Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

İran seçimleri ve benzerlik teorisi

İran seçimleri önemli mi? Demokratik ve gerçek bir şey ifade ediyor mu? Trump ve Biden arasındaki son ABD seçimlerinde olduğu gibi adaylardan birinin kazanmasının İran siyasetinde bir devrime yol açmasını bekleyen var mıydı? Cevap basitçe hayır, İran seçimleri demokratik ve gerçek bir anlam ifade etmiyordu ve kimse İran rejiminin yapısında, vizyonunda ve stratejisinde herhangi bir değişiklik beklemiyordu.
Nükleer anlaşmayı canlandırmaya yönelik Viyana müzakerelerini çevreleyen belirsizlik ışığında, hasta, yaşlı Hamaney, deneyimlerini Humeyni devrimi rejimini koruyup sürdürecek radikal bir kuşağa aktarmak istiyor gibi görünüyor. Deneyimler arasında Amerikan “liberal solu” ve Obama'nın siyasi okulu ile başa çıkmanın en iyi yolları da var ve basitçe şöyle: Daha sert olun, o zaman tavizler vereceklerdir, ardından yayılmaya, nüfuzunuzu genişletmeye ve kaos yaymaya devam edin.
Humeyni Devriminin bilgeliğini, vizyonunu ve özünü kavrayan en iyi öğrencilerden biri, Dini Lider Hamaney’in yalnızca cumhurbaşkanı makamı için değil, kendi halefi olması için de yıllardır hazırladığı İbrahim Reisi. Dolayısıyla kendisinin seçimlerde zaferini ilan edecek en güçlü aday olması tesadüf değil.
İran rejimi, Amerikan liberal solunun tüm propagandasının aslında tam anlamıyla ve bütünlüklü bir demokrasi arayışında olmadığını, bunun yerine biçim olarak (sandık, birkaç aday ve seçmen) Batı demokrasisine benzer bir şey istediğini çok iyi anladı. İran modeli de tüm bunları sağlıyor. Ama sandıkların cumhurbaşkanlığını kimin kazanıp kimin kaybettiğiyle hiçbir ilgisi yok. Adaylar tek tip ve Anayasayı Koruma Konseyi tarafından seçiliyor. Seçmen, Dini Lider'in “fetva”sı ile sandık başına gidiyor, sonuçlar önceden belirlenmiş ve değişim imkansız.
George Tarabişi şöyle yazar: “Demokrasi özünde toplumsal bir olgu olduğu için salt siyasal demokrasi yoktur... Demokratik özgürlük kaçınılmaz olarak sandıkta bitiyorsa da, başlangıç noktasını oluşturan sandık kafaların içidir. Kafa sandığı seçim sandığıyla dayanışma içinde değilse, seçim sandığı çoğunluğun baskınlığının ifadesinden ibaret kalır.” İşte bu, tam olarak İran seçimleri için geçerli.
Demokrasiyi sanki insan zekasının ulaşabileceği son nokta, “tarihin sonu” ve insanlık için tek ve biricik model gibi müjdelemek, akıl, fikir ve insanı yüzeyselleştirmektir. Demokrasi nihayetinde "adalet" elde etmek için bir mekanizmadır. Ancak bu şekilde büyütülmesi, onu farklı kültürel bağlamlara sahip ülkeler üzerinde baskı uygulayacak bir silaha dönüştürüyor. Buradan yola çıkarak Batı, demokrasinin var olduğunu düşündüren şekil ve resimlerle yetiniyor, bunların gerçek olması, zihnen ve felsefî olarak istenileni yerine getirmesi ise şart değil.
ABD kuvvetlerinin Afganistan'dan alelacele çekilmesi ve ülkeyi terörizm ve "Taliban" tarafından yağmalanmaya terk etmesi ışığında, mevcut “liberal sol” dönemden önceki "neo-muhafazakarlar" döneminde Afganistan'daki Hindukuş dağlarında oy sandıklarının hayvan sırtlarında nasıl taşındığını hatırlayanlar olacaktır. Bu sandıklar Afganistan'da gerçekte hiçbir şeyi değiştirmediği gibi, İran'da da hiçbir şeyi değiştirmiyor.
2009'da İran halkı, aşırılık yanlısı Ahmedinejad'ın kazanması için rejimin seçimlerde uyguladığı geniş çaplı sahtekarlığa karşı, yaygın halk protestoları düzenlemişti. Bunun üzerine rejim güvenlik aygıtını ve baskı araçlarını geliştirmiş, insanlara demir ve ateşle boyun eğdirmişti. Ardından, 2011'de Arap Baharı anı geldiğinde, Dini Lider Hamaney Arapça bir konuşma yaparak, o zamanlar "tatlı devrimler" adını verdiği şeyi müjdelemişti. Bugün ironik olan, 2009'da seçimleri kazanması için hile yapılan İran cumhurbaşkanının, bu sefer açıkça İbrahim Reisi lehine yapılan sahtekarlıktan bahsetmesi. Atasözünün dediği gibi: Deneyene sor.
Devrimin Dini Lideri Ali Hamaney'in seçimlere katılması için halka her yolla yalvarması, son İran seçimlerinin gözlerden kaçmayan bir olgusuydu. Öyle ki Dini Lider kimi zaman halktan oy dileniyor gibi göründü. Amaç, refah yaratmak şöyle dursun, ne insanlar için adaleti sağlamak, ne de kalkınma inşa etmek. Aksine, Batı'yı Humeyni rejiminin güçlü olduğuna ikna etmek. Açıklanmış ve yayınlanmış açıklamalar bunu açıkça ortaya koyuyor.
Bölge ülkeleri önümüzdeki birkaç yıl içinde en kötüsünü beklemeli. Viyana müzakerelerinden çıkacak sonuç, İran rejiminin hırçınlığını, kötülüğünü ve şiddetini artıracak. Güç dengesindeki değişiklikler de, bölgesel olarak ittifakların boyutunda ve niteliğinde, mevcut uluslararası ilişkilerin boyutunda ve yapısında bir değişikliği kaçınılmaz kılıyor. Tarih, herhangi bir büyük değişime etkili bir yanıt verebilen devletlerin, ulusların ve halkların başarısına ve sürekliliğine tanıktır. 
Tanınmış Mısırlı aktör Salah el-Saadani kendisi ile yapılan eski bir televizyon röportajında, “benzerlik teorisi” adını verdiği bir şeyden bahsetmiş ve kendisini şöyle açıklamıştı: “Benim benzerlik adını verdiğim ve kurallarını belirlediğim bir teorim var. Bizim tüm dünyada olduğu gibi her şeyimiz var. Mesela futbolda, bir futbol federasyonumuz, taraftarlar için tribünlerin, futbolcular için giyinme odalarının bulunduğu statlarımız, sahada oynayan 22 futbolcumuz, hakemlerimiz, düdüklerimiz, takımları destekleyen taraftarlarımız var. Ama oynanan oyunun kendisi futbol değil, futbol benzeri bir şey. Keza dünyadaki benzerleri gibi filmlerimiz, kameralarımız ve çekimlerimiz var ama sadece benzeri. Biz hayatımızın tamamında, ekonomimizde, endüstrimizde ve tarımımızda dünyadaki diğerleri ile aynı gibiyiz ama aslında benzeriyiz.”
Söz konusu “benzerlik teorisi”, bu makalede ele aldığımız konuyu açıklamakta oldukça yararlı. Dünyanın İran seçimlerinde gördüğü tek şey, dünyada yaşananlarının bir “benzeri” ama kesinlikle o değil. İki durum arasındaki biçimsel benzerlik, içerikteki tam çelişkiyi ortadan kaldırmaz. Bu paradoks, uluslararası güçlerin yalnızca “biçimler” mi yoksa “içerik” ile mi ilgilenmeyi tercih ettiğini açıklığa kavuşturuyor. Gözlemciye ve karar vericiye, bir yanıyla gizli (ama çoğunlukla açıklanmış) gündemler taşıyan konuşulmamış yönelimleri ve değişken stratejileri görme kudreti veriyor.
Eğitimli bir sanatçı tarafından ortaya atılan bu teori, siyaset ve sosyal bilimlerde bilimsel tanımlamalar yapmanın zor olduğu birçok durumda –özellikle de İran'ın bir dizi Arap ülkesini kontrol etmesinden sonra- bölgemizde olup bitenler konusunda faydalı bir açıklama modeli sunuyor. İran’ın kontrolü altındaki bu ülkeler, rehin alınmış, karar mekanizmaları yeni sömürgecinin elinde olan, dünyada bilinen ülke tanımına “benzer” ülkelerdir. Bu model, Irak ve Suriye'de olduğu kadar Lübnan ve Yemen'de de açıkça görülüyor.
Son olarak, İran rejiminin “Velayet-i Fakih” üzerinden sunduğu “diktatör teokrasi” modeli, “Nazist” hedeflerine ulaşmak için formalitede Batı'ya uymakta bir sakınca görmüyor. Hitler sarıklı ve sakallı da olabilir.