Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Yeni demokratik ittifak

Uluslararası ilişkilerde Batı kampından bahsederken kullanılan mutat isim özgür dünyaydı, böylece özgür olmayan veya otoriter bazen de diktatör veya otokrat dünyadan ayırt edilirdi. İsimler ve kavramlar çoktu, ancak içerik, Sovyetler Birliği'nde Stalin ve Çin'de Mao Zedong gibi vasıfları herkesçe bilinen kişilerin demir yumruğuyla komünist partiler tarafından yönetilen doğu kampını ifade ediyordu. İki kamp arasındaki fark büyüktü, özgür dünya siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yapısında özgürdü, diğerinde ise tüm bu alanlar sınırlanmıştı.
George Orwell Hayvan Çiftliği ve 1984 romanlarını yazdığında, diğer kampın nasıl olduğunu dürüstçe anlatmıştı. Ancak dünya artık geçen yüzyılın kırklı ve ellili yıllarında olduğu gibi değil; içinde bulunduğumuz yüzyılın başlamasıyla birlikte, Sovyetler Birliği, Varşova Paktı ülkeleriyle birlikte sadece çökmekle kalmadı, Çin de bilinen kısıtlamalar olmaksızın dünyadaki net kapitalist ülkelerin ön saflarında yer aldı. Despotizm sanıldığı gibi mutlak olmaktan çıktı, dizginlenemeyen bilgi devrimi, ulaşım alanındaki devrimler, sanatın seyahati, dünyanın dört bir yanına aktarılan ve uygulanan matematik ile despotizmin içine nüfuz edildi ve sınırlar minimuma indirildi.
Öte yandan, özgürlük ve demokrasi de ciddi kusurlara yol açtı. Fikir ayrılıklarının bazen ulus-devletin birliğini tehdit eden keskin bir toplumsal ve siyasi bölünmeye sebebiyet vermesi ve popülizmin çeşitli şekillerde dini ve ideolojik faşizm biçimlerine yol açtı. Aynı zamanda, dünyanın varmış olduğu karmaşık halin Batılı veya Doğulu olsun teknokrasinin tüm toplumlar için zaruri bir ihtiyaç olduğunu ortaya çıkarmasından sonra refah ve zenginliğin sadece özgür dünyaya ait olmadığı kanıtlandı.
Yukarıda bahsettiklerimizin tümüne rağmen, ABD Başkanı Joe Biden sanki dünya hala aynıymış gibi Avrupa yolculuğuna "Demokratik İttifak"ı yeniden canlandırmak niyetiyle başladı. Gezinin ilk durağı, ABD'nin iki dünya savaşındaki tarihi müttefiki, savaştan sonra da özel ve tüm özgür dünya ile ilişkilerini aşan bir yakın güvenlik ilişkisinin devam ettiği İngiltere oldu. Bu özgür dünyanın özünde ABD ve İngiltere ile birlikte Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan oluşan bir "Anglo-Sakson" grubu bulunuyor. Bu ülkeler ve özellikle de istihbarat ve bilgi aygıtları arasında çok önemli toplantılar düzenlenmesini sağlayan özel ilişkiler var. Boris Johnson ve Kraliçe İkinci Elizabeth ile yapılan görüşme, Atlantik ilişkilerini, süregelen İngiliz aristokrasisinin karşısına demagojik ve kaba Amerikan popülizmini koyan Trump fırtınasından önceki durumuna iade ediyor ya da öyle umuluyor.
Biden'ın umudu; ABD'nin demokratik dünyayı reform çabalarını takviye eden ittifakına yönlendirmesi, korona pandemisinden kurtulduktan sonra harekete geçmek ve işlerin eski güzel günlerdeki durumuna dönmesi. Ekonomik olarak Çin, siyasi ve askeri olarak Rusya ve siber alanda da her ikisine karşı aşılmaz bir savunma duvarı oluşturulması.
Neyse ki Başkan Biden, selefleri Batı ittifakını kurumlar halinde inşa ettiği için şanslı. Bu kurumların temelinde Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) yer alıyor. Üstünde demokratik grubun askeri kalkanı Atlantik İttifakı (NATO), onun da üstünde Avrupa Birliği, piramidin zirvesinde veya zirveye yakın ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Kanada’dan oluşan G7 yer alıyor. Bu 7 ülke, 317 trilyon dolara ulaşan küresel servetin yüzde 58'ini ve küresel GSYİH'nın yüzde 46'sını temsil ediyor.
Biden’ın gezisi "ABD lider koltuğuna geri döndü” sloganı altında bu kurumlar arasında gerçekleşti. Dolayısıyla, artık Trump’ın gözdağı verdiği ve tehdit ettiği gibi ABD’nin Almanya'dan ve elbette NATO'dan çekilmesi söz konusu değil. Bu ülkeler ve kurumlar arasında, 21’inci yüzyılın başında galip ve popüler olan “demokrasi” bayrağı var, ancak 20 yıl sonra durum epey tersine dönmüş durumda. Biden’ın gerçekte yapmaya çalıştığı şey; siyasi sistem fikrini, ideolojisini ve kalitesini vurgulamanın yanı sıra dünyadaki güç dengesini yeniden şekillendirmek. Çin ve Rusya ile birlikte üç büyük kutup haline gelen dünyada en nihayet Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile görüşmek zorunda kalacağını, onlarla ortak paydalar (ki bunlar az değil) üzerinde anlaşmaya varacağını biliyor. Bu anlaşma sonuçta küresel güç dengesini olduğu gibi yansıtacak. Biden'ın temel ikilemi, dünyanın artık eskisi gibi olmaması ve demokrasi kampındaki çatlakların görmezden gelinemeyecek hale gelmesi.
Mesele sadece Almanya'nın yakında Angela Merkel'siz kalacak olması, dahası Alman ve aynı şekilde Fransız siyasetinin artık eskisi gibi sağ ve sol arasında bütüncül olmaktan çıkması değil. Şu anda demokrasiyle zayıf bir ilişkisi olan yeni bir tür sağa doğru bir itme ve yönlendirme var. Biden, ABD’nin kendisinin herkesin istediği ancak Cumhuriyetçi ve Demokrat kamplar için farklı anlamlar taşıyan bir altyapı projesi etrafında birleşmekte başarısız olduğunu biliyor. Ayrılığın,  Demokratlar galip gelirse, sahte ve gerçek dışı, Cumhuriyetçiler galip gelirse, kısıtlayıcı, ırkçı ve dışlayıcı olarak nitelenen farklı eyaletlerdeki seçim yasalarına kadar uzandığını biliyor. Köklü değişiklikler arayışı, Senato'da bir "tıkanma" veya Filibuster yaşanmasına veya Yüksek Anayasa Mahkemesindeki yargıç sayısını değiştirmeye çalışmaya olanak tanımıyor. Bu iki konu Amerikan siyasi seçkinlerini endişelendiriyor. Kenarda da 2022’deki ara seçimlerde olmasa 2024’teki başkanlık seçimlerinde bunları patlatmaya hazırlanan Trump duruyor.
İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkışı - Brexit - İngiltere'yi Avrupa topluluğunun yönetimine katılmaktan, Avrupa’yı da dünyayı yönetmek konusundaki İngiliz bilgeliğinden ve sağduyusundan yoksun bırakıyor. Biden'ın tüm bunların farkında olmasını sağlayan bir deneyimi ve kariyeri var, ancak bir politikacı olarak, kasıtlı olarak bir katil olarak nitelediği Vladimir Putin ile ilk görüşmesinde bu tarihsel ittifak imajına ihtiyacı olduğunu da biliyor. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile görüşmenin de sırası gelecek. Ancak iki ülke arasındaki ilişkilerde rekabet ve ihtilaf kadar, görmezden gelinmesi zor olan büyük bir karşılıklı bağımlılık da bulunuyor. Yine de ABD ve her iki ülke arasındaki ilişkilerde iklim, silahlanmanın sınırlandırılması ve iç işlere müdahale etmemek için siber kurallar belirlenmesiyle ilgili ortak konular da var. Bütün bunlarda güç dengesi önemli ve demokratik kampın lehine olduğunda cazip ve caydırıcı.
Afganistan ve genel olarak Ortadoğu'da cisimleşen dünyadan göreceli bir geri çekilme döneminde, ABD'nin elde edebileceği her ittifakı seferber etmesi gerekiyor. “Demokrasi” bayrağını yükseltmek; dünya ülkeleri arasında cazibe yaratmak, merkez ve merkez soldaki siyasi güçlere yeniden ivme kazandırmak için fena bir yöntem değil. ABD içinde ve dışında hala bol zaman var, ne de olsa Biden henüz ilk döneminde ve daha şimdiden ikinci dönem için hevesli.