olmadığı konusunda kararlıydı. Bunun için Hamaney tarafından yayınlanan ve Müslümanların nükleer bomba yapmasını yasaklayan bir ‘fetvadan’ alıntı yaptı. (Bu fetvayı Obama’dan başka kimsenin bilmediğini söylesek yanlış olmaz)
Başkan Biden’ın Obama ile aynı fikirde olduğunu varsayarsak; o da bu fetvayı gördü ve inandı demektir. Bu da bizi, mollaların yararsız bir şey için kaynaklarını boşa harcamalarını engellemekle neden ilgilendiğini merak etmeye sevk ediyor. Mollalar açısından öneri açık: Kesinlikle yapmayacaklarını söyledikleri şeyi asla yapmamak, hatta yapmayı bile istememe vaadinde bulunmak…
Ya birçok kişinin İslam Cumhuriyeti'nin nükleer politikası olarak gördüğü şey bir politika değil de sadece bir numara ya da daha doğrusu bir sahtekarlıksa? Aslında bu yanılsama, dikkat odağını Tahran’ın kırk yıldır İran içinde ve dışarıda işlediği hatalardan ve gerçek suçlardan uzaklaştırarak Humeyni rejiminin çıkarlarına hizmet ediyor.
Belki de Avrupalılar tarafından formüle edilen mevcut diplomatik ‘girişim’, ABD'nin Tahran'ın uranyum zenginleştirme programını yavaşlatması için İran'a uyguladığı yaptırımların en azından bir kısmını uygulayacağı bir anlaşmaya varılmasını sağlar. Böylece Biden yönetiminin siciline diplomatik bir başarı eklenebilir. Diğer yandan 2019'dan bu yana ciddi şekilde paradan mahrum kalan mollalar, eski moda ve belki daha büyük ölçekte hatalar yapmaya devam etmek için ihtiyaç duydukları nakit meblağı elde edebilirler.
Gerçek şu ki Humeyni rejimi, teknik nedenlerle yüzde 20 oranında ihtiyaç duymadığı uranyumu zenginleştirerek kimseye zarar vermiyor. Bir nükleer bomba imal etmek istese bile bu uranyumdan asla yararlanamaz. Ancak Ortadoğu ve ötesinde geniş alanlarda terörizmi körükleyip istikrarı bozarak birçok kişiye zarar veriyor.
‘Devrimi ihraç etme’ ilkesi gerçekten de Yemen’deki savaşın alevlenmesine ve uzamasına katkıda bulundu. İran rejiminin katkısı olmasaydı Suriye iç savaşı, dünyanın bu yüzyılda gördüğü en büyük trajediye dönüşmezdi. Mollalar Hizbullah grubunu kurmasaydı Lübnan, yönetim yokluğu ve hatta belki de sistematik çöküşün eşiğine sürüklenmeyecekti.
Mollalar, en militan radikal grupları destekleyerek İsrailliler ve Filistinliler arasında bir arada yaşama anlaşmasına giden yolu kapatmaya katkıda bulundular.
Humeyni rejimi ülke içinde ise barışçıl protestolara son verip dini azınlıklara ve siyasi muhaliflere zulmederek, ayrıca yolsuzluk, kötü yönetim ve beceriksizlik yoluyla merkezi kurumları tahrip ederek toplumun hemen her kesimine karşı suç işledi. Bu duruma, koronavirüs (Kovid-19) salgını ile mücadele çabalarında da şahit oluyoruz.
Yukarıdakilerin hepsinin görmezden gelinmesi saflık ve ahlaki çürümenin doruk noktası olur. Lübnan, Irak ve Afganistan'da düzinelerce rehinenin gözaltına alınmasından ve yüzlerce Amerikan, İngiliz ve Fransız askerinin yol kenarındaki bombalar ve terörist saldırılar sonucu öldürülmesinden, dünya genelinde 22 ülkede 100'den fazla terör eylemi gerçekleştirmesinden bahsetmiyorum bile…
Mollalar ayrıca Rusya ve Çin'in, Çeçenya ve Doğu Türkistan'da yaptıklarına bir ‘İslami’ kılıf sağladılar. İslami iddialarının yanlışlığı başka seviyelerde de kendini gösteriyor. Örneğin Mollalar, Rusya'nın Abhazya ve Güney Osetya'da temsil edilen Müslüman yerleşim bölgelerini ilhak etmesini ve daha önce Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Suriye ve Azerbaycan Cumhuriyeti'ne Rus kuvvetlerinin konuşlandırılmasını da desteklediler. Mollalar, Burmalı güçler tarafından evlerinden sürülen bir milyondan fazla Arakan Müslümanı için ortak eylemin de önünü kestiler. Kendisini ‘Gerçek İslam’ın kahramanı olarak gösteren bir rejimin, Rusya'nın emriyle bağımsızlığını kazanan, Müslümanların çoğunlukta olduğu Kosova'yı bugüne kadar tanımayı reddetmesi de dikkat çekicidir.
Yukarıda bahsettiklerimizden İran sorununun, üzerinde fikir birliği bulunan uranyum zenginleştirme düzeyi ve Obama’nın iddia ettiği gibi Tahran’ın davranışlarıyla sınırlandırılmayacağı anlaşılıyor. Kesin olan şey, yanılsamanın asla gerçek politikanın yerini alamayacağıdır.