Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Batı'nın İpek Yolu ile yüzleşme projesi

Güney İngiltere'deki G7 zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden'a ABD'nin gerçekten özgür dünyanın işbirlikçi lideri olarak geri dönüp dönmediği sorulduğunda, yanındaki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a dönerek: “Bu soru Fransa Cumhurbaşkanına sorulmalı” yanıtını verdi. Macron da: “Evet, elbette, bu toplantının bir parçası olan ve iş birliği yapmakta tamamen istekli bir Amerikan başkanının aramızda olması çok güzel” ifadelerini kullandı.
Ancak bu diplomatik sözler, özellikle Cumhuriyetçilerin Beyaz Saray'da iktidarı ele geçirmiş oldukları dönemlerde iki taraf arasında baş gösteren anlaşmazlık duraklarını aşmaya yetiyor mu? 2003 yılında ABD savunma bakanı Donald Rumsfeld, birçok Avrupalı ​​liderin unutamadığı bir ifade kullanmıştı. Avrupa’yı “yaşlı kıta” olarak nitelemişti. Nedeni de dönemin ABD başkanı oğul George Bush’un 2001'de Manhattan'a yapılan el-Kaide saldırılarından sonra gelen terörizme karşı önleyici savaş teorisi hakkındaki tüm tezlerini bazı ülkelerinin reddetmesiydi. Nitekim bu teori daha sonra Afganistan ve ardından Irak’a savaş ilanı ile sonuçlandı.
Yaşlı kıta? Bu söz, NATO’lu müttefikler için aşağılayıcı ve inciticiydi. Bu yüzden Barack Obama, Avrupa ülkelerinden askeri savunma bütçelerini artırmalarını istediğinde, kendisine kızan ve onu eleştirenler oldu. Donald Trump Beyaz Saray'a geldiğinde ise, Çin ve Rusya karşısında askeri harcamaları artırma talepleriyle NATO'yu dağıtmak ister gibiydi. Hatta Trump işi Avrupalılardan ABD’nin onları koruması karşılığında bir ücret ödemelerini isteme noktasına vardırdı. Kelimenin tam anlamıyla bunu talep etti. Avrupa'nın ona karşı öfkesini daha da artıran husus, "Brexit", yani İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkışı konusundaki tutumuydu ki bu, çoğu kişiye göre birliğin dağılmasını amaçlayan örtülü bir kışkırtmaydı.
Güney İngiltere'deki G7 zirvesi, ittifakın temellerine dönüş ve Atlantik ruhunu canlandırmaya yönelik bir girişimdi ve tabii ki bu nedenle Biden'ın zirvedeki sözleri netti: “ABD masaya geri döndü ve zirve olağanüstü derecede iş birlikçi.” Orada ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Kanada ve Japonya'nın devlet ve hükümet başkanları vardı ve onlara Güney Kore, Güney Afrika, Avustralya liderleri ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres de katıldı. Hindistan ise zirveye sanal ortamda katıldı. Sonuç bildirisi, Biden'ın taşıdığı "Dünyayı daha iyi bir biçimde yeniden inşa etmek" başlıklı girişimi de içeriyordu. ABD'li yetkililer, tahminlerin dünyanın bölgeleri arasında 40 trilyon dolarlık bir uçurum olduğunu gösterdiğini ve bu girişimin diğer ülkelerin bu uçurumu kapatmasına yardımcı olmayı amaçladığını açıkladı.
İşin doğrusu bu girişim, Batılı ülkelerin, Çin'in birkaç yıl önce açıkladığı, Afrika ve Asya'daki birçok ülkede kalkınma projelerine ve altyapıya harcamak için on milyarlarca dolar ayırdığı stratejik planı "Modern İpek Yolu"na karşı bir girişim olarak anlaşıldı. Bu bağlamda, ABD'li yetkililerin, ABD ile G7 grubundaki ortaklarının ve diğer paydaşların, "Çin’in Yeni İpek Yolu adı verilen Bir Kuşak ve Bir Yol Girişimi ile yüzleşmek amacıyla yoksul ülkelerdeki altyapı yatırımları için yakında toplu olarak yüz milyarları seferber edeceklerini" açıklamaları şaşırtıcı değildi.
Zirvenin başlangıcından itibaren Biden, Çin ve Rusya'nın temsil ettiği zorluklarla yüzleşmek için müttefiklerini harekete geçirmeye önem verdi. Bu bağlamda, grup liderlerinin liberal demokratik değerlerini vurgulama niyetinde olduklarının altını çizdi. Üst düzey bir ABD'li yetkili de "Mesele, ülkelere ABD ve Çin arasında seçim yapmaları için baskı yapmak değil, başka bir vizyon ve başka bir yaklaşım önermekle ilgili" diye konuştu.
Böylece zirveye katılan liderler, Çin'i, özellikle Uygurlar ile diğer Müslüman azınlıkların yaşadığı kuzeybatısındaki Sincan bölgesinde insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı duymaya çağıran bir bildiriye imza attı. Burada insan hakları grupları Çin'i azınlıkları kitlesel gözaltı, takip ve işkenceye maruz bırakmakla suçluyor. Çin ise bunu reddediyor.
Ancak Başkan Biden bu konuda şu yorumu yaptı: “Biz esas itibarıyla Çin’e karşı değil, dünyanın dört bir yanındaki otokratlar ve otoriter hükümetlere karşı ve 21. yüzyılda demokrasilerin onlarla rekabet edip edemeyeceği konusunda mücadele veriyoruz.”
Biden, insan hakları ve demokrasi konuları ile yetinmedi, gazetecilere verdiği demeçte dünyayı yorgun düşüren korona salgını konusuna da dikkat çeken bir şekilde kasıtlı olarak şöyle değindi: “Wuhan'daki Çin laboratuvarlarına ulaşamadık. Hayvanlarla ve çevreyle etkileşime giren bir yarasanın mı "Kovid-19"a neden olduğu yoksa hastalığın laboratuarda başarısız bir deneyden mi kaynaklandığı henüz doğrulanmadı.” G7 Grubu da Dünya Sağlık Örgütü'nün gözetiminde Çinliler dahil uzmanlar tarafından yürütülecek şeffaf bir çalışma çağrısında bulundu.
Görüşmelerin merkezinde Rusya ve Çin’in meydan okumaları yer aldı. "Dünyayı Yeniden İnşa Etme" girişiminin, Çin'in on trilyonlarca dolar harcayacağı "İpek Yolu" planına doğrudan yanıt veren bir ilk girişimi temsil ettiği oldukça aşikâr. Bu nedenle Çin'in G7 liderlerini şu sözlerle uyarması şaşırtıcı değildi: "Küçük bir grup ülkenin dünyanın kaderini belirlediği günler çoktan geride kaldı.” Bu sözler, Çin’in küresel bir güç olarak yıldızının parlamasının modern çağın en önemli jeopolitik olaylarından biri olduğunu doğruluyor.
Bu nedenle, Atlantik üyeleri arasındaki ittifak kuralları, daha büyük zorluklarla yüzleşmeyi gerektiren yeni bir konsepte ihtiyaç duyuyor. Her halükârda, pazartesi günü Çin, hızla grubun yayınladığı ortak açıklamayı kınadı ve bunu iç işlerine açık bir müdahale olarak nitelendirerek gruba, kendisini karalamaktan vazgeçme çağrısı yaptı.