Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Hamaney yenilgi çizgisinde

Bazı bölgelerde 50 dereceye yaklaşan yaz sıcağı ile çocuklarına ve aile fertlerine su serperek savaşan Iraklı ailelerin videosu, çok söze yer bırakmıyor ve Irak'ın 2003'te Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden bu yana İran hegemonyası altında ulaştığı bedbahtlık ve umutsuzluğu ortaya koyuyor.
Irak'ta zaten kötü halde bulunan elektrik dosyasındaki büyük çöküşe, İran tarafının 4 milyar dolar tutarındaki borcu nedeniyle Irak'a elektrik ve doğalgaz tedarikini durdurması eşlik etti.
Bu, yolsuzluktan kaynaklanan astronomik kayıpları bir yana doğrudan petrol gelirlerinden 150 milyar dolardan fazla kaybeden, 14 yılda sadece elektrik sektörüne yaklaşık 65 milyar dolar harcayan bir ülkede bir hizmet eksikliğinin yol açtığı sıkıntının fotoğrafı değil. Bu basitçe, İran'ın nükleer anlaşmayla birlikte tartışmak istemediği, seçilmiş Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin hatırlattığı, İran rejiminin bölgesel rolünün bir özeti. Bu rol, sürdürülebilir kalkınma veya gerçek bir ekonomi için gerçek bir umut olmadan destekçi ve taraftar toplamak için adam kayırmacı bir sistem, yolsuzluğun kemirdiği bir siyasi yapı üreten milislere dayanıyor.
Enerji nakil hatlarını hedef alan bombalı saldırılar bile İran'ın zorlamaya çalıştığı bu siyasi gerçekliğin dinamiklerinin bir parçası. Bu gerçekliğin özeti, Irak'ı vekalet mezhep savaşlarının, şiddetle yönetilen ve sonu gelmez bir şekilde şiddeti besleyen tahakküm ve nüfuz savaşlarının arenasına dönüştürmek. En önemlisi de, Irak'ın kalkınmasının önüne geçilmesi ve böylece İran'ın ihtiyaçlarını karşılayan, yaptırımlardan kurtulmak için hazinesini sağlam para birimleri ile finanse eden bir mağara olarak kalması.
Bu nedenle, Irak elektrik dosyasına, daha geniş siyasi perspektiften izole edilmiş bir teknik hizmet dosyası olarak bakan yaklaşım, naif ve gerçekçi değil. Başbakan Mustafa el-Kazimi'nin Irak tarafında ilgili çalışmaların yüzde 85'inin tamamlandığını açıkladığı Irak ile Körfez Arap ülkeleri arasındaki elektrik hattı projesi İran’ı endişelendirmeli, zira bu, önümüzdeki yıl Arap Körfez ülkeleri ve Ürdün ile Irak arasında tam bir elektrik hattının önünü açıyor.
İşin aslı, bu trajedide Irak tek değil, çünkü trajedi İran'ın rolünün çok açık bir şekilde devreye girdiği her yerde.
İran etkisinin bir başka arenası olarak, işte Lübnan, hizmet sektörlerinin çoğunu etkileyen benzer çöküşlerden muzdarip. Lübnanlılar ayrıca, temel ürünlerin yokluğundan veya ulusal para biriminin çöküşü ve dolar karşısında değerinin yaklaşık yüzde 90'ını kaybetmesi nedeniyle fiyatlarında tüketim kapasitelerinin ötesindeki artıştan muzdarip. Lübnan'ın çöküşünün sebepleri ne olursa olsun, Lübnan'ın Arap ilişkilerinin yıkımının ana nedeni olduğu için İran, sebep olarak başta olmaya devam edecek.
Rakamlar boş sözlere pek alan tanımıyor; Lübnan'daki yabancı yatırımların yüzde 76'sı Körfez ülkelerinden, yani Hizbullah'a yakın ağların Captagon haplarına boğmaya çalıştıkları aynı ülkelerden geliyor. Yurt dışında çalışan Lübnanlıların gönderdikleri dövizlerin içinde Körfez ülkelerinde çalışanların gönderdiklerinin oranı yüzde 60. Bu oran, Lübnan milli gelirinin yüzde 20'sini oluşturuyor. Çeşitli formları ve sezonları ile turizmin yaşadığı felaket hakkında ise dilediğinizi söyleyebilirsiniz.
Tüm bu rakamlar, Lübnan ile Körfez arasındaki ilişkinin sarsılmasıyla bozuldu. Bunu başka rakamlar da feci bir şekilde ifade ediyor ve Lübnan'ın 19. yüzyılın ortalarından bu yana uluslararası düzeyde yaşanan en şiddetli 3 kriz arasında sınıflandırılması muhtemel bir krize saplanmış olmasının anlamını açıklıyor.
BM’ye göre, Lübnan vatandaşlarının yüzde 55'i yoksulluk sınırının altında, yani günde 3,84 dolardan daha az bir gelirle yaşıyor. Aşırı yoksulluk içinde yaşayanların oranı ise yüzde 23'e yükseldi. Dünya Gıda Programına göre gıda fiyatlarındaki enflasyon oranı yüzde 400 barajını aştı, bazı gıda fiyatları yüzde 1200'ü geçti. İşsizlik oranı yüzde 40’ı aşarken, asgari ücret 45 dolara geriledi.
Yemen'e gelince, İran ile bağlantılı bir milis grubu tarafından kontrol edilen her yerde trajedinin korkunç benzerliklerle nasıl tekrarlandığını görmek için başta başkent Sana'a olmak üzere Husilerin kontrol ettiği bölgelerdeki sosyal ve insani duruma bakmak yeterli. Suudi Arabistan’ın BM Dünya Gıda Programı'na (WFP) devam eden desteği olmasaydı ve WFP, Yemen'deki en savunmasız ve muhtaç grupların acil gıda ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olmasaydı, durum çok daha kötü olabilirdi.
Bu bağlamda, WFP İcra Direktörü David Beasley, kuruluş tarafından yayınlanan bir açıklamada, Suudi Arabistan’ın Yemen'de WFP operasyonlarını desteklemek için yaptığı katkıların 858 milyon dolara ulaştığını doğruladı. Suudi Arabistan’ın yalnızca 2019’da 380 milyon dolar katkıda bulunduğunu ve bunun da WFP’nin operasyonlarını 13 milyon kişiye ulaşacak şekilde genişletmesine ve Yemen'de kıtlığın önlenmesine yardımcı olduğunu kaydetti.  
Buna karşılık İran, kendisini Lübnan ve Irak gibi bir vekalet savaşları arenasına dönüştürmekten başka Yemen’e ne sundu?
Özetle, İran deneyimi, tüm etki alanlarında siyasi istikrarın, ekonomik kalkınmanın veya sosyal refahın bir parçası olmakta başarılı olamadı.
Aslında emperyal projesinin yanılsamalarının yıkıcı sonuçlarından İran'ın kendisi de kaçamadı. İran şehirlerinin genelinde elektrik kesintileri, enerji sektöründeki işçilerin grevleri, yoksulluk, beşinci dalgasıyla korkunç korona salgını, sağlık ve sosyal alanda feci bir çöküş yaşanıyor.
Bu projenin iflasına delil olarak eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın son açıklamalarından daha fazlasına ihtiyaç var mı? Devrim tarihinin en düşük katılım oranının damga vurduğu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarıyla ilgili olarak Ahmedinejad, adını vermeden Hamaney ile "Kalesinde 30 gol görmeyi zafer sayıyor, çünkü 70 gol bekliyordu" diyerek alay etti ve "Kendinizi aldatıyor musunuz?" diye sordu. Ahmedinejad ateşli saldırısını Dini Lidere yönelttiği şu sözlerle sonlandırdı: Yenilgi çizgisinde ilerliyorsunuz.
Irak, Lübnan ve Yemen'de de insanların yüzünde acımasız ve ağır bir yenilginin işaretleri dışında bir şey var mı?