Sam Mensa
TT

Biden bunu yapar mı?

Perde arkası diplomasinin tükenmesinden sonra ve diplomat Hady Amr'ın çalışmalarını takviye etmek, Gazze'deki savaşın yansımalarını kontrol altına almak için Washington, Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'ı bölgeye gönderdi. Gecikmiş de olsa bu adımın atılması ABD’nin, çatışmanın diğer cephelere yayılma ve onu müdahale etmeye zorlama - ki kaçınmaya çalıştığı da bu - riskinin farkında olduğunu gösteriyor. Her ne kadar Barack Obama’dan Joe Biden yönetimine kadar Demokrat yönetimler, Ortadoğu'dan ve onun zorlu savaşlarından uzaklaşmaya istekli görünseler de, geçen hafta New York Times’da yayınlanan bir makalede, bölgenin ABD’yi zorla batağına geri çektiğine yer verildi.
Amerikalı bakanın ziyareti, Washington'un İsrail-Filistin çatışmasına yönelik politikasının, Donald Trump'ın uzaklaştığı sabitelerine geri dönüşü dahil olmak üzere çeşitli vaatler içeriyor. Bu sabiteler arasında iki devletli çözüm (ki bu önceden verilmiş bir seçim vaadi), Doğu Kudüs'teki ABD Konsolosluğu’nun yeniden açılması ve Gazze'ye insani yardım gönderilmesi yer alıyor. Yenilenen Amerikan dinamiğinde son mesele endişe uyandırıyor, çünkü bilindiği gibi insani yardım Gazze’nin yeniden inşasını kapsamıyor. Yeniden inşa, Gazze sorununu ve sonrasında bir bütün olarak Filistin çatışmasını çözmek için net bir siyasi vizyon gerektiriyor.
Korkulan o ki, Washington'un bu aşamada yapacağı azami şeyin daha önceki müdahale projeleri uyarınca çatışmayı çözmek değil, onu yönetmeye çalışmak olması. Geçmişte öne çıkan müdahalelerinden biri de, 2014 yılında yine Gazze’nin maruz kaldığı şiddet turundan sonra düzenlenen konferansta bağışçı ülkelerin yaklaşık 5 milyar dolar yardımda bulunma taahhüdünde bulunmaları ama siyasi imkansızlık nedeniyle bunların Gazze’ye ulaşmamalarıydı. O zaman sorunun özü, Hamas’ın Gazze Şeridi'nin kontrolünü elinde tutmasıydı, bu nedenle Filistin Ulusal Otoritesi, Gazze hareketin elinde olduğu sürece sorumluluk almayı reddetmişti. Bugünkü durum, Hamas ve Gazze Şeridi ile Filistin'deki müttefiklerinin son şiddet olaylarının bir sonucu olarak yaşadıkları coşku göz önüne alındığında daha iyi değil. Bu coşku bölge boyunca karşı çıkma ve direniş eksenindeki müttefiklerine de uzandı. Bunu en iyi ifade eden de geçen hafta Lübnan’ın 2000 yılında İsrail işgalinden kurtuluşunun yıldönümünde yaptığı konuşmada, İsrail'in sonunun ve devletinin çöküşünün “bir zaman meselesinden ibaret olduğunu” belirten Hasan Nasrallah’dı.
Bugün, İsrail-Filistin çatışmasının nihai bir çözümünün mevcut olduğuna inanmak saflık olur, özellikle de şu anda iki aşırı ve şiddet yanlısı dini grup arasında kalmış olduğundan. Bu grupların ilki, İsrail'de laik liberallere, zayıf, statükoyu kabul eden, savaşlardan ve şiddetten kaçınmak isteyen ılımlı bir üçüncü taraftan daha üstün ve güçlü görünen aşırı sağ. Karşı tarafta ise, amacı Kudüs veya Filistin ile sınırlı kalmayıp, bunun ötesinde bölge düzeyinde aşırılıkçı ideolojiyi yaymaya kadar uzanan radikal bir ideolojik siyasal İslam var.
Burada ABD'nin rolü öne çıkıyor, çünkü müdahalesi özellikle üç olguya ilişkin yeterli bir farkındalığa dayalı bir siyasi ufka sahip olursa, bu denklemi tek başına değiştirme yeteneğine sahip tek taraf.
Birinci olgu, son Gazze savaşı, İsrail'in Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesindeki barbar ve ırkçı uygulamalarına karşı kendiliğinden gelişen bir tepki değil, aksine göz ardı edilmemesi veya bir kenara itilmemesi gereken bölge, şiddetli koşulları ve etkileşimleriyle bağlantılı birikimler ve değişimlere karşı tartışmasız açık bir tepkinin sonucudur. Bu gelişmelerin en belirgini, Mısır'da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yönetiminin devrilmesinden sonra "Müslüman Kardeşler"in gerilemesi ve Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, BAE ve Fas’a kadar bölgede Sünni ılımlı eksenin öne çıkmasıdır. İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecinin yeniden başlaması ve 4 önemli Arap ülkesinin buna katılmasıdır. Tüm bunlara, 2 yıldan fazla bir süredir temel askeri ve bilimsel şahsiyetlerini hedef alan suikastlardan, Trump yönetiminin uyguladığı azami yaptırımlara ve Suriye’de müttefiklerini hedef alan saldırılara kadar İran'ın maruz kaldığı ve kalmaya devam ettiği baskı ve saldırıları da ekleyebiliriz. Her siyasi meselede onu motive edecek yeni unsurlar ortaya çıkar. Son olayda bu motivasyon, İsrail’in Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesindeki hatalarıydı. Hamas da bu fırsatı değerlendirdi ve temel olarak kullandı.
İkinci olgu, Viyana’da İran ile nükleer anlaşmaya dönmek için yapılan müzakerelerin başarılı olması için acele etme ve çabalama, bu amaçla İran'a yönelik bazı yaptırımların kaldırılması için çok düşük standartlar belirleme hatasıdır. Amerikalı müzakereci, anlaşmayı yaklaşan İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce tamamlamak istiyor, çünkü bunun reformistlere ivme kazandıracağına inanıyor. Oysa cumhurbaşkanlığı yarışı, daha ılımlı Ali Laricani ve reformist İshak Cihangiri’nin adaylıklarının veto edilmesinden sonra, büyük olasılıkla muhafazakar İbrahim Reisi lehine sonuçlanacak.
Üçüncü olgu, İran ile müzakerelerin başarılı olmasının, onu Gazze'de Hamas'ı, Yemen'de Husileri, Suriye ve Lübnan'da Hizbullah’ı dizginlemeye yönelteceğine, gerçekten ve inanarak ya da statüko ve güç dengesine uymak için inanan Amerikalı müzakerecinin düşüncesinin arka planındaki dengesizliktir. Bu düşünce, Fransa'nın İran'ın müttefikleri, özellikle de Hizbullah’a yönelik tutumuyla uyumlu. Paris de Hizbullah’ı kontrol altına almak, Lübnan'da bir hükümet kurmak ve ülkeyi boğucu krizinden çıkarmak için onunla birlikte çalışmak gerektiği kanaatinde. ABD ve genel olarak Batı’nın bu düşünce biçimi, bir yangın çıkarıp söndürmeleri için onlara satan Suriye'deki Esed ailesiyle on yıllara dayanan acı deneyimlerini tekrarladıklarını teyit ediyor. Nitekim İran'ın çıkarları doğrultusunda Gazze ve bölge ülkelerinde yaptığı da bu.
Biden yönetiminin bu gerçeklerin ayrımına varması, Binyamin Netanyahu ve müttefiklerine tek taraflı uygulamalarını durdurmaları, iki devletli bir çözüme doğru ilerlemeleri için baskı yaparak acil sorun diplomasisini hızlandırabilir. Düşmüş olduğu zayıflığa rağmen Filistin Ulusal Otoritesi’ni destekleyip, Amerikan Konsolosluğu’nun Doğu Kudüs'e hızlı bir şekilde dönmesi, İsrail'e dürüst bir arabulucu rolü oynayabilecek bir büyükelçinin atanması başta olmak üzere Batı Şeria'da acil siyasi ve ekonomik girişimler başlatabilir. Gazze'ye yapılan insani yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaşması için kontrol edebilir. Hamas ile dahili ve harici destekçilerinin kaprislerine göre, savaşın yeniden başlamasını önleyecek güvenlik ve askeri önlemler, sürdürülebilir bir ateşkes şartıyla Gazze’nin yeniden inşası için ABD tarafından desteklenecek uluslararası bir projenin ilerlemesini sağlayabilir.
İki devletli çözüm yeniden canlandırılmadan tüm çözüm girişimleri boşuna. Fırsat bugün elverişli, çünkü İsrail toplumu, son Gazze savaşının derslerinden ve bunu müteakip karışık şehirlerde yaşanan kargaşadan sonra buna eskisinden daha hazırlıklı. Bu nedenlere, hükümetin kurulamaması ve 2 yıl içinde beşinci kez genel seçimlere gitmesi ihtimali ile bazı komşu ülkelere benzemeye başlayan iç siyasi istikrarsızlık hali de ekleniyor.
Ortadoğu’nun hareketli kumlarına rağmen, bugün, Washington'un değerlendirmesi gereken bir dizi olumlu olayla somutlaşan tarihsel fırsatların işaretleri gün yüzüne çıkıyor. Trump'tan önceki Amerikan politikalarını yeniden vurgulamanın ötesine geçen ve gerçekleştirmek istediklerine yönelik net bir stratejiye dayanan doğru Amerikan müdahalesi, üç tarafın çıkarına olacaktır. Bunların ilki, Demokrat Parti içindeki bariz dönüşümün, İsrail'e yönelik yeni eleştirel pozisyonun ve bunun parti ve Biden yönetimi üzerindeki yansımaları nedeniyle ABD'nin kendisi. İkincisi, onu kendisinden kurtarmaya yardım edebileceği için İsrail. Üçüncüsü, onu rehin alanlardan, pazarlık aracı olarak kullananlardan ve ulusal karar mekanizmasının zayıflığından kurtarılmaya acil ihtiyacı olan Filistin. Peki, Biden bunu yapar mı?