Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Kapılar

Göğün kapılarının sıkça çalındığı ramazanın rahmet ikliminde kapılardan söz etmek istiyorum. Zira kapılar hayatımızın en önemli nesnelerinden biridir.
Kapı, bir evin ya da yapının girişi, başlangıcı ve onun içini dünyaya açan kısmıdır.
Hayat boyunca kapıları açarız ya da çalar, açılmasını bekleriz. Çaldığımız kapılar, bazen kolayca açılır bazen de açılması için uzun süre bekleriz. Ama en kötüsü hiç açılmamaları ihtimalidir. Açılmasını istediğimiz kapılar olduğu gibi yüzümüze hiç açılmasını istemediğimiz kapılar da vardır. Bize açılacak veya kapanacak kapıların hangileri olacağı konusunda bizim tercih ve tavırlarımız önemlidir. 
Kapıların açılması için ortaya bir irade koymak ve çaba göstermek gerekir. Hz. İsa’ya nispet edilen şu sözde olduğu gibi: “Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.  Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır.”[1]
Ortaya konulan bu irade hangi kapıların açılması için konmuştur? Veya başka bir ifadeyle hangi kapıların açılması için çaba harcıyoruz? Bu soruların doğru bir şekilde cevaplanması bizim için açılacak olan kapıların türünü belirleyecektir.
Sahi ne tür kapılar vardı?
Oda kapısı, ev kapısı, iş yeri kapısı, bahçe kapısı, kale kapısı, şehir kapısı…
Makam kapısı, devlet kapısı…
İlim kapısı, irfan kapısı…
Göklerin kapısı…
Rızık kapısı, Rahmet kapısı…
Azap kapısı…
Cennetin kapısı…
Cehennem kapısı…
Sur kapısı…
Her şeyin kapısı…
Şimdi bu kapılardan bazılarına dikkat çekelim;
Kapılar vardır secde ederek girildiğinde veya bedel ödendiğinde açılan;
İsrailoğullarına “kapıdan secde ederek girin emri verilmişti.”[2] İlk bakışta anlaşılması zor bir emir. Neden şehrin kapısından secde ederek gireceklerdi? İsrailoğullarının Hz. Musa’ya takındıkları tavrı anladığımızda bu emrin ne anlama geldiğini ve hikmetini anlarız. Allah, yardım ve lütfuyla Hz. Musa’yı İsrailoğullarına göndermiş, onları Firavunun zulmünden kurtararak onlara men ve selvayı ve on iki pınarı vermişti. İsrailoğulları bu nimetlere şükredecekleri yerde nankörlük etmişler ve kibirlenmişlerdi. Kendilerine verilen nimetlerle yetinmeyip daha fazlasını istemişler ama bedel ödemeye de yanaşmamışlardı. Bu sebeple onlara, istediklerinizi elde etmek istiyorsanız kibrinizden vazgeçip, secde ederek/boyun eğip itaat ederek tevazu içinde bu kapıdan girin ve “hıtta/bizi bağışla ve günah yükümüzü kaldır deyin, bunu yaptığınız takdirde günahlarınızı bağışlar ve iyilik yapanlara ihsanımızı daha da arttırırız.”[3] denilmişti.
İsrailoğulları kendilerine verilen emirleri yerine getirmek yerine, kendilerine söylenileni değiştirdiler, Hz. Musa’ya “Git sen ve Rabbin savaşın biz burada oturuyoruz.”[4] dediler. Sergiledikleri bu küstahça tavır şehrin kapılarının onlara kırk yıl süreyle kapanmasına neden oldu.[5] Zira başarı ve zafer, kapıdan tevazu içinde teslimiyetle ve itaat ederek girenlere verilir…
Kapılar vardır şehvetin, arzuların ve hırsların gerçekleştirilmesi için sıkı sıkı kapatılan;
Züleyha duygu ve arzularına yenik düşerek Hz. Yusuf’u yanı çağırır ve “Hadi senin için hazırlandım.” diyerek kapıları sıkı sıkıya kapatır.[6] Bu tür hile ve tuzaklardan koruyacak en sağlam sığınak Allah’ın korumasıdır. Hz. Yusuf da hemen “Allah’a sığınırım” dedi. Allah’a sığınmakla kalmayıp küçük bir itiş kakıştan sonra fiili olarak da yapabileceği sebeplere de sarılarak hemen kapıya koştu. Zira bu tuzaktan kurtulmanın yolu kapının açılması idi. Nitekim kapı açılır. Kapının açılması Hz. Yusuf’u Züleyha’nın şehevi arzularından korur lakin hırsından, iftiralarından koruyamaz. Hz. Yusuf yıllarca zindanda tutulur.
Kapılar vardır hiçbir zaman açılmasını istemediğimiz;
Kendilerine yapılan çağrıyı dikkate almayarak ahireti inkâr ederek yoldan sapanlar, ne dünyada kendilerine verilen nimetlere şükreder ne de dünyada kıtlık, hastalık, savaş gibi azaplarla sarsılıp cezalandırmaları onların hakikati görmelerini sağlar.  Hattâ azabın kaldırılması için O’na el açıp yalvarmaya bile tenezzül etmez bu anlayışta olanlar. İşte bu tiplerin üzerlerine çetin bir azabın kapısı açılınca, işte o zaman acizliklerini anlayıp bütün ümitlerini yitiriverirler!..[7]
Bunlar ve benzerleri için cehennemin kapıları ardına kadar açılacaktır. İnananlar olarak azap kapıları ile cehennem kapıları, hiç açılmasını istemediğimiz kapılardır.
Kapılar vardır açılması istendiği halde yapılanlar nedeniyle bir türlü açılmayan;
Kendilerine yapılan hatırlatmayı unutanlara,[8] ayetleri yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere[9] göğün rahmet kapıları açılmayacaktır. Deve iğne deliğinden geçmedikçe ne cennet kapıları onlar için açılır ne de cennete girebilirler.
Kapılar vardır kapanmasını hiç istemeyeceğimiz;
Allah’ın rahmet kapıları, rızık kapıları ve cennetin kapıları bizim yüzümüze asla kapanmasını istemediğimiz kapılardır. Bu kapıların ardına kadar açık olmasını istiyorsak bunu sağlayacak olan amelleri ve duayı aksatmamamız gerekir. Zira gökten inenin bizim için rahmet mi azap mı olacağını bilemeyiz. Örneğin gökten inen yağmur rahmet olduğu gibi azaba da dönüşebilmektedir. Nitekim Hz. Hud kavmine “Rabbinizden bağışlanma dileyin sonra O’na dönün ki size gökten bol rahmet/yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın...”[10] dediğinde gökten gelenler rahmet ve bolluk iken, Hz. Nuh’un kavmine yönelik söylenilen “Biz de, bardaktan boşanırcasına akan sularla göğün kapılarını açtık.”[11] Ayetinde ise azabı ifade etmektedir.
Ve kapılar vardır…
Kapılarla ilgili söylenebilecek çok şey vardır daha elbette. Ama biz Mevlana’nın şu ifadeleriyle nokta koyalım;
“Kapı açılır. Yeter ki vurmayı bil!
Ne zaman bilemem.
Yeter ki o kapıda durmayı bil!”

Bütün kapıların, yolların o tek nihai kapıya çıktığını ve açıldığını bilenlerden olmak dileği ile…
[1] İncil, Matta 7/7-8
[2] en-Nisa 4/154; el-A’raf 7/171
[3] Bakara 2/58; el-A’raf 7/161
[4] el-Maide 5/24
[5] el-Maide 5/26
[6] Yusuf 12/23
[7] el-Mü’minun 23/73-77
[8] el-En’am 6/44
[9] el-A’raf 7/40
[10] Hud 11/52
[11] el-Kamer 54/11