Sam Mensa
TT

Gazze ve ateşkes için siyasi ufkun yokluğu

Gazze’de 2021'de gerçekleşen savaşın anlık da olsa İsrail için sonucu başarısızlıktır. İsrail'in Filistinlilere her düzeyde ağır hasar verebilecek muazzam bir yıkıcı güce sahip olduğu konusunda herkes hemfikir. Ancak bu güç siyasete çevrilemez.Zira bu, 2006'da yaşanan son Lübnan savaşından bu yana İsrail ve açıklanmış hedefleri için olumsuz sonuçlar verdi.
Bu benzeri görülmemiş şiddet turunun sonuçları sıfırdır. Çünkü görünen o ki varılan ateşkes, her iki taraf açısından da siyasi bir ufka sahip değil. Taraflar ile İsrail iktidarındaki sağ grupları ve aşırı sağı; Hamas, İslami Cihat, masum hayatlar, ağır maddi ve manevi kayıplar pahasına en büyük kazanımların sahibi olan Filistin içindeki ve dışındaki, İsrail ile barışa karşı çıkan grubu kastediyoruz. Bugün direniş ittifakı çevrelerinde bir tür coşkuya şahit oluyoruz. Artık başardığı kahramanlıklar, fırlattığı füzeler, ulaştıkları menziller ve tehlikeler, neden oldukları zararlar, İsrail toplumunda yarattığı kafa karışıklığının derinliği ve kazandığı olağanüstü uluslararası sempati hakkında ciltler yazabilir. Kısacası, abartı ve bazı propaganda amaçlı yalanlar bir tarafa, bu ittifak bölgesel kazanımlar elde etti. Böylelikle Filistin davasını yeniden parlattığı, dikkatleri Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen sorunlarından uzaklaştırdığı iddia edebilir. Buna ek olarak İsrail ile ateşkes veya barış yapmayı reddeden, ister Donald Trump ister Joe Biden yönetimi olsun, ABD’nin güvenilmez olduğu mantalitesine yeterli argümanlar ilave etti. ABD’ye ayrıca tatlı sözler satarken gerçekte BM Güvenlik Konseyi’nin başkanlık bildirisi yayınlanmasını engellemek, İsrail’e yardım göndermek ve olup bitenlerin saldırıya uğrayan İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu ifade etmek ithamı yöneltti.
Bu turun en önemli sonuçlarından biri de Arap Maşrık (Levant) bölgesinin devlet dışı örgütlerin, özellikle de Hizbullah, Husiler, Irak’ta Haşdi Şabi grupları hatta Hamas Hareketi gibi İran'a sadık olan örgütlerin eline geçtiğini doğrulaması. Şimdi hepsinin elinde içeride kullanabilecekleri, İran’ın yayılımcı projesi ile takviye edilmiş yeni silahları ve yeni kartları var. İran'ın projesi esas olarak bu grupların devleti ve varlığını zayıflatmak için kullanımına dayanıyor. Bugün bulundukları ülkelerde gerçekleşen de bu. Tahran’ın olduğu kadar bu grupların da üstü kapalı amacı Filistin ve Kudüs değil, bulundukları ülkelerin rejimleri içindeki konumlarını pekiştirmektir. Şeyh Cerrah mahallesi ve Gazze savaşı sorunu, bu grupların karar alma mekanizmaları üzerindeki hakimiyetlerini ve muhalifleri bastırma yeteneklerini pekiştirdi.
İsrail tarafına gelince; 12 yıl boyunca Binyamin Netanyahu ve İsrail sağının tek derdi zayıf Filistin Otoritesi ile güçlü Hamas arasındaki anlaşmazlığı ve ayrılığı derinleştirmekti. Böylelikle Batı’ya barış için partneri olmadığını tekrar edip durdu. Zira mevcut partneri, dünya ülkelerinin çoğunda terör örgütleri listesine dahil olmuş bir örgüttü. Bu şekilde kendisini tüm dünya gibi şiddetli İslami aşırılıktan muzdarip "uysal ve alçakgönüllü" bir kurban olarak gösterdi. Oysa Filistin davası ve Filistinliler, olup bitenlerin gerçek kurbanı olmaya devam ediyorlar. Çünkü Hamas'a ve arkasındakilere teslim edilmesi ve ellerine verilmesi, kafalarına kurşun sıkmakla eşdeğer. Bu turdan sonra pazarlandığı gibi, Filistin meselesinin yeni bir ivme kazandığına inanamayız. Özellikle de uluslararası alanda terörizm, aşırılıkçılık ve dini radikalizmle suçlanan Hamas ve İslami Cihat’ın himayesi altında, Filistin Ulusal Otoritesi’nin uzun zaman önce sona eren görev süresi, üç farklı bölüme ayrılan Fetih Hareketi’nin yokluğunun gölgesindeyken buna inanmak zor. İran ve vekillerinin eline geçmesiyle Filistin meselesi en büyük kaybeden, Tahran ise en büyük kazanan oldu.
Hamas'ın İsrail'i veya Netanyahu'nun Filistin halkını yok edebileceğine inanmak saflıktır. Tarih, bu çatışmanın askeri güçle sonlanmayacağını ve sorunu çözmenin tek yolunun diplomasi olduğunu gösterdi. İkilem şu ki bir çözüme varılması halihazırda bu çatışmanın iki tarafı olan Netanyahu ve Hamas’ın çıkarına değil. Çünkü durumun olduğu gibi devam etmesi ikisinin de yararına.
Bu çatışmada kaybedenin barış kampı, yani İsrail ile normalleşen Arap ülkeleri olduğuna dair propagandaya inanmak da zor. Aslında bir kayıp ve yenilgi yaşandı ama bu geçici. Çünkü bölgenin geleceği siyasi, ekonomik ve güvenlik istikrarı için barış dışında bir çözüm yok. Filistin kartı direniş ekseninin elinden çekilip alınmadan barış sağlanamaz. Bir yandan Filistinliler gerçekçi olmaya, diğer yandan İsrail ve aşırılık yanlıları Filistinlilerin haklarına, adil bir çözüme ulaşma zorunluluğuna ikna olmadan barış sağlanması imkansızdır.
2021 Gazze savaşı, barış kampı ülkeleri için korku ve normalleşme adımıyla ilgili bir utanç veya tereddüt kaynağı olmak yerine bir katalizör haline gelmeli. Harekete geçmekte ve Netanyahu'nun fırsatçı ve popülist dar görüşlü politikasıyla iktidara geri dönmemesi, askeri çözümün yararsızlığını ve Filistin halkının haklarını kabul etmiş bir ekibin iktidara gelmesi için öncelikle İsraillilere baskı yapmakta daha cesur olmalı. İkincisi şu ki, iki devletli çözümü yeniden canlandırmaları için Amerikalılar ve Avrupalılar üzerinde daha fazla baskı uygulamalı. İran ile nükleer anlaşma hayaleti yanılsaması çevresinde dönmeyi bırakmaları lazım. İran İslam Cumhuriyeti’nin gerçek tehlikesi; yerel vekilleri aracılığıyla tüm bölgeyi ele geçirmesi ve rejiminin Batı’ya şantaj yapmak konusunda Netanyahu İsraili'nin ikizine dönüşmesidir. Bununla mücadele etmek için baskı yapılmalı.
Gazze savaşı aynı zamanda Viyana’daki ABD-İran müzakerelerinde Washington'ın bölgedeki müttefikleri için de bir katalizör oldu. Washington'a sorunun yalnızca İran'ın nükleer silaha sahip olması değil, buna paralel olan, düşünce ve düzen olarak devrimini ihraç etme yoluyla bölge ülkelerine müdahale etme tehlikesi olduğuna dair argümanları bir kez daha teyit etti. Bununla ilgili gerekçelerini pekiştirdi. İran, Devrim Muhafızları deneyimini kopyalayıp Lübnan, Irak, Yemen ve belki de Suriye’ye uygulayarak çoğalttı. Devlet dışı, tamamen Devrim Muhafızları gibi karar mekanizmasını elinde tutan ve kontrol eden örgütler oluşturdu. İran, Filistin davası ve İsrail'e karşı halk direnişi kapısından bölgeye sızdı ve ilk çocuğu da Lübnan Hizbullah’ı oldu.  Ancak ajanlarının bölgede mantar gibi yayılıp siyasi eylemde bulunmaya başlamalarıyla direniş maskesi düştü. Silahlarını İsrail'den uzakta, Tahran'ın yayılımcı emellerini takviye edecek şekilde, siyasi karar mekanizmasına hükmetmek için içeriye çevirdiler. Korkumuz o ki Gazze'de ortaya çıkan silahların, hem de daha gelişmişlerinin Lübnan'daki Hizbullah’ın da elinde olması. Bugün Hizbullah bu savaş sayesinde siyaset alanında, müdahil olmasından elde edebileceğinden çok daha fazlasını devşiriyor. Tel Aviv’e karşı korku dengesini sağlamak için silahını muhafaza ettiği argümanını meşrulaştırıyor. Böylece tüm ülke tamamen ona rehin hale geliyor.     
İsrail'in de sorunun yalnızca İran'ın nükleer bir devlete dönüşmesini önlemek için nükleer anlaşmaya dönmek olmadığını söylemek için bir bahanesi var. Balistik füzelere sahip olmaması ve bölgedeki devlet dışı örgütlerini gelişmiş silahlarla desteklememesi garanti altına alınarak anlaşmanın sağlamlaştırılması gerektiği argümanını öne çıkarma fırsatı var. Bu yalnızca İsrail’in değil, bölge ülkelerinin güvenliği için de gerekli. Çünkü kimse, herkes istikrara kavuşmadan tek başına istikrara ulaşamaz. Savaş alanına nüfuz etmenin yalnızca İran'ın müttefikleri ile sınırlı hale geldiği anlaşıldıktan sonra bu savaşın yankıları ve verdiği dersler, ondan başka hiç kimsenin yeni veriler üretme yeteneğine sahip olmadığı Washington'ın soğukluğunu kırabilecek mi?
Son olarak şunu söylemek gerekir ki tarihsel rolünü yeniden kazanması, barış yönünde baskı yapması, Gazze ve Filistin davasının kaderine ve onlarla birlikte tüm bölgenin kaderine yönelik her türlü manipülasyonu engellemesi Mısır üzerindeki hakkımızdır.