Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Birlikte boğulmak ya da birlikte kurtulmak

Bazı görüntüler ekrandan atlayıp hafızaya yerleşirler. Gazze Savaşı tüm yeni savaşlar gibi her şeyden önce bir görüntüler savaşı. Savaşlar artık sadece esas sahnelerinde dönmüyor. Her yerde dönüyor. Ekranlarda, web sitelerinde, telefonlarda, yakın ve uzak odalarda. Bu bir görüntü savaşı çünkü gidişatı çatışmanın her iki tarafına bir görüntü çizecek. Pozisyonunun, mantığının, ikna etme yeteneğinin, yıkım gücü ve ekonomisindeki kayıplara tahammül kabiliyetine dair bir görüntü belirleyecek.
Görüntüler ayrıca caydırıcılık kapasitesi hakkında kompleks sorular da gündeme getiriyor. "Kırmızı çizgileri" yeniden dayatma, güç dengesini şu veya bu yönde ayarlama girişimini içeren bir uzlaşı empoze etme yeteneğini sorguluyor. Mevcut çatışmada cephaneliklerin bir önceki çatışmaya kıyasla sağladıklarına ilişkin yeni soruları gündeme getiriyor. Çatışmanın yaşandığı bölgenin çerçevesi ve onunla birlikte uluslararası çerçeve, büyük ülkelerin “tavsiyeleri” ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki görüşmeler de bu görüntüde yer alıyor.
Mevcut çatışmada anlamlı görüntüler de eksik değil. Gazze'den fırlatılan ve Tel Aviv sakinlerini sığınaklarda kalmaya mecbur eden roket sürülerinin görüntüleri. Havaalanlarında hava trafiğini durduran ve turistlerin İsrail'e planlanan ziyaretlerini iptal etmelerine neden olan aynı roketlerin görüntüleri. Hepsini değil bazı roketleri engellemeyi başarabilen "Demir Kubbe"nin görüntüsü. Öte yandan, İsrail Hava Kuvvetleri'nin saldırıları altında çöken kulelere dair görüntüler. Bu şekilde çöken bir kulenin görüntüsü etkili ve dokunaklı bir görüntü. Sadece New York’un İkiz Kulelerini hatırlattığı için değil, aynı zamanda 11 Eylül hikayesi bir örgütün ürünü iken, mevcut kulenin hikayesi bir devletin yapımı olduğu için. Görüntülerle birlikte izleyici, savaşın gidişatının her iki tarafın cephanelikleri, silah kaynakları, ittifaklarının gücü ve değişkenlerin büyüklüğü için bir test olduğunu da hatırlıyor. Yine izleyicinin, mevcut çatışmanın, görüşmelerde İran ile nükleer anlaşmayı yeniden tesis etmeye çabalayan Washington'daki Joe Biden yönetiminin varlığında gerçekleştiğini hatırlaması da doğal.
Görüntülerin tekrarladığı belki de en belirgin şey, mevcut çatışmalarda öldürücü vuruşun mümkün olmadığıdır. Ne İsrail Gazze’yi haritadan silebilir ne de bunun aksi mümkün. Çatışmanın iki tarafının gerçek bir uzlaşıya doğru ilerleyebileceğine dair hiçbir işaret de yok. Öyleyse bu, diğerinin zayıf noktalarını hatırlatmak için yapılan bir savaş. Ötekinin kırılganlığını gösterme ve uzun bir çatışmada puan kazanma girişimi. Gerçek barış ne söz konusu ne de masada değil. Ne İsrail kaçınılmaz olan "acı kararları" almaya hazır, ne de Hamas en iyi ihtimalle "uzun bir ateşkes”ten daha fazlasına hazır. Biden yönetiminin iki devletli çözümden bahsetmesi kafi değil, özellikle de İsrail toplumunun sağa yönelişini ve Oslo seçeneğinin mirasçısı Filistin Otoritesinin zayıflığını hesaba katarsak.
Filistinli ve İsrailli savaşçılar arasındaki kader bağlantısı ürkütücü ve korkutucu. Oslo Anlaşmasının imzalanması ve Yaser Arafat ile İzak Rabin arasındaki tokalaşma sırasında Tunus’taydık ve haber bulmaya çalışıyorduk. Bu nedenle Mahmud Derviş'in bu zorlu dönemeçle ilgili duygularını açıklığa kavuşturmak istedim. Derviş, basına bir demeç vermekten kaçınmaya çalıştı ama sonunda kabul etti. Kestirmeden derdini anlatmakta usta olduğu için de duygularını şu ifadeyle özetledi; “Haritaya bakmaya korkuyorum.” Oslo barışı ile elde etmeyi hayal ettiği haritanın, atalarından kalan kutsal bir miras olarak gördüğü haritadan çok daha az olduğunu keşfettiğinde her Filistinlinin yaşadığı sıkıntıyı hissediyordu. Oslo’da tam meşruiyete sahip bir Filistinli liderin, toprak ve haklardan kurtarılabilecek olanı kurtarmak için halkı adına "acı kararlar" aldığı aşikardı.
“Haritaya bakmaya korkuyorum” ifadesi ve onunla birlikte Derviş’in Arafat’ı eleştirmemeye gösterdiği özen dikkatimi çekmişti. Kayıt cihazını kapattıktan sonra Filistinli lider hakkında ne düşündüğünü sorduğumda, ne demek istediğimi derin bir şekilde anladığını görmüştüm. Derviş o zaman şunları söylemişti: “Bazen düello, zayıf tarafı düşmanına yapışmaya zorlayan bir şiddet seviyesine ulaşır. Korunmak ve belki de kaderlerini birbirine bağlamak için onunla kaynaşır. Bazen saldırıya uğrayan darbe indirme kabiliyetini engellemek için saldırganın kucağına oturur. Sahne, neredeyse bir gemideki dövüşü andırır. Daha zayıf olanın, ya birlikte boğulur ya da birlikte kurtuluruz düşüncesiyle düşmanına yapışmaktan başka seçeneği olmayabilir.”
Son 10 yılın sonlarında, İsrail, özellikle de katılmadığı savaşlarda eşi görülmemiş zaferler elde etmiş görünüyor. Komşularının gerilediği bir zamanda konumunu pekiştirdi. Binyamin Netanyahu, yalnızca huzursuz bir rejimde makamında uzun süre kalmayı başardığı için değil, aynı zamanda etkili başkentlerle dokunduğu uluslararası ilişkiler halısı nedeniyle de güçlü bir adam imajı çizdi. Beyaz Saray'ın efendisinin yakın arkadaşıydı ve önceki Amerikan başkanlarının özellikle Kudüs ve Golan Tepeleri konusunda sunmaktan isteksiz olduklarını ondan elde etti. Netanyahu ayrıca Vladimir Putin ile sıcak bir ilişki kurdu ve bu da onun Suriye'deki Rus şemsiyesiyle çatışmadan İran'ın oradaki konumlanmasına yönelik savaşını programlamasına olanak tanıdı. Uzun görev süresince Netanyahu, İsrail'in yeni ekonomiyle bağını güçlendirmekle ve dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinin İsrail'de bulunan bölgesel veya ana ofisleriyle övündü. Uluslararası ilişkilerdeki bu "rahatlığa" paralel olarak İsrail ordusu, Filistinliler ve komşu Arap ülkeleriyle ilişkilerinde bir tür "kırmızı çizgiler" dayattı ve bu çizgilerin aşılmasının sonunun kötü ve bedelinin ağır olacağı temelinde hareket etti.
Öte yandan Filistin ise bu süreçte epey kasvetli bir görüntü çizdi. Batı Şeria ile Gazze arasındaki bölünme kalıcı veya yarı kalıcı bir boşanmaya dönüştü. Gazze Şeridi'ne hakim olan Hamas, İran yardımı ile Suriye'nin suçlamaları arasında kaybolmuş gibi göründü. Gazze'de yaşamanın zorlukları artarken Batı Şeria'daki Filistin Otoritesinin yetkisi azaldı. Böyle bir atmosferde ve özellikle de "İran saldırısı" bölge ülkelerinin endişe listesinde birinci sıraya yerleşmiş gibi görünürken, Donald Trump yönetimi, normalleşme rüzgarlarını başlattı. Arap dünyası gerçekten kasvetli bir görüntü içindeydi. Bahar ile kan, karanlık ve zulüm ile sivillerin eti ve evlerin enkazı birbirine karışmıştı. Suriye’nin egemenliği ve istikrarı etkilenmiş, felaket büyük bir bölümünü vurmuştu. Lübnan, cehennemine doğru eşi görülmemiş bir yokuş aşağı yolculuğa başlamıştı. Ürdün kaynak eksikliği ve umut yokluğu ile mücadelesine devam ediyordu.
Gazze savaşı bu bağlamda bir dönüm noktası mı? Bu savaşın "kırmızı çizgileri", güç dengelerini ve oyunun kurallarını altüst etmesi, öncelikleri yeniden düzenleyip tabloyu değiştirmesi mümkün mü? Bunları yanıtlamak ne kadar zor. Bu sorular yanıtlanmayı beklerken de, düello kızışıyor ve “Ya birlikte boğulur ya da birlikte kurtuluruz” kuralı temelinde iki savaşçı birbirlerine yapışıyorlar.