Sevsen Şair
TT

Tokyo Mahkemesi: Adaletin mi galiplerin mi mahkemesi?

Tokyo Trial (Tokyo Mahkemesi) Netflix’te yayınlanan 4 bölümlük mini bir tarihi dizi.
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesi ve Japonya'nın teslim olmasını müteakip gerçekleşen bu tarihi davanın hikayesini anlatan İngilizce bir Japon yapımı.
Bu mahkeme, Uzak Doğu'da başta Japonlar olmak üzere İkinci Dünya Savaşı'nın mağlup suçlularını cezalandırmak için kurulmuştu.
Bugüne kadar ülkeler, savaş suçlularını yargılamak için birleşik bir temel üzerinde anlaşmaya varamadılar.
Herkesi uluslararası bir ceza mahkemesinin hukukuna tabi kılan bir fikir birliği oluşturulamadı.
Herkesin üzerinde mutabık kaldığı, suçların cezasız kalmamasına katkıda bulunacak, mağdurların yaralarını iyileştirmek için adaletin yolunu bulmasını sağlayacak, savaşlarda şiddetin yayılmasını önleyecek, sivillerin güvenliğini sağlayacak, çatışmaların ivmesini kontrol edecek bir uluslararası hukuka sahip olma girişimleri halen devam ediyor.
Ancak bu iki davanın doğurduğu ihtilaf, adalet, hakkaniyet ve hakikat kavramlarına dokunduğu için üzerinde epey durulmayı ve tartışılmayı hak ediyor. Kimin diğerini yargılama hakkı var?
Yargılamanın intikam için kullanılmamasını nasıl sağlayabiliriz?
Galipler de yargılanabilir mi?
Bir eylemi kendisini suç sayan yasal bir metin olmadan suç saymak mümkün olabilir mi? Bu metni kim yazacak? Bu tür bir tartışma izleyici olarak beni cezp ediyor, o mahkemenin koşulları ve onunla gelişen olaylar hakkında daha fazla bilgi edinme merakına kapı aralıyor. Çünkü bu mahkeme, uluslararası ilişkiler ve onları düzenleyen ceza hukuku tarihinde gerçekten çok önemli bir olay teşkil ediyor. Etkisi devam ediyor ve bizi büyük ölçüde etkiliyor. Bu mahkemeyi kuran Batı ile aramızdaki ilişkinin doğası üzerindeki yansımalarını görüyoruz.
Tokyo Mahkemesi’nden birkaç ay önce, Almanya’nın teslim belgesini imzalamasından sonra Alman subayların yargılandığı Nürnberg Mahkemesi kurulmuştu.
Daha sonra, dürüstlüğü, adaleti ve üzerine kurulduğu ilkeler konusundaki çekincelere rağmen, Tokyo Mahkemesi için de Nürnberg Belgesi temel alındı. Tarihsel olarak, Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki bir uluslararası hukuk veya uluslararası mahkeme tesis etmeye, yani bir askeri komutan veya hükümdarı krallığının sınırları dışında yargılamaya dönük çeşitli girişimleri (bilhassa devletin egemenliği ilkesinin ihlalinden bahsettiğimiz için) göz ardı edeceğiz.
İlk kasıtlı yargılama girişimi 1919'da, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından yaşandı.
Almanya’nın yenildiği bu savaşta muzaffer Avrupa ülkeleri, Almanya İmparatoru İkinci Guillaum’u (Wilhelm) savaşı başlatma suçundan ve savaşta işlenen vahşetlerden yargılamak için bir mahkeme kurmaya çalıştılar. Ancak ironiktir ki ABD ve Japonya, özellikle imparator Hollanda'ya kaçıp Papa'nın yardımıyla sığınma talebinde bulunduğundan, bir hükümdarın ülkesinin sınırları dışında yargılanmasına karşı çıktılar.
Bir yıl sonra 1920’de, Birleşmiş Milletler’e dönüşmeden önceki adıyla Milletler Cemiyeti şemsiyesi altında bir uluslararası adalet mahkemesi kurulması için ilk girişimde bulunuldu. Bunun için iki tasarı sunuldu ama ikisi de başarısız oldu. Ta ki, müttefiki Yugoslavya kralının suikasta ve Fransa dışişleri bakanının da saldırıya uğraması üzerine Fransa’nın bir tasarı önerdiği 1937 yılına gelene kadar.
Fransa’nın tasarısı terörizmin anlamını tanımlayan ve dikkate değer temeller atan iki önemli belgeyi, iki konferans düzenleme önerisini içeriyordu. Ama bu da başarılı olamadı ve İkinci Dünya Savaşı patlak verdi.
Müttefiklerin zaferi ve Almanya ile Japonya’nın yenilgisinin ardından, Alman subayları yargılamak için Nürnberg Mahkemesi, Japon subayları yargılamak için de Tokyo Mahkemesi kuruldu. Ancak savaşı başlatma kararındaki sorumluluğu bilinmesine rağmen Japon imparatoru siyasi sebeplerle yargılamanın dışında tutuldu.
Nürnberg Mahkemesi'nin kuruluşu için hazırlanan belge, Tokyo'da ikincisinin oluşturulması için benimsenen belgenin aynısıydı. Müttefik Kuvvetler Komutanı ABD’li General MacArthur tarafından hazırlanmış ve muzaffer ülkelerin yargıçları tarafından imzalanmıştı. Alman ve Japon siyasi yetkililerin yanı sıra savaşlara katılan komutanları da ölüme mahkum etmişti.
Paradoks, insani suçlar, barışı tehdit eden suçlar ve saldırı suçları tanımının tartışma konusu olması ve olmaya devam etmesidir. Keza kimin yargılamaya hakkı olduğu da.
Bu halen tartışmalı bir soru, özellikle de bir günde 80 bin kişiyi öldürüp 150 bin kişiyi yaralayan, Japonların nesiller boyu sıkıntılarını çektiği radyasyonun temsil ettiği etkileri on yıllarca süren atom bombasını Hiroşima'ya atarak en büyük savaş suçunu işleyen ABD’nin yargılanmadığı göz önüne alındığında.
Diziyi izlemenizi, yargılama ilkesine itiraz eden ve diğer yargıçların cevaplayamadığı ilkesel noktaları dile getiren Hindistanlı ve Hollandalı yargıçların tutumlarına dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Tarihsel olarak, bu iki davadan sonra, Bosna Hersek ve Ruanda'da yaşanan soykırım  suçlularını yargılamak için geçici bir uluslararası mahkemenin kurulduğu doksanlı yıllara kadar hiçbir uluslararası yargılama yapılmadı. Bu iki geçici mahkeme de birçok siyasi yaklaşımlara tabiydiler.
Dünya henüz herkesin boyun eğmeyi kabul ettiği ortak bir hukuk ve uluslararası bir mahkeme üzerinde mutabakata varamadı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmasına yönelik 1998 Roma Tüzüğü’nü dahi 120 ülke onaylarken, 21 ülke çekimser kalmış, ABD ve Katar’ın (!) aralarında olduğu 7 ülke karşı çıkmıştı.