Hazım Sağıye
TT

Karizmatik Kim Jong-un hakkında...

Birkaç gün önce Kuzey Kore’de, Batı medyasının, her türlü yabancı etkiyi ortadan kaldırmayı amaçladığı şeklinde betimlediği yeni bir yasa çıkarıldı. Yasaya göre yabancı film satarken veya izlerken yakalananlar ya da yabancı kıyafetler giyen kimseler ölüme varacak cezalara çarptırılacak. Yabancı kelimeler konuşmak ceza için başka bir neden. Cezanın infazı sırasında cezaya çarptırılanın tüm komşuları tanık olmaları için çağrılıyor ve katılmayanlar hain sayılıyor.
Yeni yasa, gözlemciler tarafından Kuzey Kore'deki kıtlık sınırına varan ekonomik koşullarla ilişkilendirildi. Korona salgını, ülkenin kendisini dünyaya tamamen kapatmasına ve onu ayakta tutan Çin gıda ürünlerinin kesilmesine yol açtı. Kıt olan yerli kaynak da füzelere ve kitle imha silahlarının üretimine harcanıyor. Ancak bu felaket rejime göre bir lütufla birlikte geldi; gıda ürünlerinin yanı sıra Çin'den kaçırılan sanatsal ve kültürel ürünler de artık ülkeye girmiyor. Kuzey Kore yönetimine göre, böylece halkın Güney Kore başta olmak üzere diğer ülkelerdeki yaşam tarzlarını gizlice gözlemleme olanakları da darbe aldı. Batılı yorumcuların bizi uyardığı gibi, korona salgını nedeniyle bir yıl ve birkaç ay boyunca evlerde kapana kısılmış, ancak büyük lider Kim Jong-un'un konuşmaları ve direktifleri dışında bir şey izlemesi yasak bir halk düşünün.
Bütün bunlar inanılmaz bir anormallik veya Suriyeli yazar Yasin el-Hac Salih’in son kitabı “el Fazi ve temsilahu” (Korkunç ve temsili) adlı kitabında ele aldığı gibi bir korkunçluk kategorisine giren bir işkence. Ama tarif edilen koşullar, zaten korkunçluktan başka bir şey üretmeyen bir sistemin uzantısı değil mi? Korkunçluk ile 26 milyon insanı sürekli baskı ve ağır ceza korkusu altında tutmayı, dünyadan soyutlanmayı, yoksulluk hatta açlığa mahkum etmeyi, cumhuriyetçi görünümde miras bırakılan bir yönetime boyun eğdirmeyi, herhangi bir denetleyiciye tabi olmayan, saati saatine uymayan ve dengesiz bir yöneticinin keyfiliğine itaat ettirilmeyi kastediyoruz. Bu rejimin silah projelerinden kaynaklanan endişeden bahsetmiyoruz bile. Bunlar başkalarından önce Kuzey ve Güney Kore için bir endişe kaynağı.
Bütün bunlarla birlikte, Kim Jong-un'un bir şekilde karizmatik ve çekici olduğu da kabul edilmeli. Çoğumuz, itiraf etmesek de, bu çekiciliği hissediyoruz. Yaptığı eylemlere karşı tepkimizde hak ettikleri öfke veya kırgınlıkla karşılık vermiyoruz. Gülüyor, alay ve şaşkınlık karışımı bir ifadeyle başımızı sallıyoruz. Elbette tepkimizin bir bölümü, görünüşünün tuhaflığından, saç stilinden, aceleci davranışlarından kaynaklanıyor. Ancak bu tepkinin büyük bir bölümünün kaynağı başka bir yerde; lider Kim, kasıtlı veya kasıtsız olarak sinemayı veya edebiyatı gerçeğe dönüştürme yeteneğine sahip. Sanat ve gerçeklik, hayal ile gerçek arasında bir yerde oynuyor. Böylece, ona ciddi bir varlık değilmiş gibi, sanki o bu dünyadan değil, uyguladığı politika bir politika değil, sanki despotluğu despotluk değilmiş gibi davranmamızı sağlamayı başarıyor.
Bu nedenle yaptıkları ve davranışları, bildiğimiz ve beklediğimiz her şeyden farklı. Muhtemelen bu eşi görülmemiş Kim Jong-un adındaki tuhaflığın veya eylemlerinin net ve kesin bir tanımı yok. Bu yüzden, genellikle paradoksların yaptığı gibi bizi güldüren büyük bir paradoksla karşı karşıya bulunuyoruz. Çocuksu yüzü ile suçlarının cesameti arasındaki büyük tezatın, korkunç çarpıklığını ve içindeki kötü hastalığı ve dengesizliği hissetmemize neden olduğu doğru. Ancak, romancı Mary Shelley tarafından yaratılan bir karakter olan Frankenstein gibi yaratılmış ve sentezlenmiş birisi olduğuna dair kendisi ile ilgili başka bir algımız olduğu da doğru. O, kötülüklerle dolu, her türlü akıldan yoksun, makineler gibi zarar ve acı veren bir makine. Kim'i siyasi rejimlerin standartlarına göre ölçtüğümüzde hakkında ne söyleyebiliriz? Büyükbabası Kim Il-Sung'un "kendinden sürdürülebilirlik" (juche) teorisini miras alan bir milliyetçi mi? Komünist ve Marksist-Leninist mi?
Kendisine bu tür tanımlar verdiğimizde, Kim'e onunla ilgisi olmayan yapay bir ciddiyet kazandırıyor gibi görünüyoruz. O, hiçbir ideolojiye benzemeyen birisi. Rejiminin, 1989'da bu tür evrensel rejim modelini vuran çözülmeden geriye kalan tek şey olduğunu söylemek doğru olabilir. Ancak çözülme fikri, kendisinden sonra 30 yılı aşkın bir süredir yaşamaya devam eden bir rejimi anlamak konusunda çok bir şey sunmuyor. Kim Jong-un'un cazibe ve karizmasının ne anlama geldiğini anlamak için bir an için Stalin, Saddam Hüseyin veya Hafız ile Beşşar Esed gibi despotları düşünelim. Bunların hepsi kısır ve öngörülebilir kişiliklere sahipler, başkalarını gülümsetmeleri veya güldürmeleri olanaksız. Belki Muammer Kaddafi,  kıyafeti, görünümü, konuşmaları, diplomatik alandaki eylemleri, kendisinin icat ettiği ve “Cemahiriye” olarak adlandırdığı bilinmedik siyasi sistem gibi birçok husustaki garip ve istisnai kişiliği ile bahsettiğimiz modele en yakın olanıydı. Yine belki de Donald Trump, Kim ile onları neredeyse arkadaş yapacak çocuksu narsisizmini paylaşıyordu.
Ama durum ne olursa olsun, Kuzey Kore lideri insanların ölümü ve milyonlarca insanın sefalet ve ıstırabının nedeni. Hak ettiği ve yukarıda bahsettiğimiz sebeplerin kendisinden kurtulmasını sağladığı öfke patlamasına gelince, büyük ihtimalle ondan uzun süre kaçamayacak. Bu satırların yazarı gibi çekiciliğine kapılmış olanlar, öfkelerini 1948'de bu rejimi kuran acımasız dedesine yöneltmeye meyilli olabilirler. Ama o gün geldiğinde, ona Kaddafi'ye üzüldüklerinden daha fazla üzülmeyecekler. Bu karizmatik kişilik, ilk bakışta nefret uyandırmadığı gibi, son tahlilde üzüntüye de yol açmayacak. Duygu, nefret ya da üzüntü, tuhaf makinelere karşı çalışmaz.