İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Yaşlanmayan Filistin hafızası

İsrail savaş uçakları Gazze Şeridi'ndeki kuleleri ve Hamas tünellerini yıkabilir.
Hamas Hareketi'nin liderlerine suikast düzenleyebilir. Boyun eğdirmek ve Hamas’ın aleyhine dönmeye ve verdikleri destekleri geri çekmeye zorlamak amacıyla abluka altındaki Gazze Şeridi'ndeki insanların kalplerine korku ve panik de yayabilir.
Diğer taraftan Hamas roketleri, Tel Aviv'e kadar İsrail’deki hedefleri vurabilir.
Aynı şekilde Filistinlilerle yapılan çatışmalardan uzakta ve güvende olduklarını düşünen İsrail mahallerinde panik yayabilir. Bu mahalleler bu savaşın başka bir yerde veya başka bir ülkede gerçekleştiğini düşünüyordu. Ancak Hamas’ın roketleri savaşı bu mahallelere taşıdı.
Böylece buradaki sakinler Tel Aviv'deki yapay sükunetin kalıcı bir barışı garanti etmediğini gördü.
Ancak ne İsrail’in füzeleri ne de Hamas’ın füzeleri, sekizinci 10 yılına girmekte olan bu tarihi çatışmayı çözmenin yolu değil.
Bu daha çok tarih, din, toprak mülkiyeti ve geçmiş zamanların hatıralarından miras kalan her şeyi bu çatışmaya taşıyan iki halk arasındaki bir “varoluş savaşını” andırıyor.
İsrail’e karada ve havada sağladığı üstünlüğe ve her türlü üst düzey askeri teknolojiye rağmen güç artık tek başına bu çatışmayı “çözemiyor”. Aynı şekilde Filistinlilerin yüzlerine kapıların kapanması da Filistinlileri Hamas’ın roketlerinin Filistin'i özgürleştireceği yanılgısına da düşürmemeli.
Her iki tarafın da bu gerçeğin farkına varmasının, çözüme giden yola benzeyen bir şeyde başlangıç noktası olabileceğini söylemek klişeleşmiş bir tekrar olabilir.
İsrail komutanları, Arap ülkeleriyle yaptıkları bir dizi savaşta ve gerek Batı Şeria'da gerekse Gazze Şeridi'nde Filistinlilerle girdikleri bir dizi çatışmada askeri güçlerini ve üstünlüklerini test ettiler.
İsrail bu savaşların ve çatışmaların çoğunu kazandı. 1948 yılından günümüze kadar coğrafi alanını genişletti. Toprakları işgal etti. Yüz binlerce Filistinliyi evinden çıkardı ve pek çoğunu öldürdü. Buna rağmen, hiçbir şey olmamış gibi bu çatışma defterlerini kapatıp bu anıları Filistin’in hafızasından silmesine yardımcı olacak bir çözüme ulaşamadı.
Golda Meir “Filistin halkı diye bir şey yoktur” şeklindeki ünlü sözünü tekrarlarken kendisinden çeyrek asır sonra gelen Ehud Barak, Filistinlilerin kendilerini savunma hakkı olduğunu söyleyerek “Filistinli olsaydım, kesinlikle fedai olurdum” şeklinde konuşuyordu.
Bazı sert görüşlü Arapların hayalini kurduğu şekilde “İsrail’in denize dökülmemesi” gibi Filistinlilerin hala burada olmasına İsrail de şaşıracak.
Filistinlilerin davası, hak ettiği adil çözüme kavuşmadan yerinde saydığı sürece İsrail'i endişelendirmeye devam edecek ve Filistinlilerin ve dünyanın unutmasını istediği anıları canlandıracak.
İsrail’in liderleri devletlerinin kuruluşundan bu yana İsrail Devleti’nin Arap ülkeleri çevresinde zamanla “normal” bir devlete dönüşeceğini iddia ediyorlardı. Evlerinden çıkarılan Filistinliler sığındıkları ülkelere entegre olacaklardı. İsrail yıllarca terk edilmiş evlerin görüntülerini hafızalardan silmeye çalışacaktı. Tekrarlanan cinayetler, bu sığınmacıların huzurlu, güvenli ve sığınabilecekleri bir yer aramalarını ve çocuklarına ve torunlarına miras kalan evlerinin tapularını ve yanlarında taşıdıkları anahtarlarını atmalarını sağlayacaktı.
İsrail, topraklar üzerinde egemenlik ve karar alma hakkına sahip olan ülkeler grubu arasındaki uluslararası ilişkiler ve kurumlar haritasına yerleşecekti.
Unutmayı reddeden Filistin hafızası olmasaydı tüm bunların hepsi gerçekleşebilirdi.
İsrail projesi, kurucularının istediği gibi dünyanın dört bir yanından koparabildiğini koparacak ve Filistin toprakları üzerinde yerleşim birimlerini yayacak bir “Yahudi Devleti” kurabilirdi. Ayrımcılık yapmak için özel olarak hazırlanan yeni ırkçı yasalar, kalmayı seçen ve sayıları nüfusun beşte birini geçmeyen bir Arap grubunun üyelerini ikinci dereceden “vatandaş” yapacak. Zaten “Yahudi Devleti” olarak kimliğini tanımlayan bir ülkede nasıl ikinci derece “vatandaş” olmasınlar ki!?
Üç nesil Filistinli ile birlikte 73 yıl geçti.
İşte şimdi İsrail’in İbrani Devleti içinde birarada yaşamalarıyla ve kendilerine sağladığı “haklarla” övündüğü Arap şehirleri ve kasabaları Kudüs, Ramallah, Beytüllahim, Han Yunus ve Gazze Şeridi’nin yaptığı gibi ayaklanıyor.
Bu şehirlerdeki insanları tek yürek yapan ne? Bu, İsrail liderlerinin kendilerine sorması gereken bir soru değil mi? İsrail’i daha az külfetli ve daha çok sürdürülebilir başka bir çözüm arayışından kurtarmak için sadece güç ve uluslararası güç dengesinin bugünkü haliyle kalması üzerine bahse girmek mümkün mü?
Nekbe Günü’nün üzerinden 73 yıl geçti.
İsrail’in, Filistin’in hafızasından tehcir görüntülerini ve katliam anılarını silmek için yeterli zaman olmasını dilediği tam 73 yıl...
Filistinlilerin 73 yıllık hafızasına karşılık, İsrail’in "ebedi başkent" Kudüs'te, Mescid-i Aksa'da ve Şeyh Cerrah mahallesinde hakları olduğunu iddia ettiği şeyleri savunmak için arkasına sığındığı bin yıllık Yahudi hafızası.
İsrail'in hafızası uzun bir tarihe sahip ve “hakları” binlerce yıl sonra hala geçerli. Ancak Filistin hafızası, bir topçu ateşi ve uçak bombardımanı altında ölmek zorunda.
Dünya artık 1948 yılındaki kadar kapalı değil. Artık tek başına katliam haberlerini aktaran şey sadece anneannelerin hikayeleri değil.
Bugün dünya an be an olayları Filistin ile birlikte yaşıyor. Gazze’de medya kuruluşlarının bulunduğu bir kuleyi yıkan ya da Ramazan Bayramı gecesi ailelerinin yanında uyuyan çocukları öldüren bir roketin görüntüleri, toprağa düşer düşmez dünyanın her yerine ulaşıyor.
Dünya bu görüntülerde, savaşlarda sivillerin hedef alınmasının yanı sıra güç kullanma kurallarının ve insanlık ilkelerinin ihlal edilmesinden başka bir şey görmüyor.