İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Komünisti olmayan Çin komünizmi

Mao Zedong, 1921 yılında kurduğu Çin Ulusal Komünist Partisi’nin kuruluşunun 100. yıldönümü kutlamalarında katılsaydı, ne bu partinin politikasını ne de 1976 yılında ayrıldığı ülkeyi tanıyabilirdi. Açıkçası Mao Zedong, eşi Jiang Qing ya da bilinen ismiyle Madam Mao, bugün “ölümsüz lider” Şi Cinping’in yönettiği yeni Çin’in ilk kurbanıydı. Zira Madam Mao, Komünist Parti medyasını ve güvenlik organlarını kendi kişisel çıkarları için kullanmak suçundan Çin’in açılım hareketinin destekçisi Deng Şiaoping tarafından tutuklanan “Dörtlü Çete” grubunun bir üyesiydi. Söz konusu dörtlü, açık bir şekilde yargılanıp hapse gönderildi. Madam Mao, cezası müebbet hapse çevrilmeden önce hakkında idam hükmü verilmişti. Ancak Madam Mao, sağlık sorunları nedeniyle serbest bırakıldıktan sonra 1991 yılında intihar ederek hayatına son verdi.
Mao Zedong, partinin kuruluşunun 100. yıldönümüne katılsaydı, özel sektörün büyüklüğüne, para ve güçle Çin Komünist Partisi’nin kadrolarını elinde tutan sınıfı oluşturan iş insanlarının ve zenginlerin sayısına ve Çin’in Batı pazarlarındaki ekonomik hegemonyasına şaşırırdı. Mao, sınıf çatışmasının Çin’i “komünist refah”a götüreceğine inanıyordu. Yarı ümmi olan Mao, adil servet dağılımı kuralına göre zengin sınıfın mallarındaki işçi sınıfının hakkını savunmak için fikirlerini Marx ve Lenin’den alıyordu. İşte bugün Çin şehirlerinin ve gökdelenlerinin zenginliği, daha önce New York, Londra ve San Francisco gibi kapitalist şehirlerin aşina olduğu yapılarla boy ölçüşüyor.
Sanki Deng Şiaoping, önceliği sınıf çatışması prensibine göre ilerlemeye ve ekonomik kalkınmaya vererek, Çin Komünist Partisi’ni boş bir ideolojinin kontrol ettiği bir partiden geleceğin ufuklarına açık bir partiye dönüştürdüğü zaman geçmişe bakıp geleceği okuyor gibiydi.
Deng, 1997 yılında vefat etti.  Böylece o, 1991 yılında Sovyet Komünist Partisi’nin başına gelenleri ve teorilerinin çağa ne kadar uygun ve tatbik edilebilir olduğunu görme imkanına sahip oldu. Sovyet Birliği’nin Deng’i Gorbaçov, 1990 yılında Kremlin tahtına çıktı. Fakat Moskova’daki bitkin komünist yapının zayıflamasının ardından artık vakit çok geç olmuştu.
Çin’de Mao’nun mirasına ve komünist ideolojiye karşı devam eden büyük devrim, Çinli liderleri partinin kurucusunun tarihi imajından vazgeçmeye sevk etmedi. Çinli liderler, şimdiyi geçmişle irtibatlandırmanın iç istikrar için temel bir faktör olduğunu biliyor. Yine onlar, bu irtibatlandırmanın Çin Komünist Partisi’nin devrimci yürüyüşünü eleştirenlere karşı başta Çin Devlet Başkanı Şi Cinping olmak üzere kendilerine “kızıl kapitalistler” adı verilenlerin elindeki bir silah olduğunun farkında. Bundan dolayı Şi, partinin 100. yıldönümünü 1921 yılında Mao ve 12 yoldaşının Komünist Parti’nin kuruluşunu ilan etmek için toplandığı evde kutlamayı tercih etti. Şi ve yoldaşları, partinin ilkelerine bağlı kalma ve halk için her şeyi feda etme yemini etti.
Ancak Mao’nun liderliğine tutunmak, Çin hafızasının büyük bir bölümünü yok etmeye engel değil: Mao’nun meşhur yürüyüşünden kültür devrimine, muhaliflerin tasfiye edilmesine ve Mao’nun kararının Çin’i tarım çağından sanayi çağına taşımasına neden olduğu açlığa kadar. Tüm bunlar, on milyonlarca insanın hayatına mal oldu. Yine Mao’nun liderliğine tutunmak, 1989 yılında Pekin’in göbeğindeki “İlahi Barış” Meydanı katliamını (Tiananmen Katliamı) ve göstericilerin arasına giren tankların meşhur fotoğraflarını hatırlamaya mâni değil. Sıkı denetime tabi katı bir medyanın olduğu bir ortamda bunlardan bahsetmek yasak. Çünkü bu durum, milli şuuru zayıflatmaktadır.
Şu an Çin yönetimi, halkın desteğini almak ve iktidara bağlılığı sağlamak için bu milli şuura itimat ediyor. Şi, kutlamada yaptığı konuşmada Çin’in egemenliğine dokunmaya ya da Çin’e ders ve nasihat vermeye çalışanların bir milyar 400 milyon Çinliden oluşan çelik bir duvarla karşı karşıya kalacağını dile getirdi. Şi, şartlar ne olursa olsun Komünist Parti’nin Tayvan’ı ülkeye katmakta kararlı olduğunu ifade etti. Yine 100. yıl kutlaması, Çin’in Hong Kong üzerindeki egemenliğini İngiltere’den almasının 24. yıldönümüne denk geldi. Hong Kong’un “tek ülke iki sistem” esasına göre özerkliğini ve otonom bağımsızlığını muhafaza etmesine karar veren anlaşmaya rağmen Çin, güvenlik ve politik egemenliğini genişletiyor. İngiltere ve Batılı ülkelerde büyük bir eleştiri alan son kararlardan birisi de Hong Kong’da Çin hegemonyasına karşı muhalefetin sesi olarak nitelendirilen “Apple Daily” gazetesini kapatma kararıdır.
Çin’in dünyaya ekonomik açılımı ve ticari mallarının ve ürünlerinin dünya pazarlarındaki varlığı; Pekin’in Müslüman azınlığa muamelesinden muhaliflere karşı davranışına ve Güney Çin Denizi’ndeki çatışmalara bağlı olarak komşularıyla artan kötü ilişkilerine kadar farklı alanlardaki politikalarına yönelik Batı’nın eleştirileriyle karşı karşıya. Koronavirüs salgını ve bu salgını dünyaya yaydığı konusunda Çin’e yöneltilen suçlamalar, şüphelerin ve saldırıların hacmini artırıyor. Şi Cinping, koronavirüse karşı mücadelede başarılı olmakla ve normal ekonomik yaşama geri dönmekle övünürken dünya, aşıların başarısına rağmen yeniden yayılan salgının sıkıntısını yaşamaya devam ediyor. Aynı şekilde Batı, Çin’in koronavirüs salgınına karşı mücadelesindeki başarısından da şüphe duyuyor. Yine Batı, Çin’in söz konusu salgının ilk vakalarına karşı mücadele ettiği iddiasından da şüpheleniyor.
Ancak kusurlarına, eleştirilerine ve kendisini Batı çıkarlarının birinci düşmanı olarak görenlere rağmen dünya, zorunlu olarak Çin’le birlikte yaşamaya devam edecektir. Çin, insanlığın beşte birine hükmeden bir partinin hegemonyasından etkilenmeden, özel sektörü özgürleştirmeyi ve zenginlik alanlarını açmayı başaran bir model benimsemek suretiyle ikinci en büyük küresel ekonomi olarak nüfuzunu dikte etti. Kapitalist versiyona sahip bir komünist parti, Marx ve takipçilerine aynı kapitalist lezzeti tatma fırsatı vermedi.