Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Suriye’yi daha da çıkmaza sokan durumlar!

Suriyelilerin halihazırdaki durumunu ve akıbetini ciddi bir şekilde etkileyecek üç yeni mesele ortaya çıktı. Küresel ve bölgesel sahnelerde görülmeye başlanan bu üç konu ülkedeki kronik siyasi bozulmanın, çıkmazın ve parçalanmanın derinleştiğine dair bir uyarı niteliğinde. Zira içinde bulundukları ekonomik koşullardan ve yaşam şartlarındaki korkunç gerilemeden kurtulmaları için bir umut kapısı açılma fırsatını yok ediyor.
İlk durum, Washington’ın Moskova’ya karşı takındığı sert tavır. Nitekim Washington, iki ülke liderlerinin birbirlerine eşi görülmemiş suçlamalarda bulunmasının ardından Moskova’ya daha fazla ekonomik yaptırım uygulama ve 10 Rus diplomatı sınır dışı etme kararı aldı. Bazıları bu gerilimin Washington'ın Suriye'deki yeni rolüne yansımaları olacağını, Şam ve Moskova yönetimleri üzerindeki baskısını artıracağını ve onları bir düzeyde siyasi değişime itecek ciddi bir müzakere sürecine girmeye zorlayacağı görüşünde. Ancak her iki tarafa da duyulan güvenin azaldığı bir sırada bu gerginlik muhtemelen bunun tam tersine yol açacak ve Suriye’deki durgunluğu ve çıkmazı daha da derinleştirecek. Moskova, gidişinin ülkeyi daha kötü bir duruma sokacağını iddia ederek mevcut rejimi korumakta ısrar ederken Beyaz Saray yetkilileri, Kremlin’in tek başına Suriye’nin kaderini belirlemesinden rahatsız olduklarını gösteren bir tavır sergilemeye başladılar. Sezar Yasası'nı harekete geçirdiler ve Kürt güçleri de dahil olmak üzere ellerindeki kartları Rusya’nın Suriye’deki rolünü bozmak için kullandılar.
Rus-Amerikan anlaşmazlığında şiddetin artmasına ve bunun sürekli hale gelmesine neden olan şey, sorunun yalnızca Suriye ile sınırlı olmamasından kaynaklanıyor. Zira iki taraf arasında birçok gerilim noktası ile ilgili süren hedef ve taktik çatışmasıyla bağlantılı, küresel varlıklarını güçlendirmeye yönelik bir rekabet mevcut. Bu durum, Soğuk Savaş benzeri bir havanın geri dönmesi tehdidine neden oluyor. Dolayısıyla da Suriyelileri ıstırap, baskı ve yerinden edilme korkusu ile dolu yeni yıllar bekliyor olabilir.
İkinci durum, ABD’nin İran’ı nükleer dosya ile ilgili müzakere masasına tekrar oturtma hevesi. Şu açıktır ki bu  Tahran’a bölgesel nüfuz düzeyinde tavizler vermeden Washington ile arasında doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir diyalog kurulması, derin bir nefes alarak manevralarını daha geniş bir alana yayması ve Suriye’de yıkıma yol açarak her geçen gün daha derinlere sızması için altın bir fırsat sağlamış olacak.
Başkan Biden'in Tahran ile diyalogunda nükleer dosya, balistik füzeler ve bölge ülkelerinde konuşlandırılmış olan İranlı milislerin yanı sıra başka önemli noktalara da dikkat çektiği doğru. Yine Washington ve Tahran arasındaki müzakerelerin, İran'ın yayılmacı politikalarına karşı olan bazı ABD güç merkezlerinin iradesiyle çatıştığı da doğru. Ancak bir diğer doğru daha var ki o da yakın bir zamanda Viyana’da yapılan müzakerelerin pratik seyrinin şu ana kadar nükleer dosya ile sınırlı kalması ve Washington’ın yaptırımları hafifletme konusunda dikkate değer bir esneklik gösteriyor olmasıdır. Buna karşılık Tahran ise uranyum zenginleştirme seviyesini artırdığına dair kışkırtıcı açıklamalarda bulunuyor. Zaman zaman Suudi Arabistan topraklarına ya da ABD askerlerinin bulunduğu Bağdat ve Erbil’e füze fırlatarak, Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye’de gerginliği tırmandırarak vekillerini ve milislerini daha çok kullanma eğilimi gösteriyor.
Washington, Tahran yönetimi ile yaşadığı acı tecrübelerden ders çıkarmamışa benziyor. Zira ABD çocukça bir tavırla İranlılarla yapılan anlaşmayı eski haline getirmeye koştu. Ancak bu anlaşma, İranlıların bir an için bile nükleer alanda daha çok ilerlemesini ve bölgesel nüfuzlarını genişletmesini engelleyemedi. Washington İranlıların manipülatif yaklaşımlarını bilmiyor mu? Ciddi bir taviz vermeden çıkarlarını korumak için zararlı ve yıkıcı olan her şeyi nasıl kolayca kullanabildiklerinden haberi yok mu? Yoksa gerçekten Tahran’ın müzakereler ile aslında Batı’nın dikkatini bölgesel rolünden çekmeye ve bir oldu-bitti politikasıyla nükleer silah üretme teknolojisine sahip olmak için daha fazla zaman kazanmaya çalıştığını bilmiyor mu? Ya da Şii çevreler de dahil olmak üzere özellikle Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan’da İran milislerinin müdahalesine ve yolsuzluk konusunda açığa çıkan rollerine karşı halkın gittikçe büyüyen öfkesiyle birlikte müttefiklerinin bu ülkelerdeki güç dengelerini kendi lehine tesis etmelerini sağlamaya çalıştığının farkında değil mi?
Üçüncü durum ABD’nin, Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın almasını ve Kürt gruplara operasyon düzenlemesini engellemeye çalıştığı Türkiye’ye karşı ekonomik baskı uygulaması, ardından da ilk kez Türk askeri sanayisini yaptırımlar ile hedef almasıdır. Yani başta ABD olmak üzere Batı’nın, Ankara’nın Akdeniz’de; Libya, Yunanistan ve Kıbrıs’ta adımlar atmasına karşı çıkmasıdır. ABD Başkanı’nın Erdoğan’a ve politikalarına yönelik eleştirilerde bulunması ve muhalefeti sandığa gidildiğinde Erdoğan’a karşı zafer kazanması için destekleme taahhüdünde bulunması da var... Ayrıca Beyaz Saray, Osmanlıların Ermeniler ile yaşadığını soykırım olarak tanıdı… Bunlar Washington ile Ankara arasındaki gerilimin arttığını gösteren başlıklar. Bu gerilim, ABD’deki bazı karar alma mercilerinin siyasal İslam'a karşı artan olumsuz imalarıyla daha da artıyor. Söz konusu merciler Erdoğan’ın partisi de dahil olmak üzere İslamcı grupların farklı program ve yöntemler ile aralarında ideolojik güçlü bir bağ olduğu ve her birinin diğerini beslediği sonucuna vardılar.
Ankara hükümetinin S-400 füze savunma sisteminin etkinleştirilmesini ertelemeye hazır olduğunu duyurması, bazı ihtilaflı dosyalarda perspektifini değiştirme girişiminde bulunması ya da Erdoğan’ın ülkesinin kendisini yalnızca Avrupa’da, Batı ile birlikte gördüğünü söylemesi bu gerilimin seyrini şu ana kadar değiştirmedi. Washington ile Ankara arasında gittikçe büyüyen bir boşluk var. Hiç şüphesiz bu, Ankara’nın Suriye meselesine yönelmesini ve kendisini kuşatmaya yönelik girişimlere yanıt vermek için bu kartı kullanmasını etkileyecektir. Dolayısıyla tüm bu bahsettiğimiz durumlar Suriye’nin çürümüşlüğünü daha da artıracak.
Bu, ülkemizin dibe vurmasından önce çeşitli uluslararası ve bölgesel partilerin rekabet ettiği bir arenaya dönüşmesini doğruluyor. Ayrıca ABD’nin Suriye’nin kaderini tayin etmedeki rolününin eksikliğini de gösteriyor. Bu yüzden söz konusu üç durumda da sabit tarafın Washington olması tesadüf değil. Bu durum, ABD’nin Suriye’dekesin bir duruş sergilemeden herhangi bir niteliksel değişimin olmayacağını gösteriyor. Bu kanıya varmamızın sebebi, ABD'nin sahip olduğu siyasi, askeri ve ekonomik güçten ziyade birçok ulusal çatışmanın ve bölgesel krizin kaderini belirleyen rolüyle de ilgili yakın deneyimlerdir.
Bu üç durumun Suriye üzerindeki olumsuz yansımalarının yalnızca çıkar oyunuyla ve nüfuz mücadelesiyle değil, bizi yıkıma ve felakete götüren büyük bir düğümle ilgili olduğu ortada. O düğüm de Suriye rejiminin siyasi çözümleri sürekli olarak kabul etmemesi, şiddeti sürdürmesi ve yönetiminin çıkarlarını korumak için yabancıları yönlendirmesidir. Demokratik değişim projesinin yabancıların görüşlerini ve saflarını birleştirmedeki ve kendilerini güvenilir bir taraf olarak kabul ettirmedeki başarısızlığını da unutmuyoruz. Suriyelilerin acılarına duyulan sempatiyi, insanlık trajedimize yönelik bu çirkin dolu pervasızlığa bir son vermek için dünyadaki uluslararası örgüt ve karar mercileri üzerinde bir baskı aracına dönüştürmede başarısız oldular.