Son birkaç gündür kalem, kağıt üzerinde Filistin meselesi dışında herhangi bir şey yazmaktan uzak duruyor. Şehit Filistinli yazar ve gazeteci Gassan Kanafani’nin söylediği bir cümle hafızalarda yeniden yankılanıyor: “Filistinli ya da Arap olduğumuz için değil, küresel vicdanın günlük sınavı olduğu için Filistin'in yanındayız”.
Filistin içinde yaşananlar, İsrail'in umursamazca bir yanlışı tekrar etme ve sahte iddialarla bir halkı köklerinden koparma girişimidir. İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Robert Colvile, Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesini tahliye etme talimatlarının işgalci güç olarak İsrail'in yükümlülüklerini ihlal ettiğini belirtti. Doğu Kudüs’ün coğrafi ve demografik kimliğini korumanın işgalci güç olarak İsrail’in yükümlülüğü olduğunu kaydetti.
İsrail, 1967'den bugüne Kudüs'ü Yahudileştirme yolunda ilerliyor. Bu, insanları evlerinden kovma ve dünya çapında bir din savaşının fitilini ateşlemeye yeterli dogmatik bir hedefin peşinde koşma çabalarını mutlak bir biçimde kınamayı gerektiriyor.
Ramazan ayı boyunca, Netanyahu hükümeti kutsal şehirde dini çoğulculuğa karşı açık ve bariz bir yanlış davranış sergiledi. Mescid-i Aksa'da ibadet edenlere nasıl davranıldığını tüm dünya televizyonlardan izledi. İki hafta önce de işgal yetkilileri, Doğu takvimine göre Paskalya bayramı sırasında Ortodoks Hıristiyanlara karşı başka bir tür şiddet uygulamış ve bazılarının Kutsal Cumartesi günü, Kutsal Kabir Kilisesi'ne (Kıyamet Kilisesi) ulaşmalarını engellemişti.
İsrail'in tarihi, döngülerini, zamanlarını ve değişimlerini okuyup ders çıkardığına dair hiçbir gösterge yok. Kaba kuvvetin çözüm olabileceği inancı, zayıf ve içi boş bir önermedir. Kaldı ki önceki deneyimler tek başına gücün yeterli olmadığını, ilelebet silahın gölgesi altında yaşamanın mümkün olmadığını kanıtlanmıştır.
İsrail, etik olmayan ve gerekçesiz bir biçimde aşırı askeri güç kullanımı, gece gündüz Filistin topraklarını yutmaya çalışması ve kolonistleri (yerleşimciler değil) uzun kolları olarak kullanması ile gerçekten kopuk, gücünün ötesinde hayallere dalmış görünüyor. Çünkü bilhassa onu yerinden etmek için kullandığı tüm bahanelere, Filistin'i asıl halkından boşaltmaya yönelik tüm çabalarına rağmen kendini sonunda, tarihi ve coğrafi varlığı efsanevi değil gerçek, kırılmaz ve yıkılmaz bir halkın karşısında bulacak.
Toprağın sahiplerinin sahip oldukları hakikatin gücü ile sömürgecinin benimsediği gücün gerçekliği arasında büyük bir fark var. Projesinin yakın görünen belirli bir noktada, rüya alemlerinden hayali alemlere, kibir dünyasından delilik vadisine geri çekileceği ve ne kadar diretirse diretsin her yerleşimci projenin sonunda ssahibini yok oluşa götüreceği sömürgecinin gözünden kaçıyor.
İleride kendisine diğer Arap dünyalarının ve başkentlerinin kapılarını açacak olan komşularıyla barış arayışının, İsrail’in stratejik hedefi, benimsediği yol ve gidişatta köklü bir değişimin başlangıcı olduğu düşünülüyordu. Ama olanlar, bu umudun bir sanrı olduğunu gösteriyor, zira İsrail yeniden güç denklemleri paranoyasına yakalandı. Bu, yalnızca kendi kendisini yok etmeye çalıştığı anlamına geliyor. Yıllar önce, Siyonist hareketin bazı öncüleri ve Nahum Goldman başta olmak üzere ruhani babaları, İbrani devletinin geleceğini öngörmüşlerdi. Goldman ölmeden önce şunu söylemişti: “İsrail, Siyonist hareketin ruhunu parçaladı ve mirasını yerle bir etti.”
Filistin hareketini destekleyen İsrailli politikacı Shlomit Aloni’ye gelince, İsrail'in Filistin halkına yönelik yıkım, öldürme, yağma, aşağılama ve toplu cezalandırma uygulamalarıyla alay ediyor ve bunları uluslararası sözleşmeler ve İsrail devletinin sahip olmakla övündüğü Yahudi değerleriyle çelişen ve bağdaşmayan uygulamalar sayıyor.
İşgal ordusu güçleri ile Filistinli gençler arasındaki son silahlı çatışmalar, eski İsrail başbakanı Levi Eşkol'un 50 yıl önce öngördüklerinin geçerliliğini kanıtladı. Eşkol, barış ile korumaları mümkün olmayan yerleri savaş ile işgal eden generallerin yüzüne uzun uzun şunu haykırmıştı: “ Bu kişiler İsrail'in ne zamana kadar silah altında yaşamasını istiyorlar?” Bugün de İsrail’in Demir Kubbesi için harcanan milyarlara rağmen, görüldüğü gibi Filistinli füzeler tüm İsrail şehirlerine ulaşabiliyor.
Her iki taraftan da dökülecek kanlar bizi ne mutlu ne de memnun edebilir ancak Gazze ve Kudüs’teki yaralılar ve ezilenler, gecelerini uykusuz, gündüzlerini endişeyle geçirmelerine neden olan, zafer ya da şehitlik dışında seçenek bırakmayan çirkin İsrail savaş aletine karşı başka ne yapabilirler.
Netanyahu hükümetinin ABD Başkanı Joseph Biden yönetimi ile ilişkiler açısından bir ikilem içinde olduğu sır değil ve görünüşe göre yakın zamanda Washington'u ziyaret eden İsrail heyeti, Washington'u İran ile nükleer anlaşmayı canlandırma arzusundan vazgeçirmekte başarılı olamadı. Bu yüzden bazı gözlemciler, strateji ve siyaset analistleri şu soruyu soruyorlar: "Bu olup bitenler İsrail için ileriye doğru bir geçiş, siyaset kumlarının hareketli olduğu ve bir sonraki çatışmada sıranın kime geleceğinin tahmin edilemediği Ortadoğu’da daha geniş bir coğrafi alanı ateşe verme girişimi mi?
Olasılıklar tüm kapılara sonuna kadar açık görünüyor ancak İsrail ve özellikle de içindeki aşırı sağ gruplar şunu gözden kaçırıyor; Kudüs, her karışı işgal edilecek bir yer, zorla el konulacak bir şehir, gasp edilecek bir toprak değil. Kudüs, Hristiyan ve Müslüman her Arabın ruhunda bir inanç ve vicdandır. Bu nedenle, İsrail’in küstahlığı sürdükçe krizin özünü anlamaktaki acziyeti de devam edecek.
Geriye Filistinlilerin dünya vicdanını, amaçlarının İsraillileri öldürmek değil, onurlu yaşama haklarını korumak, güven içinde yaşamak için bağımsız bir devlete sahip olmak, Arap ve Yahudi gelecek nesillere, barış köprüleri inşa etme ve tecrit duvarlarını yıkma fırsatı sunmak olduğuna yeniden ikna etmeleri kalıyor.
TT
Filistin: Küresel vicdanın günlük sınavı
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة