Husam İytani
TT

Karşıtının yokluğunda federalizmin imkânsızlığı!

Lübnan'ın kuruluşu ile 1980'ler arasında, Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki siyasi oluşumla ilgili tartışma iki uç nokta arasındaydı: Bir yanda bölünme ve federalizm tehdidi, diğer yanda Arap birliği veya Suriye'ye katılma talebi.
Her iki tarafın da barışçıl yönetimi denge sanatında (ve yalanlarda) ustalaşmayı, modern siyasi ve kabile uygulamalarının bir karışımını ve her zaman şiddete başvurmaya hazırlıklı olmayı gerektiren Lübnan'da dezavantajları var.
Bu konudaki Fransa’nın bağımsızlık çözümü, Müslümanların Arap veya Suriye birliği özlemlerinden vazgeçmeleri karşılığında, Hristiyanların genel olarak Fransız ve Batı koruması altında kalma hayallerinden vazgeçmeleri gerektiği yönündeydi.
Gazeteci George Nakkaş’ın “İki olumsuzluk bir millet yapmaz” yorumu doğruydu. Bölünme retoriği ve Hristiyanların Batı koruması talebi, ister Nasırcı Birleşik Arap Cumhuriyeti isterse de Baasçı Suriye ile olsun birlik tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Geri çekilme retoriği (Batı ya da Arap dünyasına açıklık vasfı taşısa bile), Lübnan’da yönetim şeklinin karşılaştığı her krizle birlikte arttı. Bu söylemin, iç savaş sırasında doruğa ulaşması ve Lübnan Arabizmini nihai oluşumla birleştiren Taif Anlaşması’ndan sonra yaygın geri çekilmeyi tersine çevirmesi şaşırtıcı değildi.
Öyle ki durum, Lübnan’ın Araplığını reddeden ve aynı zamanda Arap Birliği çağrısı yapan, Taif’e uymak için değiştirilmiş anayasaya aykırı hale geldi. 1990 ve 2005 yılları arasında ‘Suriye Barışı’, Hristiyanların ve daha az bir derecede diğer mezheplerin bastırılması ve herkesin Şam’daki hükümetin çıkarlarına hizmet etmek için boyun eğdirilmesi yoluyla bu fikir için çarpıtılmış bir model oluşturdu.
Eski bir alışkanlığa uygun olarak, mevcut siyasi ve ekonomik çöküş, varlığın şekli sorusunu yeniden tartışmaya açtı. Medya organları, neredeyse her gün çoğunlukla Hristiyan hukukçular ve akademisyenler tarafından savunulan federal projeler hakkında röportaj ve makalelere yer veriyordu. Bu hukukçular ve akademisyenler, Lübnan’ın, bağımsızlığından bu yana tüm savaş ve çatışmalardan şu ana kadar yaşadığı tecrübenin başarısızlığı sonrasında merkezi bir devlet olarak kaldığına inanıyordu. Ayrıca şüpheden uzak bir şekilde, Lübnan toplumunun geleneksel merkezi bir siyasi sistem içinde bir arada yaşamasının imkansızlığı vurgulanıyordu genişletilmiş idari bir ademi merkeziyetçiliğin Taif Anlaşması’nın odaklandığı noktalardan biri olduğu akılda tutularak. Ancak yas tutan ve ölümünü ilan eden bir anlaşmada bu noktanın varlığı, federal çağrıları yeniden gözden geçirmek için yeterli değildir.
Federalizmin destekçileri, geçmişte ileri sürülen ciddi itirazlara rağmen, hala açıklama, gerekçelendirme ve savunma haklarını kullanıyorlar. Yani federasyonlar, genellikle üniter bir gücün üç bileşenini (para, dış politika ve savunma) bir bozulma olmadan koruyorlar. Bu bileşenler, mevcut Lübnan ayrımının merkezinde yer alıyor. İkinci itiraz, Lübnanlı mezhepçi grupların her birinin, çözülmediği takdirde küçük bir iç savaşı tetikleyebilecek çelişkiler içermesini kapsıyor. Lübnan iç savaşı, sadece Lübnanlılar, Lübnanlı olmayanlar ya da farklı mezheplerin mensupları arasında bir savaş değildi. Aksine bir mezhebe ait oluşumlar arasındaki bir savaş dizisiydi (‘Feshetme Savaşı’, Emel Hareketi’nin savaşı, Hizbullah’ın savaşı, Tevhit hareketinin Trablusşam’ı kontrol etme savaşı… vb). Son olarak her bir bileşenin kendi başına iş yürütme yeteneğini incelemek üzere çok sayıda federal çağrı yapılmakta. Ancak yerel ve yabancı dostluklar fırtınası ortasında, farklı gelişme seviyelerine sahip bir federal devlette yaşama olasılığı ihmal edilmekte.
Ancak bu iyi bilinen itirazlar, önemlerine rağmen, Lübnan varlığının gözden geçirilmesinin, Arap üniter, İslami veya proleter enternasyonalizmi olsun, bazı söylemlerle eşleştirilmesi gerektiğini gözden kaçırıyor. Gerçek şu ki, Arap durumu, zıt argümanı savunanları, karşıt söylemlerini inşa etmek için her fırsattan mahrum bıraktı. Kanlı terörist güçler İslami siyasi projenin bayrağını taşırken, bugün İslam dünyası bölünmüş ve dağılmışken Arap birliğinden bahsedilemez. Laiklerin ve solcuların Lübnan çıkmazından bir çıkış yolu olarak onu tanıtmalarına izin verecek hiçbir uluslararası model bu adı hak etmiyor.
Lübnan siyasi düşüncesinde hâkim olan yöntemin, yani en yaratıcı bileşenleri icat etme ve daha sonra bunları gerçeklik zeminine indirmeye çalışma durumlarının aksine federal söylemin, Hristiyan olmayan mezhep ve güçlerle (Müslüman, laik ve solcu) siyasi diyalog yoluyla ilerlemek ve bir zemin elde etmek için, paradoksal olarak çelişkili söylemlere ihtiyacı vardır. Batı'nın korunması ve Arap birliği için iki çağrı arasındaki çelişki, 1943'teki tarihi uzlaşmanın itici gücü oldu.
Arap üniter projesinin yıkılması, siyasal İslam’ın başarısızlığı ve laik partilerin güçsüzlüğü, bunların hepsi teorik tartışma alanında federalizmin önerilerini yalnız başına bırakıyor. Ancak ne zaferin tadını çıkaracak ne de sahiplerinin hedeflerine ulaşacak bir birim vardır. Bunun nedeni ise; Arap Birliği’nin, İslam hilafetinin ve Halk Cumhuriyeti’nin imkansızlığı gibi, karşılık gelen bir imkansızlığı gerektirmesiydi, böylece her iki imkânsızlık uzlaşmacı bir çözüme varabilirdi.
Lübnan devletinin Hristiyanların kendileri hakkındaki algısını yansıtmamasından dolayı Hristiyan toplumu, kendileri için yakın bir son bulamayacak. Lübnanlıların belki de trajedilerinden biri, hayal güçlerinin aksine kaderlerinin, ortak umutsuzluklarıyla birbirlerini boğacak kadar iç içe geçmiş olmasıdır.