Hüseyin Şubukşi
TT

Coğrafya ve siyaset draması

Arap drama yapımı, toplumun karşı karşıya olduğu sorunları ortaya koyma ve bunlarla yüzleşme konusunda kendisinden beklenenlerden hala uzak ve bu konudaki başarılı girişimler istisna olarak kalıyor. Bu yıl ki Ramazan sezonunda çok beğenilen ve geniş çapta izlenen dikkat çekici bir dizi var, o da terör örgütleri, medya ve sanat dünyası, güvenlik servisleri arasındaki bazen karmaşık olan ilişkiyi önemli ve ayırt edici bir şekilde ele alan “el-Kahire Kabil” dizisi.
Dizi, çocukken arkadaş olan, ardından hayatın ayırdığı, her birinin kendi yolunu ve yaşam tarzını seçtiği 4 ana karaktere ışık tutuyor. Olaylar dizinin adından anlaşıldığı gibi Kabil’de geçiyor. Oradaki bir terör örgütü lideri ile Kahire’de terörle mücadele yetkililerinden biri ve hayatının fırsatını yakalayarak önemli bir haber yapmak isteyen bir gazeteciye ışık tutuyor.
Dizi, çok derin toplumsal bölünmelere neden olan, kanlı şiddeti doğuran, El Kaide, DEAŞ, Haşdi Şabi, Hizbullah vb. örgütlerin doğmasına yol açan kavram ve fikirleri ortaya çıkaran radikal, soyutlayıcı ve içe kapanık tekfirci söylemin nasıl nüfuz ettiğini konu alıyor. Bu, birikmiş miras köklerini Hariciler ve Haşhaşiler gibi grupların düşüncelerinde buldu. Bununla birlikte, yeterince ilgi görmeyen, ancak siyasi değişiklikleri ve sonuçlarını etkilemede rolü olan başka bir etkileyici faktör daha var; coğrafya. Coğrafya, siyaseti etkileyen önemli bir gizli faktördür. Çok önemli üç yeni kitabın benimsediği görüş de budur.
Birinci olan “The Power of Geography” (Coğrafyanın Gücü) adındaki dikkat çekici kitabında Tim Marshall, Avrupa, Pasifik, Türkiye ve Avustralya haritaları dahil olmak üzere dünyanın geleceğini belirleyecek 10 harita olduğunu yazar.
Yazara göre, bu bölgelerin coğrafyası çok keskin siyasi, dolayısıyla ekonomik gelişmelere neden olacağı için küresel haber sahnesinin ön saflarında yer alacaklar.
İkinci kitap; Klaus Dodds’un “Border Wars: The Conflicts of Tomorrow” (Sınır Savaşları: Geleceğimizi netleştirecek çatışmalar) adlı kitabı. Prof. Dodds bu kitapta, gelecekteki çatışmaların şekline ilişkin algısını sunuyor ve örneğin Gazze Şeridi gibi ilk akla gelen ve çatışmaların çekirdeği olarak tasavvur edilebilecek sınırlardan, uzay yarışına ve bu alanda beklenen çatışmalara kadar uzanıyor. Yazar, gelecekte sınırların anlamını ve şeklini, keza hükümetler ve halklar için sınırların anlamını ayrıntılı olarak açıklıyor. Buradan yola çıkarak geçmişte, günümüzde ve gelecekteki siyasi değişiklikleri nasıl anlayabileceğimizi izah ediyor.
Üçüncü kitap; Ian Goldin ve Robert Muggah’ın yazdıkları “Terra Incognita: 100 Maps to Survive the Next 100 Years” (Terra Incognita: Önümüzdeki 100 yıl boyunca kalacak 100 harita) adlı kitap.
Kitap, harita yapımının tarihini ve antik çağlardan beri insani keşifler ile büyük güçlerin ve imparatorlukların kolonyal genişlemeleri üzerindeki etkisini açıklıyor. İki yazar, haritalarda gelecekte yaşanacak devrimleri ve gelişmiş uyduları kullanarak oldukça yüksek doğrulukla konumları öğrenme teknolojisini sunuyor. Çölleşme, nehir ve göllerin kuruması, Kuzey ve Güney kutuplarındaki buzulların erimesi nedeniyle deniz ve okyanus sularının seviyesinin yükselmesi gibi gezegendeki keskin çevresel değişkenlere değiniyor. Deniz ve okyanus sularının seviyesinin yükselmesinin kıyı kentleri üzerindeki etkisini, kuzeyden güneye artan göç hareketliliğinin etkisini ve tüm bunların gelecekteki dünya haritaları üzerindeki sosyal etkisini ele alıyor.
Kitap, olayları etkileyen faktörleri açıklamak ve ispatlamak için "jeopolitik" terimini kullanıyor. Birçok kişi bu bileşik kelimenin ilk yarısının, büyük önem ve etkisini gösteren son derece açık ve büyük bir anlam ile coğrafyaya işaret ettiğini unutuyor. Bir zamanlar devrimci bir lider "tarihi değiştirmek isteyen ama coğrafyayı değiştiren adam" olarak tanımlanmıştı.
Napolyon Bonaparte ve Adolf Hitler'in neden oldukları sonuçlar gibi, bu tanımın uyduğu birçok örnek unutularak, bu söz sadece alaycı bir tanım olarak ele alındı. Bonaparte ve Hitler, ikisi de değişimi değiştirmek istemişlerdi, ancak sonuçta dünyayı tamamen yeni nüfuz bölgelerine böldüler.
Şimdi çok uzun zaman önce gibi görünen Beyrut'a yaptığım ziyaretlerden birinde Lübnanlı bir arkadaşımla iftar yapıyordum, aniden bana döndü ve şöyle dedi: “Lübnan’ın gerçek sorunu nedir biliyor musun dostum? Bir coğrafi hata olması! Yani Avrupa’da, Almanya ile Fransa arasında olsaydık daha iyi olmaz mıydı?”. Ona, “Sanırım o zaman Üçüncü Dünya Savaşı çıkardı” dedim ve ikimiz de gülmeye başladık.