Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Tecdid yöntemi: Metinle eleştirel diyalog

Seyyid Vali Nasr, Washington'da Johns Hopkins Üniversitesi'nde Uluslararası Çalışmalar Fakültesi’nin Dekanı olarak görev yaptı. Ortadoğu ve Hindistan alt kıtasındaki İslami uyanış akımları üzerine yaptığı derinlikli çalışmalarıyla geniş bir ün kazandı. Nasr, incelediği tüm grupların yeni bir Kur'an okuması ve ilk nesil Müslümanların mirasıyla ilişkili bir vizyondan yola çıktığını kaydetti.
Bu vizyon teoride kulağa oldukça çekici geliyor. Ayrıca sahipleri ile Müslümanların mevcut gerçekliği arasında manevi bir ayrımın tasavvuruna izin veriyor. Aynı zamanda onları, faziletleri hususunda hiçbir tartışma olmayan sahabenin ilk nesline bağlıyor. Bu durum, kendinden memnun olma ve hatta başkaları üzerinde üstünlük duygusu veriyor.
Bu vizyondaki en belirgin güçlük ise İmam Mâlik’e (711-795) atfedilen şu söze duyulan yaygın inançla olan uyumunda yatmaktadır: “Bu ümmetin evveli ne ile ıslah olduysa, sonra gelenleri de ancak aynı şey ile ıslah olacaktır.” Bu sözü dinleyenlerin zihni, “kitaba ve sünnete geri dönerek etrafındaki açıklama ve tefsirleri dışlama” anlamına yönelir.
Vizyondaki en belirgin nokta budur. Zira sahiplerini, kendi içtihatlarıyla çelişen her türlü bilimsel delili kabul etmekten muaf tutmaktadır. Bu kimseler, kitap ve sünneti, kendi görüşlerine doğrudan bir dayanak yaparlar. Böylece delil getirme yolunu ve yordamını bilmeyenler ile bir ayeti herhangi bir bağlama dahil etmekle o ayetin herhangi bir görüş için kesin delil olması arasındaki farkı idrak etmeyenler, bu fikirlere ikna olurlar.
Kutsal metne dönmek ve onu yeniden okumak, İslam içerisindeki uyanış akımlarının ortak paydasıdır. Nitekim geçen haftaki yazımda bahsettiğim hadis-i şerifte yer alan ‘tecdid kavramının özü de bu şekilde sunulmaktadır.
Ancak Profesör Nasr, bu vizyonu açıkladıktan sonra ilgili akımların yenilikçi bir proje sunamadıklarını ve aksine çoğunun yüzeysel değişikliklerle ‘aynı geleneksel söyleme’ döndüğünü söylüyor. Nasr, bunun nedeninin, söz konusu akımların ‘güç dengeleri ile meşgul olmaları ve sosyo-politik sahnede kendilerine yer bulabilmek için bazen halkı bazen de geleneksel akımı yatıştırma ihtiyacı’ olabileceğini ima ediyor.
Ben, yukarıda bahsedilen akımların hepsinin yeni bir dil veya yeni araçlar kullansalar bile geleneksel entelektüel ve felsefi sistemden temelden ayrılmadıkları kanaatine meyilliyim. Nasta yahut diğer başka bir şeyde içtihada yöneliyorsanız onunla aranızda bir mesafenin olması gerekiyor. Sonra ilgili metin ile eleştirel bir diyaloğa girilmeli ve en azından araştırma esnasında metnin kutsallığı geçici olarak göz ardı edilmelidir. Metni anlamak için zihin serbest bırakılmalı ve ardından çağın mantığı ve bilimsel vizyonu ışığında bir tartışmaya girilmelidir. Bunu ve geleneksel fıkıh ekolündeki muadilini bilen biri, birincinin ikinciden pek çok aşama önde olduğunu ve bilgiye ulaşmada geleneksel ekolün tüm istinbat yönteminin ötesine geçtiğini bilir.
Yaklaşık bir asırdır büyük alimlerin ve düşünürlerin de içerisinde yer aldığı akımlar tarafından yürütülen ‘düşüncede yenilenme’ tecrübesi ile karşı karşıyayız. Fakat hepsinin isyan ettikleri geleneksel ekole geri döndüklerini görüyoruz. Bunların aksine çok az sayıda düşünür, atılımlar gerçekleştirmeyi başarabilmiş ve dini düşünceyi çağın ruhuna yakın bir şekilde sunabilmiştir. Bu kimseleri farklı kılan, metinle eleştirel bir diyaloğa girmiş olmalarıdır. Onlar, ne dil üstatlarının ne de hadis râvîlerinin ve fakihlerin sözlerinden etkilenmeyerek yeni bir yol çizmiş ve yeni bir vizyon sunmuşlardır.