Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Tel Aviv’in cevaplamaktan kaçındığı Ürdün sorusu

Bu soru, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya çeyrek asır önce sorulan bir sorudur. Fakat Netanyahu, o dönemde bu soruyu cevaplamaktan kaçındı. Şayet cevaplasaydı, kendisini ve daha sonra da Gazze’ye yönelik son savaşta ülkesine yararlı olmayan demir kubbeyi alay ve eleştiri oklarının hedefi haline getirecekti.
1996 yılıydı. Netanyahu, o zaman ilk kez başbakan olmuştu. Ziyaret maksadıyla ABD’ye gitti. Ziyaret sırasında Netanyahu, başkent Washington’da bir düşünce merkezinde konferans vermeye davet aldı.
Konferansa katılmaları için Washington’daki ilgili büyükelçilere davetiyeler gönderildi. O dönem Mısır’ın Washington Büyükelçisi Ahmed Mahir, -daha sonra Dışişleri Bakanı oldu- davetiye alanlar arasındaydı. Yine o dönem Ürdün’ün Washington Büyükelçisi Fayiz et-Taravine de -daha sonra Dışişleri Bakanı ve Başbakan oldu- konferansa katılması için davetiye almıştı.
Taravine, bu hikâyeyi birkaç hafta önce “20 Yıllık Hizmette” başlığıyla başkent Amman’da yayınlanan hatıralar kitabında anlattı.
Taravine, Kral Hüseyin ve Kral İkinci Abdullah ile çalıştığı yıllarını kaleme aldığı hatıralarında şunları anlatıyor: İstediği iddiaları ve yalanları yaydığı Amerikan sahasının İsrail tarafına açık kalmaması için Büyükelçi Mahir’e telefon edip konferansa gitmek için anlaşmışlar. 
Konferans salonunda Taravine, İsrail Başbakanı’nın sadece barış ve güvenlikten bahsettiğini, ancak İsrailliler ve Filistinliler arasında başka alternatifin olmadığı ilişkinin doğasında barış ve güvenliğin tamamlayıcısı olan üçüncü faktörden (toprak faktörü) bahsetmediğini fark etmiş. Zira üçüncü faktör olmadan diğer ikisinden bahsetmenin bir yararı yoktur. Çünkü bu üç faktör birbirini tamamlıyor. Bu üç faktörden birini yok saymak, formülü tamamen bozmak demektir.
Buradaki formül, Filistin meselesinin çözümünün anahtarı olarak Birleşmiş Milletler’in yayınladığı 242 ve 338 sayılı kararlardan bahseden Madrid denklemidir. Madrid Barış Konferansı’nın yapıldığı dönemde dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, BM’nin söz konusu iki kararını üç ayaklı bir masaya benzetiyor.
Baker, bu masanın iki ayak üzerinde durmasının imkânsız olduğunu, üç ayaktan birisinin bulunmaması halinde masanın hemen yıkılacağını ve bu üç ayağın barış, güvenlik ve toprak olduğunu söylüyordu.
Netanyahu, masanın iki ayağından bahsederken söylediği şeylerin işgal altındaki topraklarda gerçekleşmeyeceğini, üçüncü ayaktan bahsetmemenin bu ayağın mevcut olmadığı ya da önemsiz olduğu anlamına gelmediğini biliyordu. Yine Netanyahu, üçüncü ayağı göz ardı etmenin ya da yerine gelecek herhangi bir İsrail Başbakanının meseleyi yeniden ilk kareye veyahut sıfır noktasına götüreceğinin farkındaydı.
Büyükelçi et-Taravine’nin, Netanyahu’ya unutmuş olabileceği Madrid Konferansı’nı ve çözüm masasının ayaklarını yeniden hatırlatmaktan başka bir seçeneği yoktu. Tabi Netanyahu, bunları unutmamıştı. Fakat bugün olduğu gibi o dönem de bu durumu unutmuş gibi yapıyordu.
Buna rağmen önemli olan, Ürdünlü Büyükelçi’nin doğrudan Netanyahu’ya yöneltmiş olduğu sorudur: “Herhangi bir İsrailliye sorun… Gerçek anlamda güven ve huzur hissini ne veriyor? En modern ve en tehlikeli silahlar mı yoksa Tel Aviv’deki 22 Arap büyükelçiliğinin varlığı mı?”
Tabi Netanyahu bu soru karşısında şaşırmıştı. Soruyu bu şekilde beklemiyordu. Nasıl cevaplayacağını da bilmiyordu. Çünkü bu soruyu yanıtlamak, kendi hükümetine ve daha sonraki hükümetlere birtakım yükümlülükler getirecekti. Bununla birlikte Netanyahu, bu soruya soruyla karşılık verdi. İsteseydi bu soruyu kendi yerinde olan sorumlu bir adamın yanıtlaması gerektiği gibi yanıtlayabilirdi.
Netanyahu, büyükelçinin sorusunu “Nerede?”  diyerek yanıtladı. Bu cevap, Netanyahu’nun bu soruyu cevaplamak istemediğinin bir göstergesiydi. Çünkü Netanyahu, 22 Arap başkentinin Tel Aviv’de büyükelçilik açmaya hazır olduğunu biliyor. Fakat büyükelçi, Netanyahu’ya İsrail’in yerine getirmesi gereken şartları açıkladı. Büyükelçilik açmak, bedelsiz değildir ve olmayacak da.
Bu şartlar, 2002 yılında Beyrut’taki Arap zirvesinde Kral Abdullah bin Abdülaziz tarafından ortaya atılan Arap Barış Girişimi’nde açık ve net bir şekilde yazılıdır. Bu girişim, üç ayaklı masayı yeniden gündeme getiren ve barış, güvenlik ve toprak üçlüsünün bir arada olmadan masanın ayakta duramayacağını belirten bir girişimdir.
Şayet demir kubbe, silah olarak 1996 yılında mevcut olsaydı, Ürdünlü Büyükelçinin sorusu da farklı olurdu. Büyükelçinin sorusu şu şekilde olacaktı: “Herhangi bir İsrailliye sor… Gerçek anlamda güven ve huzur hissini ne veriyor? Demir kubbe mi yoksa Tel Aviv’deki 22 Arap büyükelçiliği mi?”
Sorunun formatı farklılaşacaktı. Ancak İsrail’in cevabı farklı olmayacaktı. Çünkü İsrail’in kibri değişmedi. Eğer İsrail’in kibri değişseydi, sorunun formatı farklılaşınca cevap da farklılaşacaktı.
Gazze’ye yönelik 11 gün süren son savaşta İsrail’in çok güçlü, Filistinlilerin de çok zayıf olmadığı ve demir kubbenin de Filistinlilerin füzeleri karşısında yeterli ölçüde faydalı olmadığı ortaya çıktı. Zira Filistinlilerin füzeleri, daha önce hedef alınmayan İsrail havalimanlarını ve İsrail’in diğer noktalarını hedef almıştı.
Belki de bundan dolayı Tel Aviv, boğulan birinin kıyıdan atılan can simidini kabul ettiği gibi Mısır’ın arabuluculuğunu kabul etti.  Belki de aynı sebepten dolayı Tel Aviv, başta şartlar ileri sürmeden ateşkesi kabullendi.
İsrail’in ateşkes sonrası süreçte kendisiyle Filistinliler arasında bir şey yapması gerekiyorsa o da Ürdünlü Büyükelçinin sorusunu yeniden hatırlamak olacaktır.
Zira dönemin başbakanı, çeyrek asır önce söz konusu sorunun sorulduğu aynı başbakandır.
Ayrıca sorunun üzerinden bu kadar zamanın geçmesi, sorunun etkisini, tazeliğini ve geçerliliğini kaybettirmedi. Çünkü bu soru, meselenin özünde yer alan bir sorudur. Yine bu soru, 1990’ların ortasında yanıtlanmayı beklediği gibi 2021 yılında da hala yanıtlanmayı bekleyen bir sorudur.
O dönemde Netanyahu’ya sorulan bu soru, 21. yüzyılın anlaşmasına nispeten 20. yüzyılın sorusu olarak nitelendirilebilir. Tabi söz konusu soru ve anlaşma arasında herhangi bir benzerlik yoktur. Çünkü büyükelçinin sorusu, meselenin özüne odaklanmış ve bu meselenin çözümünü başka bir şekilde çözülmesi mümkün olmayan bir temele dayandırmıştı. Yüzyılın anlaşması ise güçlü bir temele dayanmıyordu. Bunun için 2021’in başında anlaşmanın sahibinin Beyaz Saray’dan gitmesiyle birlikte doğal olarak bu anlaşmadan da bahsedilmez oldu.
Netanyahu’nun Ürdünlü Büyükelçinin sorusunu kendisine yeniden sormaktan ve kendinden ve başkalarından emin bir şekilde bu soruyu cevaplamaktan başka bir seçeneği bulunmuyor. Çünkü bu soruyu kendinden ve başkalarından emin bir şekilde yanıtlamadan Filistinlilere karşı savaş, yarın veya ertesi gün yeniden başlayacaktır.
İsrail, kendisinden beklenen hedefi gerçekleştirmeyen ve sahibini umulan sonuca götürmeyen demir kubbenin üzerine bin kubbe daha eklese bile İsrailliler, hayatlarında güven ve huzuru bilmeyecek.