Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

İran’ın Ortadoğu’daki savaşları

Arapların İran'ın Ortadoğu’daki nüfuzu ve mevcudiyeti, bölgede uyguladığı politikalar ve Körfez bölgesinde yürüttüğü askeri operasyonlara olan ilgi ve endişesi yıllardır sürüyor.
İran’ın tüm bu faaliyetleri özellikle mevcut gerçekliklerinde etkili bir güç, gelecekleri ve bölgesel çevreleri üzerinde etki sahibi kabul edildiği 4 Arap ülkesi, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de yoğunlaşıyor.
İran'ın yaptıkları ve yapmakta olduklarının ciddiyetine rağmen, bu endişe çoğu hükümet ve kamuoyu çevresinde kararlı ve kolektif ya da en azından geniş politikalara dönüşmedi. Aksine Yemen ve Suriye'de atılan adımlar veya yapılan girişimler, İran'ı dizginleme ve en azından bu iki ülkedeki savaşlarını durdurma kudretini sınırlamaya yönelik birden fazla gücün girişimleriyle karşı karşıya kaldı.
Bu, ya İran'ın bölgede yaptıklarının özünü bilmemek ya da İran'ın savaşlardan, silahlara ve nükleer projeye kadar askeri faaliyetlerin doğrudan ifadesi veya onu açığa çıkaran cephesi olan Ortadoğu'daki politikasına sürekli itirazlarını ve muhalefetlerini dile getiren tarafların buna sessiz kalması olarak değerlendirilebilir.
Durumun gerçekliği, bizi İran'ın bölgede yaptıklarının en önemli noktası üzerinde durmaya zorluyor. Bu nokta askeri ve sivil adımların bir karışımı olmasına rağmen, sonunda savaş potasına dökülüyor. Bunun nedeni savaşın öncelikle askeri ve sivil eylemlerin bir karışımı olması değil, sivil eylemlerin özel durumlarda İran'ın Arap dünyasına karşı savaşlarının bir parçası olması için planlanmış olması.
İran'ın bölgedeki ilk savaşları, Suriye'deki açık ve açıklanmış askeri varlığı veya Yemen'deki gizli askeri varlığının da gösterdiği gibi doğrudan savaşlar.
Her iki ülkede de İran, kendi ve yerel işbirlikçilerinin hedeflerine ulaşmak için organize birimler ve silahlar dahil olmak üzere askeri güvenlik araçlarını kullanıyor.
İran’ın uzantısı olduğunu alenen söylemekte hiçbir zaman gecikmeyen Hizbullah’ın yaptıklarının açıkça gösterdiği gibi İran, yerel araçları aracılığıyla yürüteceği bir vekalet savaşı yoluyla bu hedefleri gerçekleştirmeye çalışabilir.
Hizbullah bu nedenle Suriye başta olmak üzere birçok Arap ülkesindeki çatışma arenaları ve odaklarında İran’ın bir vekili olarak varlığını pekiştirdi.
Aynısı, Irak’ta toplumun dizginlerini elinde tutan ve Irak ile toplumunu İran’ın hizmetine sokmaya çalışan Iraklı Şii milisler için de geçerli.
Üçüncü örnek, Filistin gerçekliğinde ortaya çıkıyor. İran, Filistinli silahlı örgütlere iki yol ile kendisine bağlılığı dayattı; birincisi, İran'ın İsrail'e karşı direniş ve muhalefet sloganları atmaktan, Filistin davasını desteklemekten öteye geçmeyen sözlü duruşunu sürdürmesi.
İkincisi, bu örgütlere para, silah ve mühimmat dahil maddi destek sağlamasının yanı sıra İran ve Filistin taraflarının ortak bir yol ve hedef üzerinde olduğu izlenimi veren demagojik propaganda kampanyaları yürütmesi.
İran’ın Ortadoğu bölgesindeki bir diğer savaş modeli; Müslüman Kardeşler’in (İhvan) arasında olduğu siyasi İslam örgütleri ve El Kaide ile DEAŞ dahil radikal gruplar ile işbirliği kanalları açmak, onlara etki etmek.
Kimi zaman İhvan ile ilişkisinde olduğu gibi “İslam Birliği”, kimi zaman da başta El Kaide olmak üzere radikal gruplar ile ilişkisinde olduğu gibi lojistik destek ve liderlerine  güvenli bir sığınak sağlamak, Batı, İsrail ve düşmanlara karşı savaşmak gibi askeri işbirliği adı altında bu gruplarla anlaşma yapmak.
Nitekim İran, geçen on yıllar boyunca El Kaide liderliği için güvenli bir sığınak oldu.
İran'ın Arap ülkelerindeki aleni ve açık savaşları tehlikeli ama bölgedeki gizli savaşları hem alanları hem de seviyeleri itibariyle en tehlikelisi gibi görünüyor. Zira tüm aktiviteleri ve seviyeleri içerebilir. Bu savaşların bir kolu kapsamında İranlılar, eski ya da güncel mağduriyet gerekçeleriyle yerel Şii grupları kontrol etmeye ve onları ulusal topluluktan ayırmaya çalışıyorlar. Bu savaşın kapsamı, diğer İslami gruplar arasında Şiileşmeyi teşvik etmeye kadar uzanabilir. Kültürel ve sosyal organizasyonlar ve varlıklar, İran ile bağlantılı siyasi ve milis örgütlerin kurulmasını içerebilir.
İran'ın bölgedeki gizli savaşları, mümkün olduğu sürece ekonomik sektörlerin çeşitli alanlarına sızmayı da kapsıyor. Bunu da bu ülkelerdeki konumunu güçlendirmesine yardımcı olmasını umduğu yerel yapılar, organlar ve aktörlerle ortaklıklar ya da bağımsız faaliyetler yoluyla gerçekleştiriyor. Her halükarda, İran, finans ve gayrimenkul alanını kontrol etmeye, ticaret ve turizm faaliyetlerinde var olmaya çalışıyor.
Bir bütün olarak Arap gerçekliğinde İran'ın gizli savaşlarının belki de en tehlikelisi, devletin ve toplumun etkili ve nüfuzlu seçkinlerine kur yapmasıdır. Onlarla dostluklar ve ilişkiler kurması, kendisine bağlayarak diplomatik ve güvenlik servislerinin elinde bir enstrümana dönüştürmek için bu figürleri çevreleyen tüm olası kişisel ve kamusal koşullardan yararlanmasıdır.
1979 yılında Mollaların iktidara gelmesiyle yeni kurallara göre kurulan İran'ın Arap ülkelerindeki savaşları günümüze kadar tırmanarak genişledi.
Gizlilikle çevrelenen ve dolambaçlı yollarla hayata geçirilen birkaçı dışında çoğu zaman, bunlar açık ve net bir şekilde yapıldı. Bazen, bazı Arap ülkeleri belirli bir nedenden dolayı bunu görmezden geldiler.
İster babanın, isterse varisinin yönetim döneminde olsun, İran'ın Esed rejimiyle ilişkilerinin gözden geçirilmesi, İran'ın yaptığı ve yapmakta olduklarının, Suriye'ye karşı savaşının bölümlerden başka bir şey olmadığını açıkça gösteriyor ve doğruluyor.
Suriye, İran’ın diğer Arap ülkelerindeki savaşlarının yörüngeleri için bir model, ancak diğer ülkeler de bu model ülkelerin ve İran ile ilişkilerinin koşulları tarafından yönetiliyor.
Arapların, İran'ın özellikle Maşrık bölgesinde kendilerine karşı savaşları ile mücadelede niteliksel bir atılım yapmalarının zamanı geldi.
Zira zaman aleyhlerine işliyor ve İranlı Mollalarla çatışmayı sonuçlandırma ne kadar uzun süre ertelenirse durum o kadar zor olacak.