İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Hamas’ın Gazze savaşından istediği bedel

Hamas Hareketi, İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği son savaşın ardından zafer kazanan tarafmış ve dolayısıyla da bu zafere yatırım yapmayı hak ediyormuş gibi davranıyor. Hamas, sadece İsrail’e üstün gelmiş gibi davranmıyor. Aksine Hamas liderlerinin açıklamaları, bu zaferi Filistin yönetimine ve Fetih Hareketi’nin İsrail’le ilişkisinde izlediği politikaya karşı da bir başarı olarak gördüğüne işaret ediyor. Sanki kurallarını Oslo Anlaşmalarının pekiştirdiği bu ilişki (Fetih Hareketi’nin İsrail’le ilişkisi), İsrail’in Kudüs halkına ve Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarından ve İsrail savaş uçaklarının Gazze’ye verdiği tahribattan sorumluymuş gibi Hamas liderlerinin açıklamaları, bu zaferi Filistin yönetimine karşı da bir başarı olarak addettiğini gösteriyor.
Gazze halkının, çocukların, kurumların ve alt yapının maruz kaldığı beşerî ve maddi kayıplara rağmen Hamas’ın bu zaferi yorumlama şekline bakılmaksızın Hamas Hareketi, bu zaferi sadece İsrail’in yenilgisi olarak görmüyor. Aksine Filistin yönetiminin siyasi projesine, Oslo anlaşmasına, Filistin topraklarına Ebu Ammar’ın deyimiyle bu toprakların yüzölçümü ne kadar küçük olursa olsun geri dönüş fırsatının sonucuna, Filistin yönetiminin dayattığı ve İsrail’in yerleşim politikasının tehditlerine maruz kaldığı sınırlı egemenliğe karşı da daha sert bir tutum sergileme aracı olarak görüyor. Ancak Filistin yönetiminin kontrol ettiği bölgelerdeki kurumlarda Filistin bayrağı dalgalanıyor. Ramallah’taki yönetim merkezi, dünya liderleriyle yapılan görüşmelerin daimî merkezi konumunda. Şüphesiz bunlar, sembolik olabilir, fakat büyük bir anlama sahiptir. Bu gelişmelerin, 1993 yılından önce diasporadaki Filistinlilerin durumlarıyla ve Beyrut, Tunus, Amman ve Şam arasında hareket eden ve gittiği yerlerdeki başkentlerin isteklerine ve çıkarlarına boyun eğen Filistin yönetimiyle karşılaştırılması gerekiyor. Aynı şekilde bu gelişmeleri, anlaşmaların sağladığı uluslararası şemsiyeden vazgeçtikleri zaman Filistinlilerin durumlarının geleceği noktayla da karşılaştırmak gerekiyor.
Bugün Hamas yönetiminin söylemleri ve davranışları, sanki Filistin yönetiminin siyasi projesine karşı tutumu konusunda Gazze savaşı sonrasının öncesi gibi olmayacağı izlenimini veriyor. Yine bu söylemler ve davranışlar, Gazze savaşının sonuçlarının Hamas’ın siyasi kararlarda belirleyici olacak şekilde Filistin sahasına yeni bir gerçeklikle yansıması gerektiği izlenimini veriyor. Hamas Hareketi’nin Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin Gazze savaşından sonra yapmış olduğu açıklamalardan bu anlaşılıyor. Heniyye, bölgede göz önünde bulundurulması gereken yeni bir güç dengesi olduğunu ve Filistin yönetiminin Oslo anlaşmasından çekilmesi, İsrail’i tanımayı bırakması ve İsrail’le güvenlik iş birliğini durdurması gerektiğini düşünüyor. Hatta Heniyye daha da ileri giderek Hamas’ın Kudüs’ün durumuna daha fazla dikkat ettiği ve Kudüs’ü daha fazla savunduğu izlenimini verdi. Tabi bu konuda Filistin yönetiminin kusurlu olduğuna yönelik gizli bir suçlama da mevcut.
Tüm bu gelişmeler, Hamas’ın Filistinli grupları birleştirmek, ortak bir yönetim kurmak ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nü yeniden yapılandırmak amacıyla Fetih Hareketi yönetimiyle Kahire’de müzakerelere başlamaya hazır olduğunu açıkladığı bir zamanda meydana geliyor. Nitekim Gazze’nin dış finansmanla yeniden imarına yönelik hazırlık planlarına paralel olarak Mısır yönetimi de bunu öneriyor. Tabi bu durum, Hamas’ın birleşme projesi karşısında ne kadar ciddi olduğuyla ilgili pek çok soruyu gündeme getiriyor. Bu projenin farklı bir vizyonla başlayıp başlamayacağı ve İsrail ile Filistin yönetimi arasındaki anlaşmaları gözeten Batılı güçlerle ve Tel Aviv’le ilişkinin doğası ve siyasi süreç konusunda uyuşmazlığın azalıp azalmayacağıyla ilgili birçok soru mevcut.  
Bu uyuşmazlığı, Fetih ve Hamas arasındaki mevcut iktidar ve karar alma çekişmesi çerçevesinde anlamak ya da yorumlamak mümkündür. Özellikle Hamas, 1967 sınırları içerisinde ve başkenti Doğu Kudüs olacak şekilde Filistin devletinin kurulmasını 2007 yılından itibaren kabul etti. Yani bu da demek oluyor ki Hamas, Filistin devletinin yanı sıra İsrail’in varlığını da dolaylı olarak kabul ediyor. Halid Meşal’in 2007 yılında yaptığı açıklaması da bu durumu doğruluyor. Zira Meşal, “Ben bugün Filistinli olarak, 1967 sınırlarına göre bir devlete sahip olmak konusunda Arap-Filistin talebinden bahsediyorum. De facto durumun, Filistin topraklarının geri kalan kısmında İsrail adında bir devletin olduğuna işaret ettiği doğrudur. Fakat gerçekler böyle” demişti.
Öyleyse Hamas’ın tutumu, Filistin yönetiminin iki devletli çözüme karşı tutumundan nasıl farklılık gösteriyor? 2002 Beyrut Zirvesi’nde onaylanan Arap Barış Girişimi’ne uygun talepler olmasının yanı sıra çatışmanın çözümünde kabul edilebilecek sınırlar ve talepler belliyken Filistin grupları içerisindeki bu anlaşmazlığın gerekçeleri nelerdir?
Doğal olarak insan, Hamas liderlerinin birçok Batılı devletin İsrail’in nefsi müdafaa hakkına verdiği destek karşısında yaşadığı hayal kırıklığını anlıyor. Yine insan, diğer devletlerin İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırıları karşısında sessiz kalması ve uluslararası kanunun işgalci İsrail devletine sağladığı haklardan mahrum bırakması konusunda Hamas’ın uğradığı hayal kırıklığını anlıyor. Fakat uluslararası toplumun İsrail’in işlediği suçlara sessiz kalması ya da Tel Aviv’e verilen uluslararası destek karşısındaki çözüm, Filistinli güçlerin dağılmasıyla değil de birleşmesiyle olması gerekiyor. Yine bu çözüm, birçok devletin tanıdığı Filistin kurumlarına yönelik destek aracılığıyla ya da uzun mücadelelerinin ardından Filistinlilerin yaptığı anlaşmaları desteklemekle ve Filistin hakkının dünyaya dayatılmasını sağlayan fırsatlardan yararlanmakla olmalıdır. Aynı zamanda Filistinlilerin yaptığı bu anlaşmalar, İsrail’in saldırıları karşısında Filistinlilerin elinde bulunan güçlü bir kozdur. Zira bu başarılar, Hamas’ın savunduğu askeri başarılar kadar önemlidir.
İsrail’in Gazze’ye düzenlediği son savaş, Filistin hakkına yönelik uluslararası sempatinin boyutunu gözler önüne serdi. İsrailli radikallerin projesine füzelerden daha fazla zarar veren uluslararası ilişki ağını genişleterek bu savaşın sonuçlarına yatırım yapmak önemlidir. Zira taraflar arasındaki güç dengesinde askeri anlamda büyük farklılıkların olduğu bir ortamda füzelerin etkisi sınırlı kalıyor.