Hazım Sağıye
TT

Bir şair ayrıldığında: Siyasallaşmanın cömertliği ve siyasetin cimriliği

Lübnanlı şair Said Akl gibi Iraklı şair Saadi Yusuf ve ikisi arasında bu dünyadan ayrılanlar hakkında hep aynı senaryo tekrarlanıyor. Dünyamızdan bir şair, sanatçı veya edebiyatçı ayrılır ayrılmaz, çoğunda siyasetin ana rol oynadığı hicivler ve mersiyeler baş gösteriyor. Mesleğin kendisi nadiren hatırlanıyor ve çoğu zaman kendisine atıfta bulunulduğunda öncesinde “rağmen” ifadesi yer alıyor; şair olmasına rağmen o hain ya da yoldan çıkmış. Yahut, rakiplerinin onun hakkında söylediklerine rağmen, bu onun büyüklüğünün veya yaratıcılığının bir başka kanıtı gibi. Bu, en iyi ve halen şair olarak kabul gördüğü durumlarda geçerli. Aksi yani en kötü durumda, şairliği tamamen reddedilir. Böylece mersiyeler, övme ve mersiye yazıcısının sevdiği durumların, hiciv de karalama ve hicvedenin sevmediği durumların hatırlatmasına dönüşür. Başka bir deyişle, ölen kişi bir gerekçeye, ölüm ise eski pozisyonları tekrarlamak için yeni bir vesileye dönüşür.
Teorik olarak ikisini birbirinden ayırmak gerekir, çünkü şairin şair, sanatçının da sanatçı olarak hayatı ile bir birey olarak hayatları farklıdır. Kesişebilirler ama örtüşmezler. Birinci durumda, acı, üslup, ifade, ölen kişinin şiir tarihinde veya ülkesinin şiir tarihindeki konumu yer alır. İkincisinde, eylemler, tutumlar ve davranışlar yer alır.
Yine teorik olarak iki düzey arasındaki ayrım benimsenmezse, her şeyin siyasallaştırılması ciddi bir tehlike haline gelir. Her şeyin siyasallaştırılması ise zalimleşmeye giden kısa yoldur. Şair, Amerikalı Ezra Pound gibi bir faşist ya da Şilili Pablo Neruda gibi bir komünist olsa bile, siyasi ve ideolojik muhaliflerinin ona karşı davranışları iki paralel çizgide olmalı; bir şair ve bir insan. Muhaliflerinin gözünde zehirli olan kelimelerin yazarı, hatta belki de eylemlerin faili olsa bile, onu şiirsel yönden değerlendirirken bu bir kenara konmalı. Her ne kadar, varsa hayatının şiiri üzerinde veya şiirinin hayatı üzerindeki etkisini araştırmak her daim mümkün olsa da.
Fakat bu teorik düşünceyi hiçbir faydası olmayan vaaz ve müjdeciliğe daha yakın yapan nedir? 
Büyük olasılıkla bunun nedeni, gerçeğin kendisinin acımasızlık, iç savaşlar ve aşırı şiddet dahil her şeyi siyasallaştırması, diğer yandan da siyasete el koyması ve engellemesidir. Bu, maksimum siyasallaşma ile minumum siyaseti bir araya getiren bir denklemdir.
Demek ki bu acımasız ölçütten başka bir ölçüte alan bırakmayan bizim "kültürümüz" değil, gerçekliktir. Özellikle de söz konusu şair, siyasi, mezhepsel ve ırkçı görüşlere karıştığı veya doğrudan baskı, öldürme ve ihlallere teşvik ettiği için kolay bir rakip veya kolay bir müttefik olduğunda. Kültürümüze yönelik eleştiriler ise ancak bu acı gerçekle olan suç ortaklığına odaklanıldığında geçerlidir. Şair, bildiğimiz gibi, onu kolay bir hedef kadar hoşa giden ve istenilen bir kişi yapan ifade yoğunluğu ile bilinir. Zalimleşme durumlarında, kolay olmak, hoşa gitmek ve talep edilir olmak eş anlamlıdır. Iraklı Abdulvehhab el-Beyati bu gerçeği biliyordu ve muhalifleri hakkında “Kafataslarından kül tablası yapacağız” derken bundan hareket ediyordu.
Öte yandan Irak, parti ve çekişmelerini araştıran Peter Scarlett de daha önce şiirin Irak Komünist Partisi çevrelerinde, Stalinist eserlerin ve Sovyet propagandasının klişe çevirilerine benzeyen Fahd ve Selam Adil gibi komünist liderlerin yazılarından daha etkili ve işlevsel olduğu şeklinde görüş belirtmişti.
Kolay ve talep edilir olmanın eş anlamlılığı, şairi “cahiliye” döneminin bir tortusu olan ünlü  “kabilenin avukatı” ifadesindeki gibi avukat değil de sadece şair olarak görmek isteyen çok az kişi bırakıyor. Saf şiire talep az.
Oybirliği ile “davanın şairi” olarak nitelenen Filistinli şair Mahmud Derviş’in kendisi, “Kaydedin ben Arabım” türü ifadelerden uzaklaşıp şiir yazmaya başladığında hakaretlere maruz kaldı. Anlaşmazlık konularındaki tarafsız tutumunun kendisini koruduğu Suriyeli Nizar Kabbani’yi dahi, söz konusu konulara biraz yaklaştığında hakaretler peşini bırakmamıştı. “Ekmek, esrar ve ay” adlı şiirini ve ellili yıllarda yol açtığı etkileri, yahut altmışlı yılların sonunda yayınladığı “Nekse defterinde dipnotlar” şiirinin etkilerini kim unutabilir?
Ama mahkumdan, yerinden edilenden, öldürülen kişinin oğlundan ya da babasından şair ile insanı ayırmasını istemek zor değil mi? Yahut teorik varsayıma bağlı kalmasını talep etmek ne kadar zordur?
Gerçekliğin ızdırabı ve umutsuzluğu, şairi başka herhangi bir bakış açısından önce bir müttefik ya da düşman sıfatıyla görmenin ağır basmasını sağlayandır. Siyasallaşmanın cömertliği ve siyasetin cimriliğinin yarattığı, sivilleşmeyi kovan ve birçok şairi cezbedecek ölçüde güçlü acımasızlığın kapladığı bir ortamda, saf şiir beklentisini ancak bilgiçlik, kabiliyet ve sertlik teşvik eder.