İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Lübnan'ın durumu artık maliyetli maceralara ve hatalara olanak tanımıyor!

“Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz” (Bakara: 286).

Halkı, ordusu ve hükümeti ile Lübnan'ın bugünlerde karşı karşıya olduğu baskılar kaldırabileceğinden daha büyük.

Şark Sorunu ile başlayıp, Ortadoğu'yu kasıp kavuran, hegemonik “İsrail barışı” projesi ile devam eden tarihi uzlaşmalardan doğan Lübnan gibi kırılgan bir oluşuma, bölgenin tüm dertlerinin yükünü yüklemek haksızlıktır!

Bugün kısa süre önce dış etkilerin iç içe geçtiği bir iç savaştan çıkmış bir ülke olan Lübnan'a, bölge siyasetçilerinin hataları, oluşumları arasındaki husumetler, işgalcileri ile dış güçlerden onu kontrol etmeye çalışanlar arasındaki çatışmaların sonuçlarını yüklemek ne kadar büyük bir haksızlık!

Birkaç gün önce Lübnan Cumhurbaşkanı General Joseph Avn, hükümete karşı yabancı başkentler tarafından organize edilmiş ve bazı Lübnanlıların karıştığı bir entrika olarak değerlendirdiği olayı kınadı. Bu “entrikanın” sonuçları, Lübnan Kara Kuvvetleri Komutanı General Rudolf Heykel'in ABD'yi ziyaret etmesini engelleyen sorun ile kendini kısa sürede gösterdi. Ancak, bu meselenin arka planı, bu sorundan çok öncesine dayanıyor; Senatör Lindsey Graham'ın Heykel'in “düşman İsrail” ifadesini kullanmasından duyduğu hoşnutsuzluk ve Özel Temsilci yardımcısı Morgan Ortagus'un Lübnan'da İsrail'deki Likud hükümetini rencide edecek her ifadeden duyduğu “rahatsızlık” da buna dahil.  

Esasında entrika ve Lübnanlı mezhepçi lobilerin ve figürlerin Avrupa'daki ve daha sonra ABD'deki faaliyetleri, tarihçiler ve araştırmacılar tarafından iyi bilinen olgular ve 19. yüzyıla kadar uzanan tarihi ve diplomatik kayıtlarda belgelenmiş.

Burada, Beyrut merkezli bir dergi tarafından Fransa'da Lübnan’daki çatışmalar ve savaşlar üzerine doktora tezini tamamlamış deneyimli ve kültürlü bir diplomatla yapılan bir röportajı zikretmek istiyorum. Dergi, diğer araştırmacıların daha sonra ele aldığı önemli olayları neden atladığını sorduğunda, elindeki tüm belgeleri yayınlamasının “her an bir mezhep çatışmasını alevlendireceği” anlamında bir cevap veriyor ve Lübnanlıların “ders almadıklarını ve değişmediklerini” ekliyor.

Yine birkaç yıllar önce, 20. yüzyılın başlarında ABD'de yaşayan yaşlı bir akrabamla, oradaki Lübnanlı göçmenler arasında hüküm süren bölünmeleri tartıştığımız bir konuşmayı  hatırlıyorum. Akrabamın söyledikleri arasında, 1925'teki “Büyük Suriye Devrimi” sırasında, “Lübnan göçmen toplumu” arasında bazı ateşli kişilerin gayrete gelerek ABD'den gönüllüler toplayıp, onları “devrime” karşı Fransız Mandası güçleriyle birlikte savaşmaya göndermeye karar verdikleri de vardı. Bu haber, akrabam ve Fransızlarla savaşmaya hevesli gençlerin yaşadığı Güney Ohio'da yayıldığında, devrim yanlıları toplanıp Cincinnati'deki bölge papazını ziyaret ederek durumu ona bildirmişler. İçlerinden biri papazın önünde “Uzun yolculuğa ve zorluklarına katlanmak yerine, burada Ohio'da Fransız Mandası'nı desteklemek adına devrim yanlıları ile savaşalım!” diye bir öneride bulunmuş.

Elbette çoğumuz, bazı Lübnan-Amerikan lobilerinin faaliyetlerini ve Başkan Ronald Reagan yönetiminin 1982'deki politikalarını etkilemedeki rollerini hâlâ canlı bir şekilde hatırlıyoruz. O zamanlar, bu lobiler yalnızca doğrudan Amerikan askeri müdahalesini desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda İsrail'in Lübnan'ı işgaline de sempati duyuyorlardı. Ardından, Reagan yönetiminin Lübnan savaşının Filistin boyutuna ilişkin Menahem Begin'in görüşünü tamamen benimseyip Lübnanlı iç boyutunu göz ardı etmesiyle birlikte, Lübnan asıllı deneyimli diplomat Philip Habib, “krizi çözmek” ve Lübnan'ı “Filistin işgalinden” kurtarmakla görevlendirildi.

Ancak bu “çözüm” hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemedi; yeni seçilen cumhurbaşkanı Beşir Cemayel, Eylül 1982'de suikasta kurban gitti. Kardeşi Emin Cemayel'in başkanlığı döneminde Washington, Suriye ve İran destekli muhalif güçlerden oluşan bir koalisyonun kurulmasını engelleyemedi. Sonra, iki önemli olayın -siyasi dengeleri yeniden kuran Taif Anlaşması ve Hizbullah'ın Lübnan'da güçlü bir askeri güç olarak ortaya çıkışının- ardından Lübnan gerçekliği hem siyasi hem de demografik olarak değişti. Ardından Hizbullah'ın da dahil olduğu ve Binyamin Netanyahu liderliğindeki İsrail sağ kanadının “oyunun kurallarını” değiştirmesine yol açan 2023 savaşı sırasında bile Tahran, Lübnan sahnesinde kilit bir oyuncu olmaya devam etti.

Gerçekte, Washington'daki  tüm uyruklardan Likudlular bugün Lübnan hükümetine baskı yaparken, ülkedeki güvenlik, egemenlik ve bir arada yaşama konularına neredeyse kayıtsız kalıyorlar, çünkü öncelikleri başka yerde.

1982'de herkes Lübnan'da bir “İran işgali” olmadığını, aksine uluslararası toplumun Filistin işgaline insani ve etik bir çözüm bulamamasının neden olduğu bir “Filistin direnişi” olduğunu biliyordu.

Bugün, Likud hükümeti Lübnan'da bir “işgalci savaş” tehdidinde bulunurken ve Washington'un aşırılık yanlıları ülkenin “devlet kurumlarından” geriye kalanları daha fazla hedef alırken, amaçları Lübnan devletinin temellerini yıkmaktır. Böylece bir zamanlar İran'ın örgütsel ve askeri varlığının lojistik altyapısını yok ettikten sonra, Lübnan’ı bölme ve kontrolünü ele geçirme komplosuna zemin hazırlamak istiyorlar.

Lübnanlılar arasında akil olanlar bu gerçeği anlıyor ve hepsi, çatışmayı önleyecek ve ülkenin kaderini kurtaracak “asgari bir uzlaşıya” varmalı.

Kuşkusuz, her zaman bir çekişme konusu olan Hizbullah'ın silahı artık Likud saldırganlığına karşı bir “caydırıcı güç” değil. Aksine, Lübnan içinde ve dışında birçok kişi için kullanışlı bir bahane haline geldi. Lübnanlılar ile Arap kardeşlerinin, Likud Partisi'nin Ortadoğu'ya kendi koşullarını ve vizyonunu dayatmasına izin vermenin tehlikeleri konusunda Washington'u uyaran “ortak bir mesaj” üzerinde anlaşmaları gerekiyor.

ABD içinde ve hatta Hristiyan Cumhuriyetçi sağın kendi saflarında bile, Likud yanlılarının aşırılıklarına karşı artan hoşnutsuzluk inkâr edilemez.

Bu hoşnutsuzluk bazı durumlarda gerçekten de isyan noktasına ulaştı ve Washington'un geçmiş hatalarından ders çıkarıp bunları tekrarlamaktan kaçınması, böylece gelecekte ağır bir bedel ödememesi akıllıca olacaktır.