Farklı öncüllere ve hedeflere rağmen Suriyelilerin çoğunluğunun, İran’la nükleer anlaşmayı yenilemenin ülkelerinin gerçeği ve geleceği konusunda büyük bir etkiye sahip olacağı noktasında hemfikir olmaları dikkat çekici bir paradokstur. Zira Suriyeliler, İran’ın kendi yaşamları ve kaderleri üzerinde etkili bir taraf olduğu ve nükleer anlaşmanın yeniden hayata döndürülmesi halinde bu anlaşmanın öncesiyle sonrasının aynı olmayacağı, aksine Tahran’ın nefes almak, yaptırımların kaldırılmasından faydalanmak, ihracatını ve dondurulmuş parasını kurtarmak için büyük bir fırsata sahip olacağı konusunda hemfikirler. Öyle ki ihracatını ve dondurulmuş parasını kurtarması halinde İran, çöken ekonomisini onarmak ve bölgesel emellerini gerçekleştirmeye devam etmek için ve özellikle de Suriye’ye yönelik müdahalesini pekiştirmek amacıyla gerekli imkanları sağlamak için büyük bir fırsata sahip olacak.
Viyana müzakerelerinde kaydedilen ilerleme konusunda yönetimin yaşadığı sevinç ve bazı destekçilerinin yaptığı tezahürat, herkes tarafından görülüyor. Suriyeliler, bu durumun üzerlerindeki Batı baskısının şiddetini ve özellikle de Sezar yasasının sonuçlarını hafifletecek yeni bir atmosfer yaratacağını düşünüyor. Ayrıca onlar, nükleer anlaşmayı canlandırmanın, kartların yeniden karılmasını sağlayacak değişimlere kapı aralayacağına ve radikallerin rolünü zayıflatacak ve açılım yanlılarını cesaretlendirecek şekilde Suriye rejimine karşı tutumda Batı ve Arap çevrelerinde meydana gelen siyasi etkileşimlerde dönüşüm yaratacağına inanıyor.
Suriye rejimindeki politikacıların ve destekçilerin, nükleer anlaşmanın canlandırılması halinde İran ve milislerinin, mevcut otoritenin çıkarları doğrultusunda ülkeye dayatılan güç dengelerini değiştirmeye yönelik herhangi bir girişimi engelleme imkanına sahip olacağını düşünmeleri, neşe ve sevinci artırmaktadır. Mevcut rejimin dayanakları, 30 yılı aşkın bir süre önce yerleştirildi ve son zamanlarda da bu durum, cumhurbaşkanlığı seçimlerine verilen mutlak destekle gün yüzüne çıktı. Ayrıca yönetici grubun, Suriyelileri öldürmek ve devrimlerini engellemek için Devrim Muhafızları’nın, milislerin ve Hizbullah’ın oynadığı role bağlı olarak siyasi çözüm kararlarını aktifleştirme konusunda herhangi bir taviz vermeyi reddetmesi ve şiddetin sürmesine sınırsız destek vermesi de bu duruma örnektir.
Şam yöneticileri ile Tahran mollaları arasındaki yardımlaşma ve koordinasyonun hacmini bilen ve bunların Suriye rejimini güçlendirip rejimin devrilmesini engellemede oynadıkları rolün farkında olan Suriye muhalefeti ise nükleer dosya konusundaki uzlaşmanın, Batı’nın Suriyelilerin sıkıntılarına daha fazla ilgisiz kalmasına ve İran’ın Suriye’nin içişlerine müdahalesini sürdürmesine yol açmasından endişeleniyor. Bu da siyasi çözümü reddeden kampın elini güçlendirerek, barış görüşmelerine ve aralarında en meşhuru 2254 sayılı karar olan uluslararası meşru kararları etkinleştirme girişimlerine öldürücü bir darbe vuruyor.
Muhalifler arasında nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına değer verilmemesi yönünde çağrı yapanlar da var. Çünkü onlara göre bu durum, meselenin özünü değiştirmeyecek. Ekonomik güçlerine ve yaşadıkları zorluklara bakılmaksızın İranlı yöneticiler, bölgesel nüfuzlarının ana halkalarından biri olması hasebiyle Suriye’den feragat etmeyeceklerdir. Yine onlar, İslam devrimlerini ihraç etme stratejisinden ve mezhep asabiyeti ile velayet-i fakih politikası izleyerek müdahaleye devam etmekten vazgeçmeyeceklerdir. Bu durum, İranlıların yaşam şartlarına ve ihtiyaçlarına en ağır zararları verse bile İranlı yöneticiler, bu politikalarından geri adım atmayacaklardır. Öte yandan yeni ABD yönetiminin İran’ın müdahalelerine sessiz kalmak suretiyle nükleer anlaşmayı yenilemeye daha fazla önem vererek Suriye dosyasını kenara iteleme eğilimi, durumları daha da kötüleştirmektedir. Washington tarafından Tahran’a büyük fırsatlar sunularak bu durum, İran’ın genişleme projelerini gerçekleştirmesine imkân sağladı. Washington’un; terör, öldürme, suikast ve mezhepsel çatışmaları artırma gibi sonuçlarına bakılmaksızın Devrim Muhafızları’nın ve kendisine bağlı milislerin Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki müdahalelerine karşı olumsuz bir tutum sergilemesi de buna en güzel örnektir.
Buna karşılık, bulundukları bölgeler farklı olmasına rağmen birçok Suriyeli, Batı’nın İran’a yönelik açılımının ekonomik ve sosyolojik anlamda Tahran’ın Suriye’deki rolünü derinleştirmesinden endişeleniyor. Bu da Suriyelilere, onların yaşam şartlarına, sahip oldukları mallara ve kendi işlerini idare etme imkanlarına olumsuz yansıyacaktır. Suriyeliler, İran’ın ayağa kalkmasının, Suriye’nin kaynaklarını daha fazla kontrol etmesi ve kendilerini bu kaynaklardan mahrum bırakması anlamına geldiğini biliyor. Tehcir ve demografik değişim planlarını etkinleştirmeye bağlı olarak ve Şii mezhebini yaymak için yoksulluk durumunu istismar ederek, Suriye toplumunun yapısını parçalamak için Hizbullah’ın ve diğer yabancı milislerin rolünü aktifleştirmek suretiyle İran’ın ülkeye daha fazla nüfuz etmesi ise daha kötü bir durumdur. En kötüsü de tüm hızıyla devam eden İranlılara vatandaşlık verme işlemleridir. Zira vatandaşlık elde edenlerin sayısı, doğu sınır bölgelerinde ve dini türbelerin bulunduğu yerlerde mantar gibi çoğalmaya başladı.
Sıradan Suriyeliler, ABD’nin İran’la nükleer anlaşmayı yenileme özlemini gözlemleyerek şu soruları soruyorlar: ABD, Tahranlı yöneticilerin doğasını henüz anlamadı mı yoksa anlamak mı istemiyor? Gerçekten ABD, nükleer dosya konusunda Batı’nın şartları ne olursa olsun bu tarz ideolojik bir grubun, hedeflerinden geri adım atmayacağının farkında değil mi? Zira eski nükleer anlaşmanın imzalanmasının ardından İran’ın elde etmiş olduğu deneyimler ve araçlar, İran’a dikkat çekici bir hızda uranyum zenginleştirme seviyesini endişe verici boyutlara taşımasına olanak tanıdı. Tahran mollalarının hedefinin, dünyayı nükleer silaha sahip olmak gibi yeni bir gerçeklikle karşı karşıya getirecek şekilde planlarını gizlice yürütmek için zaman kazanmak ve yaptırımları kaldırmak olduğu, ABD’nin gözünden hala nasıl kaçar?
Öte yandan başkaları da şu soruları soruyor: Washington’daki bazı karar alıcılar, İran’a yeni bir nükleer anlaşmayı imzalatmanın, siyasi sürece katılmasını teşvik etmek amacıyla Suriye rejimine baskı yapılmasına yardım etmek dahil bölgedeki gerilim odaklarını çözmek için Tahran’ı olumlu bir rol oynamaya mecbur bırakacağına gerçekten inanıyorlar mı? Washington’daki bu karar alıcılar, İranlı liderlerin bölgedeki barış ve istikrara karşı kronik eğilimlerini ve 1980’lerde yaptıkları İslam devriminden bugüne kadar nüfuzlarını yaymak için savaşlara, gerilim ve çatışma odaklarına destek verdiklerini bilmiyorlar mı?
Sonuç olarak sıradan Suriyelilerin, Tahranlı yöneticilerin nükleer silaha ve uluslararası düzlemde yasaklanmış diğer silahlara sahip olma kararlığından destek alarak ve Irak, Yemen, Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi terör milisleri oluşturmak suretiyle bölgesel nüfuzunu yaymak için müdahale politikası izleyerek, imparatorluk projesini diriltme ve dünyayı kendi ağırlıklarını aşan bir konumu tanımaya mecbur bırakma hedeflerini erkenden sezmeleri, Amerikan ihmalinin önünde duran dikkat çekici bir paradokstur. Yine Suriyeliler, İran’ın nükleer silaha sahip olma dürtüsünü engellemenin, bölgedeki nüfuzunu engellemeye eşdeğer olduğu gerçeğini erkenden sezdi. Zira İran’ın nükleer silaha sahip olma dürtüsü, bölgesel nüfuzundan ayrı düşünülemez.
TT
Suriyeliler ve İran nükleer anlaşmasının yeniden canlandırılması
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة