Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Viyana: Aynı hatalar ve aynı sonuçlar

Bir önceki nükleer anlaşmaya taraf ülkeler ile İran rejimi arasında Viyana'da yapılan görüşmeleri takip eden, tarihin tekerrür ettiğini, aynı hataları yapıp farklı sonuçlar bekleyenlerin kendilerini kandırdıklarını düşünür. Tarih tekerrür etmez ama “aldatılmaya yatkınlık” düşüncesine kapılmışları ve boyun eğenleri aldatır.
Önceki nükleer anlaşma tam bir başarısızlıktı ve bu başarısızlığın rasyonel ve gerçekçi nedenleri vardı. Viyana görüşmelerinin sonuçları ne olursa olsun, aynı tecrübe ve hatayı ikinci kez tekrarlayacak. Önceki anlaşmanın başarısızlığının en önemli sebeplerinden biri, Arap Körfez ülkelerini müzakerelerden, imza ve duyurudan tamamen dışlamasıydı ki bugün Viyana'da aynı şey tekrarlanıyor ve sonuç kesinlikle farklı olmayacak.
 Körfez İş birliği Konseyi (KİK) Viyana görüşmelerine kendisinin de katılması çağrısı yaptı. Genel Sekreteri P5 + 1 ülkelerinin bakanlarına gönderdiği açık mesajlarda; Arap Körfez ülkelerinin bölgede ve dünyada istikrarı destekleyen ülkeler olduğunu ifade etti. İran rejimiyle herhangi bir müzakerenin esas olarak onları ilgilendirdiğini ve dışlanmalarının, yeniden canlandırılması amaçlanan bu ölü anlaşmanın tekrar ölümle sonuçlanacağının teyidi olduğunu vurguladı.
Haberlerde görüşmeleri ve ayrıntılarını takip edenler, İran rejiminin korku içinde olduğu ve sert ABD yaptırımlarından zarar gördüğü birkaç ay öncesi ile bugün olanları karşılaştırmaktan kendilerini alamazlar. Batı’nın İran’ı şımartma düzeyi aşikar hale geldi ve İran rejimi de bundan bir tür kibirle faydalanıyor. İran rejiminin sadece aylar önce uranyum zenginleştirme oranında yüzde 60 seviyelerine ulaştığını duyurabileceğine kimse inanır mıydı? Gerçek şu ki, hiç kimse inanmazdı. Gelgelelim bu soru karşılaştırma kapısını açıyor ve İran ile herhangi bir şekilde herhangi bir anlaşmaya yönelik Batılı coşku ve gayretin boyutunu bilmek için konuyu açıklığa kavuşturuyor.
Önceki nükleer anlaşmanın kusurlarından biri, bölge ülkeleri için temel olan iki meseleyi net bir şekilde ele almamasıydı. Bunların ilki, İran rejiminin hegemonya kurma ve nüfuz elde etme emellerine, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki doğrudan ve dolaylı işgaller ile Arap ülkelerinin içişlerine apaçık müdahalesine ve bu bağlamda uluslararası hukuka tabi olması gerektiğine değinmemesiydi. Bu nedenle, İran’a karşı daha sert ve kararlı bir Amerikan yönetimi gelene kadar İran'ın kötülükleri, bu başarısız anlaşmanın ardından artmıştı. İkincisi, önceki nükleer anlaşma, İran'ın Arap Körfez ülkelerini tehdit eden balistik füzelerini ele almıyordu ve bu da anlaşmanın başarısızlığının nedeniydi. Bugün İran, gece gündüz Suudi Arabistan petrolünü, küresel enerji kaynaklarını, sivilleri ve sivil hedefleri hedef alıyor. Mesele artık İran'ın bölgeye zarar vermesi için serbest bırakılmasına dair korkulardan ziyade, tüm dünyanın izlediği fiili bir gerçeklik haline geldi.
İçe kapanma ve izolasyonculuğun geri dönmesi ve tarihin tanıdığı dünyanın en güçlü imparatorluğunun düşünce ve kararlarına öncülük etmesi, zorunlu değil, bilinçli bir siyasi arzu ve seçimle etki gerilemesinin bir göstergesidir. Haberler, ABD'nin yakın zamanda Afganistan'dan çekilmesinden, Irak, Körfez ve dünyanın diğer bölgelerinden de farklı biçimlerde geri çekilmesinden bahsediyor. Bu geri çekilme ve izolasyonun dünya ülkeleri açısından iki yönde sonuçları olacak; büyük güçler daha fazla nüfuz elde etme ve daha fazla güç empoze etmeye çalışacak, müttefik ülkeler ise daha güvenli ve çıkarlarını daha çok gerçekleştiren opsiyonlar arayışına girecekler.
Dünyadan çekilmek ve bunu yaparken kazançlarınızı koruyabileceğinizi ve kaybetmeyeceğinizi varsaymak mantıksal olarak doğru değildir, çünkü tarihin mantığı dengelidir. Bir boşluk oluşturan geri çekilme, başkalarını genişlemeye ve boşluğu doldurmaya zorlar. Müttefikler yüzüstü bırakıldıklarında, kendilerine ortak çıkarlar sunacak, önem ve gerekliliğini anlayacak olan başkalarını bulma arayışına girerler ve güç dengesi değişir. Tarih rasyoneldir, gidişatının bir mantığı, dinamiklerinin de bir bilgeliği vardır. Zarar görenler hesaplarını yeniden gözden geçirmeliler.
Yalnızca aldatılmaya yatkın olanlar, düşmanlarına, bağımsızlık ve istikrarlarına yönelik tehditlere göz yumulduğunda bile ülkelerin sessiz kalacağına inanırlar. Gerektirdiği tüm acı, çaba ve zorluklarla varoluş ve yokluk savaşlarına girişemeyeceklerini varsayarlar. O zaman silahlanma yarışının başlayacağını, hiç kimsenin bunu durduramayacağını ve sadece devletler üzerinde değil, tüm insanlık üzerindeki etkilerini kontrol edemeyeceğini tasavvur edemezler.
Viyana görüşmelerinin gönderdiği mesaj; haydut bir siyasi rejim iseniz uluslararası yaptırımlara maruz kalırsınız. Bunda diretir, ileri gidip daha fazla kötülük yayarsanız, o zaman büyük ülkeler ve uluslararası kurumlar sizinle pazarlık ederler. Aynı eğilimde daha da ileriye giderseniz size tavizler sunulur, yaptırımlar kaldırılır ve şımartılırsınız.
Uluslararası güçlerin yükseliş ve gerilemeleri, kazananların ve kaybedenlerin olduğu büyük kargaşa anlarıdır. Tarih bundan bahseder, insanlar da bunu öğrenmiş ve deneyimlemişlerdir. Bu anlarda dünya, farklı bölgelerinde on yıllarca sürebilecek daha fazla çatışma, çekişme ve savaşın eşiğindedir. Devlet, millet ve halkların tarihi de bunun en iyi tanığıdır.
Dünya ülkelerinin insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde birbiri ile yakın bağlantılı olduğu günümüzde, ne kadar güçlü, uzak ve kuvvetli olduğunu düşünürse düşünsün, hiçbir ülke büyük etki ve kargaşalardan uzak değil. Son yıllardaki terörizm olgusunu gözlemlemek, tarihin dinamiğini ihmal etmenin en uzak, istikrarlı ve güçlü devletler için dahi gerçek sorunlar yaratabileceğini bilmek için yeterli.
Bu bağlamda dünya, İran'a karşı bazı yaptırımlar kaldırıldıktan sonra terörizmin sona ermediğini çabucak keşfedecek. Destekçisi var olduğu, davranışlarında, stratejilerinde ve politikalarında ısrar ettiği ve bunların hepsinin cezasız kalacağını bildiği sürece çeşitli şekillerde ve isimlerle geri dönebileceğini fark edecek. Bu gevşeme ve sonuçları öngörülmeyen dünyadan geri çekilişin bedelini pek çok kişi ödeyecek.
Batı'da köktencilik, bizzat devletin himayesinde gelişecek, onu savunan ve bu grupların kötülüklerinin Arap ve Müslüman ülkelerle sınırlı kalacağını, kendilerini etkilemeyeceğini varsayan ülkeler için sayısız soruna neden olacak. Buradaki görmezden gelmenin gelecekte korkunç sonuçları olacak ve hastalığa gösterilen tolerans onu vebaya çevirecek.
Newton, “Her etkiye karşılık eşit ve zıt bir tepki vardır” der. Hegel de, “Tarih, çeşitli bilim türlerinde fikir ve kavramlardan oluşan geniş bir sistemde döngülerden geçer. Bu sistem, mantıklı düşünme, tarihin dinamiklerini gerçekçi bir şekilde ele alma ve dünya ile etkileşime, geleceğe dair  önemli bir bakış açısı, ne hayalperest ne de kasvetli olmayan bir okuma sunabilir”.
Son olarak Araplar da der ki, “İnsana en iyi kendisi derman olur”. Bölgede ve dünyada istikrar ve barışın, kendisini empoze etmek, korumak ve savunmak için pençelere ve güce gereksinimi var.