Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Masalar zamanı, siperler değil

Ortadoğulu bir genç Avrupa tarihinin sayfalarını çevirirse, korku ve dehşet bulur. Bugün ise Avrupa sakin ve olgun görünüyor, ülkeleri kendi aralarında peynir fiyatları, otomobil, balıkçılık anlaşmazlıkları, aşılar ve emisyonlarla ilgili polemiklerle yetiniyorlar. Ne güç kullanma ne de generallere başvurma imaları yok. Sandıklar, diktatörlerden ve kışlalardan karar hakkını çaldı. Uluslararası sınırlar sorgulanmıyor veya düşman hatlarının gerisine milisler yerleştirilmiyor. Ne bombalı saldırılar destekleniyor ne de paralı askerler sızdırılıyor. Avrupa kurallarına ve uluslararası hukuka göre karmaşık bir grup dansı yürütülüyor.
Olgunluğa ya da emekliliğe ulaşan Avrupa, acı deneyimlerinden ders aldı. Tarihi heyecanlı, çalkantılı ve kanlıydı. Kuvvet tezahürleri ve orduların uğultusu altında, ötekinden korku ve onu silme arzusu adındaki gizemli ve ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı. Korku, kendisine yakalanan bir birey için maliyetli, bir ulus için pahalıya mal olan garip bir salgındır. Haritalar endişeli, nefretler karşılıklı ve coğrafyanın yenilir yutulması zor bir komşu olarak dayattığı yakın komşuyu yok etme arzusunu gizliyordu. Haritalar dönüşümlü olarak aynı hatayı yaptılar.Ne zaman bir güçlü doğursalar, onun maliyetli maceralarının peşinden sürüklendiler. Güçlülerin ise ülkelerini ve onlarla birlikte komşularını kana bulamaları adettendir. Bu güçlü isim 14.Louis, Napolyon Bonapart, Bismarck, Hitler veya Mussolini olsun, her defasında küçük kıtadan kan damlıyordu. Nefret ve korku ilişkileri her zaman Fransa, İngiltere ve Almanya arasında esen rüzgarları kuşatıyordu. Savaşlar genç nesilleri yutuyor, bütçe ve kasaları tüketiyordu.
İmparatorluklar böyle doğdu ve buharlaştı. Savaşlar patlak verdi, tarihe karıştı ve sonra diğerleri patlak verdi. Avrupa, dünya tarihinin en büyük iki kanlı ziyafetinin ilk kıvılcımının sahnesiydi. Enkaz, çaresizlik, kan ve gözyaşına battı. Sonunda kıta içinde, çevresinde ve dünya düzeyinde zorlu bir arada yaşama ve farklı olma hakkını kabul etme kararını almak dışında bu uçurumdan çıkış yolu bulamadı. Çıkarların karşılıklı olarak tanınması ve zararları azaltmak için formül arayışı dışında, varoluş veya çıkarlar üzerinden yaşanan etnik ve mezhepsel çatışmalardan bir çıkış yolu bulamadı.
Ortadoğu, geçen yüzyılda dünyanın tanık olduğu büyük savaşların ilk sahnesi olmadı. Bununla birlikte, bölgenin tarihi her türlü çatışmanın yükü altında ve çeşitli bileşenler, varlıkları, kimlikleri veya zenginlik kaynakları için korkma hastalığına yakalandılar. Ortadoğu ne zaman bir güçlü doğursa, pahalıya mal olan bir maceraya tanık oldu. Özellikle de bölgenin kültürü, uzlaşı, kayıpları kontrol altına alma ve zaferi dizginleme durağına uğramadan tam zafer ile tam yenilgi arasında bir geçişi teşvik ettiği için. Bölgenin kültürü, rakibin bel kemiğini kıran, özelliklerini silip süpüren, varlığının, güvenliğinin ve istikrarının temellerini yıkan ölümcül darbeyi indirmeye güçlü bir biçimde meyilli. Eski korkulara ve miras kalan nefretlere ek olarak, İsrail'in kurulması ve Filistinlilere yapılan adaletsizlik bölgedeki korku ikliminin ikiye katlanmasına neden oldu. Merkezi dava sloganı altında, davanın kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan ve nefretin ifadesinden ibaret savaş ve çatışmalara girişildi.
Eski geçmişi ve İranlıların Irak topraklarında Osmanlılarla savaştığı günleri bir yana bırakalım. Osmanlı dönemini ve birden fazla haritanın ruhunda bıraktığı yaraları geride bırakalım. Geçtiğimiz birkaç 10 yıl, bileşenler arasındaki çatışmalar, mevzilenmeler veya bölgede bir numara olma çabaları açısından olsun nefretler yönünden zengindi. Araplar ve bölgenin diğer bileşenleri arasındaki ilişkilerde her daim korku hazırdı. Aynı şekilde Arap eksenleri arasındaki ilişkilerde de. Korkular her şeye egemen oldular. Hükümetler; üniversiteler, fabrikalar ve hastaneler yerine radyo istasyonları ve kışlalara yatırım yaptılar. Bazen bozulmuş merhemler korkuları iyileştirmek yerine güçlendirerek tedavi etti. Sonuç; başarısız devrimler, kaybolan servetler ve Arapların rolünün gerilemesiydi. Özellikle Arap topraklarının, içeride veya bir bütün olarak bölgedeki nefretleri ifade eden savaşlar için tek sahne haline gelmesiydi. Sonuç apaçık; kaynak kaybı, artan yoksulluk ve gelecek trenine binememek.
Ortadoğu sakinlerinin Avrupa ülkelerinin ulaştığı sonuca yaklaştığını düşünmek gerçekçi değil. Avrupa'nın Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, aydınlanma fikirleri, felsefi kıvılcımlar ve sanatın parıltısının etkisiyle sarsıldığı yüzyıllarda yaşadığımız uzun uyku döneminin sonuçlarını görmezden gelemeyiz. Deneyimlerimiz ve kültürel köklerimiz farklı, kalelerimiz daha sağlam, köprülerimiz daha az ve anahtarlarımız yumuşak veya kırılgan. Ancak karşılıklı korkular, derin şüpheler, eski ve yeni nefretler sürse de bölge halkı artık daha fazla can kaybetme ve zenginliklerini israf etme lüksüne sahip değil. Yaklaşan trene atlama fırsatından yararlanmayanlar, uzun, maliyetli ve belki de ölümcül olacak bir bekleyiş süresini göze almalılar.
Ana sorular şunlar: Bir arada yaşama, farklılıklara, devletlerin ve grupların haklarına, uluslararası hukuka saygı duymanın önemini kabul ettikten sonra, korku döngüsünü, hegemonya hayallerini ve yangınlar çıkarma oyununu durdurup masaya oturabilir miyiz? Harita sahiplerine kendilerine uygun ve geleceğe yolculuklarını kolaylaştıracak olanı seçme özgürlüğü tanımak için bombalı tuzaklar sözlüğünü, nakavt yöntemini, ülkelerin ve başkentlerin özelliklerinin zorla değiştirilmesi yaklaşımını kullanmayı bırakabilir miyiz? Hükümetlerin yoksullukla mücadele, halklarının yaşam koşullarını iyileştirme, eğitim düzeylerini yükseltme, sağlık hizmetleri, kalkınma politikaları ve çevre ile ilgilenmeyi düşünmesini önleyerek, rejimler, halklar ve mezhepler arasında çatışmaya yol açan politikalardan vazgeçebilir miyiz? Düşman olarak görmeden ötekinin farklı olma hakkını kabul edip, ithamlar, vatana ihanet suçlamaları, vesayet ve şantaj çabalarından uzak ilişkiler başlatabilir miyiz?
Dosyalar karmaşık, korku ve onunla birlikte acılar mirası mevcut, ancak kader bizi dünyanın bu kısmına sıkıştırdı. Savaşlarımız ve korkularımız ne kadar uzun sürerse sürsün birlikte yaşamalıyız. Bu yüzden Mısır ile Türkiye arasındaki istikşafi temasların zorluklarına rağmen denemeye değer olduğu düşünülüyor. Aynı şey, BAE ve İran arasındaki istikşafi temaslardan sonra Suudi Arabistan ve İran arasında yaşanan benzer temaslar için de söylenebilir. Körfez-Suriye ilişkileri de istikşafi girişimleri hak ediyor, çünkü Suriye yoksulluk, yerinden edilenlerin acısı, mültecilerin ülkelerine dönme özlemi ve birçok bayrağın gölgesi altında yaşamaya bırakılamaz. Ortadoğu ülkelerinin arterleri, coğrafi veya tarihi olarak birbirine bağlı.
Sınırlarınızın yakınında volkanlar hareket ederken, kalkınmış ve zengin bir ada oluşturmanız zor. Gelişmiş ve bayındır bir İran Suudi Arabistan'ın çıkarına. Bunun aksi de geçerli. Gerçekçi olma, farklılıkları kabul etme ve endişeleri siperlerden diyalog masalarına geçme temeline dayanılmalı. Mısır-Türkiye ilişkileri için de aynı şey söylenebilir. Ortadoğu'nun yapısı tek bir bölgesel oyuncuya izin vermez. Aynı zamanda tek bir uluslararası oyuncuya da. Putin Suriye'de konuşlanmışken, Biden'ın Çin cinini gözlemlemesi bunun kanıtı.