Sam Mensa
TT

ABD’nin geri çekilmesi ardında kötünün iyisi bir Doğu’yu bırakıyor

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından gelen Afganistan işgalinden 19 yıl sonra, ABD'nin eleştirilen ve ayıplanan şekilde gerçekleşen geri çekilmesinin sonuçları üzerinde durmalıyız. Burada iki konu dikkat çekiyor.
Bunlardan ilki, Taliban’ın daha fazla toprak ele geçirme çabası. Saldırılarını yoğunlaştırdıktan büyük şehirler hariç ülkenin güneyini kontrol eden, Tacikistan sınırından kuzeydoğuya ilerleme kaydeden ve ülkenin yüzde 75'ini kontrol etmesine yetecek derecede bölgelerin çoğuna yayılan Taliban’ın hamleleri sonrasında olan da aslında bu.
İkinci konu, Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi ve İslam emirliği rejiminin geri dönmesi beklentisi. Bu, zayıf da olsa Amerikan koruması altında şu ana kadar özgürlük ve açıklık dönemi yaşamış olan nüfusa yönelik bir tehdit, aşırılığın, sosyal, eğitim ve kültür hayatının tüm yönlerini istila etmesi anlamına geliyor. Buna bir de güçlüler ile daha az kuvvete sahip komşularının, yerinden edilenlerin bir göç dalgası başlatmaları, terör faaliyetlerinin tırmanması ve sınır anlaşmazlıkları konusundaki endişeleri ekleniyor. ABD, Afganistan'ı Taliban'a bırakarak belki de stratejik düşman gördüğü Rusya ve Çin gibi ülkeleri, hatta Hindistan gibi rakipleri zayıflatacağı bir kaos hali yaratıyor.
Her şeyden önce, Afganistan'a komşu ülkelerin aksine çekilmeden en az etkilenen tarafın Washington olduğu doğru. Ancak bu ülkede işgale ve teröre karşı yürüttüğü uluslararası savaşın herhangi bir stratejik kazanımla sonuçlanmadığı da doğru. Keza sonuçlarının, el-Kaide'ye karşı sınırlı taktik başarılar ve Usame bin Ladin'in Pakistan'daki sığınağında öldürülmesiyle sınırlı kaldığı da...
ABD'nin Afganistan'dan çekilme süreci bir bütün olarak bölgeden çıktığı politikasından ayrı düşünülemez. Bu, kendi deyimiyle “bitmeyen” savaşlarından çıkma çabasıyla birlikte geri dönüşü olmayan bir süreç gibi görünüyor. 1983’te Beyrut Havaalanındaki ABD Deniz Piyadeleri kışlasına düzenlenen ve 241 Amerikan askerinin öldüğü bombalı saldırıdan sonra Lübnan’dan nasıl parmak uçlarında çekildiyse, ilk olarak insani ve maddi açıdan maliyetli bir savaştan sonra Irak’tan da çekiliyor. Suriye’deki varlığı oldukça küçük olmasına rağmen burada da durum nihayetinde daha iyi olmayacak. Washington, İran ile nükleer anlaşmayı canlandırmaya çalıştığı bir zamanda çekilerek bölgeyi ve bölge ülkelerini dikenlerini kendi elleriyle temizlemeleri için yalnız bırakıyor. Mevcut Demokrat Amerikan yönetiminin bölgeye sunacağı en fazla şey de bu. Bu da Joe Biden yönetiminin selefi Donald Trump'ın politikasını, yani önce ABD ve ulusal güvenliği stratejisini sürdürme kapsamında yer alıyor. Söz konusu politikanın tek istisnası, halihazırda Washington, özellikle de Biden yönetimi ile dalgalı ilişkilerinde temkinli davranan İsrail ve güvenliğinin korunmasıdır.       
Diğerlerine eklenen bu geri çekilme, başlamadan önce biten Amerikan savaşlarının başarısızlığının bir başka kanıtı. Bu askeri ve güvenlikten çok siyasi ve stratejik bir başarısızlık. Bölgeye dönük askeri müdahalelerinin siyasi sonuçları sıfır toplamlı görünüyor. Washington'ın 19 yıldır Taliban'a karşı mücadelesi, 2020'de Doha'da kendisi ile tarihi bir anlaşma imzalamasıyla sona erdi. En önemli maddesi de Taliban’ın ABD ve müttefiklerinin güvenliğini tehdit etmemeyi ve başta el-Kaide olmak üzere başka hiçbir grubun da bunu yapmasına izin vermemeyi taahhüt ettiği maddeydi. Irak'a müdahalesinin İran'ın yayılımcı emellerini körüklediğini, ona bölgenin kapısını ardına kadar açtığını, ABD’nin bu ülkedeki varlığının, Tahran'a bağlı milis grupların roket ve insansız hava araçları saldırılarının insafına kaldığını söylemeye gerek bile yok. Hakeza Beşşar Esed’in komedi seçimlerle görev süresini yenilemesine olanak tanıdığı Suriye’den, İran’a bağlı Hizbullah’ın istediğini yaptığı ve oraya buraya saldırdığı, sonunda da ülkeyi uçurumdan düşecek kerteye vardırdığı Lübnan’dan da…
ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çekilmeleri sonrasında, özellikle başka ülkelerden de çekilme yumağı sökülmeye başlarsa bizi neler bekleniyor? Bölgede Doğu’ya yönelme çağrısı yapan seslerin sıklaştığı bir dönemde olası alternatifler neler?
Bu seçeneğin argümanı ve gerçekçiliği bir tarafa, hangi Doğu'dan bahsettiğimizi bilmek gerekiyor. Hangi Doğu kastediliyor? Bölgeye yüzyıllardır damgasını vuran Arap, Fars ve İslam medeniyetiyle dolu bir Doğu mu, yoksa aslında, geçmişte kalmış eski uygar bir Doğu’ya duyulan romantik nostalji ile ilgisi olmayan vahşi, varsayımsal ve hayali başka bir Doğu ile mi karşı karşıyayız?
ABD ve onunla birlikte Batı'nın geri çekilmesi, arenanın iki ekseninin işgaline terk edilmesi anlamına geliyor.
Bunların ilkini, farklı da olsa diktatörlüklerle yönetilen, ortak bağları insanlığa en yakın sistemler olan liberalizm ve Batı demokrasisine düşmanlık olan Rusya ve Çin temsil ediyor. İkisi ve özellikle de Rusya, tamamen ideolojik olmaktan çıkan diktatörlüklere dönüştü. Çin devlet kontrolü altındaki bir kapitalist sistemi yöneten otoriter bir partiye kılıf olarak Komünist Parti ideolojisine yapışmaya devam ediyor. Günler, ekonomi, politika, kültür, toplum ve diğer alanlarda oligarşik Rus ve baskıcı Çin akımının izlerini taşıyacak.
İkinci Doğu ekseni, Taliban hakimiyetindeki Afganistan. Mollaların yönetimindeki İran ve tek başına yönetmeye ve siyasi İslam'ını uygulamaya muktedir olması durumunda çok daha az ölçüde “Müslüman Kardeşler” örgütü tarafından temsil ediliyor. Katı Şii İslamcı İran ve radikal köktendinci Sünni Taliban tarafından temsil edilen ikinci akım, sonuç olarak iki şiddetli köktenci ideoloji sunuyor. Buradaki ikilem, tüm bu modellerin toplumlarına ihtiyaç duydukları ve arzuladıkları şeyi sağlayamaması, hatta bunda istekli olmamasıdır.   
Bu bağlamda, Rus ve Çin modelleri ile İran ve Afgan modellerinin uyum içinde olmadığını belirtmek gerekir. Aksine Rusya ve Çin'in İran ve Afganistan'a yönelik kaygılarının boyutu önemli ölçüde ve burada ayrıntılarına yer veremeyeceğimiz dini, etnik, mezhep, sosyal ve güvenlik gibi birden fazla düzeyde korku ve endişeler taşıyor. Diğer yandan, hem Afganistan hem de İran, güçleri ve nüfuzları ile karşılaştırılamayacak bir ekonomik, askeri ve siyasi güce sahip olan Rusya ve Çin'in gücünden ve etkisinden korkuyor.
Burada ikilem, hem Rusya hem de Çin'in ABD ve Batı'dan gelecek tehditlerden İran ve Afganistan'ı yöneten ideolojiden daha fazla korkmaları. Hepsi de otoriter, dışlayıcı ve özgürlüklerden nefret ediyorlar.
Moskova ve Pekin, haklı veya haksız olarak demokrasi ve Batı liberalizminin hem rejimleri hem de toplumları için varoluşsal bir tehdit oluşturduğunu varsayıyorlar. Ana hedefleri, ABD'nin bölgeyi terk etmesi, böylece siyaset, ekonomi ve güvenlikte meydanın onlara kalması. Bu nedenle bölgede konumlarını pekiştirmek için ABD ve müttefiklerine karşı, özellikle Afganistan, İran ve ülke dışı örgütleri kullanıyorlar.
Bu bizi, bölgede çok sayıda ve birden fazla yerden gelen Doğuy’a yönelme çağrısının tehlikelerine geri götürüyor. Çoğunluk -İran'ın müttefikleri ve araçları dışında- belki de bu çağrının sonuçlarının ayrımında değil.
Müttefik veya İran egemenliğine bağımlı olan devletlerin durumu bunlara yeterli ve net bir cevap taşıyor. En iyi cevap da Hizbullah'ın Lübnan'daki nüfuz ve gücünün, İran'ın Irak'taki müttefiklerinin ve araçlarının etkisinin, İran'ın Suriye ve Yemen'e müdahalesinin sonuçlarıdır.
Ancak bu modeller Washington'ın politikalarından bıkıp umutsuzluğa kapılan halklarımız için kaçınılmaz bir kader haline gelmişse işin rengi değişir. Bu sefil akıbet, bölgede ABD, Batı ve değerler pahasına önemli ülkelerin de mi kaderi olacak? Cevap belki de Washington'ın son 50 yıldaki politikalarının, bölgemiz ile uluslararası sistemdeki sorumluluğunu taşımakta bocalayan ABD içindeki sonuçlarının gerekli ve şeffaf bir eleştirel incelemesinde yatıyor.