Bülent Şahin Erdeğer
TT

Sivas Provokasyonu ve Katliamını anlamak

Tarihe Sivas Katliamı olarak geçen 2 Temmuz 1993’te yaşanan olaylar ve sonrası Madımak otelinin yakılması bugüne kadar sağduyulu bir gözle analiz edilemedi.
Bunun sebebi olayın sebeplerini anlamaya çalışma kaygısı ve çabasının olmamasından kaynaklanıyor.
Dış Bağlam
İslamcılığın dünya çapındaki motivasyonu Müslümanların dünyanın farklı bölgelerinde katliamlara maruz bırakılması, işgaller ve baskılar altında bulunmasından alınmaktaydı.
Bosna’da 1 Mart 1992’de başlayan iç savaş hızla bir Müslüman soykırımına dönüşmüş, tüm Dünyanın gözü önünde Boşnak Müslümanlar sistematik olarak tecavüze, işkenceye, katliamlara maruz bırakılıyordu.
Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rüşdi 1988’de Şeytan Ayetleri kitabını yayınlanmıştı. Birçok İslam ülkesinde yasaklanan kitabın yazarı hakkında İran'da İmam Humeyni tarafından ölüm fetvası verilirken Rüşdi’ye Fransa devleti tarafından onur ödülü ve İngiliz Kraliçesi tarafından şövalyelik nişanı verilmiştir. Tüm bu saflaşma atmosfer açıkça Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara savaşı olarak algılanmaktaydı.   
Bu travmatik çatışma psikolojisi İslamcılık tarafından karşı savaş, cevap verme, mücadele etme ekseninde sahipleniliyor, kitleler anti-kolonyalist, anti-emperyalist direniçi İslamcı söylemle motive ediliyordu.
İç Bağlam
İşte böylesi bir dünyada yaşayan Türkiye halkı için ise 80’ler 12 Eylül Darbesinin etkileri demekti. 12 Eylül sol propagandanın yansıttığının aksine sadece Türkiye Sosyalistlere yönelik yapılmamıştı. 12 Eylül darbesi aynı zamanda 1979 İran İslam Devrimi’nin komşu Türkiye’ye ihracını engellemek için de ABD tarafından desteklenmiş, Sosyalizme ve İslamcılığa karşı milliyetçi seküler muhafazakarlık desteklenmişti. Başörtüsü yasakları, İslamcılığa baskılar özelllikle Evren tarafından uygulanmıştı.
90’lara geldiğinmizde ise Kürt sorununun bile isteye kangrenleştirilmesi, radikal İslamcılığın ve radikal solculuğun marjinalize edilerek bastırılması için bir dizi derin devlet operasyonu devreye sokulmuştu.
İşte tam bu bağlamda 1991 Genel Seçimlerinde Refah Partisi oy patlaması yapmış ve çok küçük bir partiyken ana akım partilere yaklaşan yüzde 16 oy oranına ulaşmıştır. 1991 seçimleri sonrası RP’yi tehdit olrak gören Ankara rejimi bu parti üzerinde kamuoyu baskısı oluşturmak için legal ve illegal bir çok yola başvurmuştur. Ki RP’nin tüm bunlara rağmen yükselişi önlenememiş 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri'nde de RP özellikle Büyükşehirlerde büyük bir zafer elde etmişti. Milli Görüş öncülüğünde yükselen Türkiye İslamcılığı 1995 Genel Seçimlerinde yüzde 21 oy oranıyla partiyi ülkenin birinci partisine dönüştürmüştü. Malum olunduğu üzere bu yükseliş süreci ancak 1997’deki 28 Şubat Sürecinde post-modern darbe ile durdurulabilecekti.
1988’de yayınlanmasından sonra dünya çapında büyük protestolara sebep olan “Şeytan Ayetleri” kitabı İslam aleminde Hz. Muhammed’e ve hanımlarına yönelik açık hakaretler içeriyordu. Dolayısıyla böyle bir kitabın yayınlanması Batı’da “İfade özgürlüğü” olarak algılanırken Müslüman Dünyada Kültür Emperyalizminin açık hakareti, saldırısı olarak görüldü. (Aynı sarmal daha sonra Dünya çapında Karikatür krizlerinde de yaşandı)
1993’e geri dönelim. 24 Ocak’ta Uğur Mumcu, 5 Şubat’ta Adnan Kahveci, 17 Şubat’ta Eşref Bitlis öldürüldü. 17 Nisan’da ise Cumhurbaşkanı Turgut Özal şaibeli biçimde öldü.
Türkiye’deki İslami çevrelerin gerek iç bağlamda sürekli bir psikolojik harbe maruz bırakılmaları dış bağlamda ise Bosna gibi büyük duygusal bir travmaya şahit olunması da sağlıklı, sağduyulu bir soğukkanlılığı engelliyordu.
Tam da bu bağlamları şu an bizim okuduğumuz gibi doğru okuyan bir “irade” Doğu Perinçek’i devreye sokacaktı. Aydınlıkçılar grubu (ki o dönemde Sosyalist Parti adıyla siyasetteydiler ve PKK terör örgütüyle olan bağlantıları sebebiyle de daha sonra bu parti kapatılacaktı) yeni bir provokasyonun baş aktörü olacaktı. Aziz Nesin’in oğlu Ahmet Nesin 9 Haziran 2020’de Madımak Katliamı'nın sorumlusu Doğu Perinçek'tir. diyecekti. https://www.youtube.com/watch?v=7vOFw2Io5f4
Aydınlık Şeytan Ayetleri kitabını Türkçeye tercüme etmeye başlayarak dünya çapındaki hakaret, küfür saldırısı içeren provokasyonu Türkiye’ye ithal ediyordu. Yine Ahmet Nesin’in anlatımlarından anlıyoruz ki Perinçek ekibi gayet profesyonel olduklarından provokasyonu tertipleyip bedelini Aziz Nesin’in üzerine yıkmışlar. Tabi burada Aziz Nesin’in içinde bulunduğu toplumsal psikolojiyi iyi okuyamamasının ve pervasızlığının da payı var.
Aydınlık’ta çeviri bölümlerinin yayınlanmasının ardından İstanbul’da protesto gösterileri yapılmış, böyle bir gerginlik ortamında Nesin’in İslam karşıtı basın açıklamaları Sivas yerel basınında tepkiyle karşılanmıştı. İstanbul’da yaşanan gerginliklerin Sivas halkını huzursuz etmesine yol açtığını o dönem yerel basının haberlerinden net biçimde okuyabiliyoruz.
Her yıl Alevi köyünde yapılan Pir Sultan Abdal şenliklerinin Sünni nüfusun yoğunlukla yaşadığı Sivas kent merkezine taşınması özel bir iradenin katliama zemin hazırlamak için adım adım çalıştığını gösteriyor. Alevi şenliklerinin İslam karşıtlığı propagandasının zeminine dönüştürülmesi, Cuma namazı kılan cemaatin yanından davul zurna ile geçilmesi, kent merkezine Pir Sultan Abdal Heykeli dikilmesi gibi unsurlar da Sivas’taki gerginliği arttıran adımlardı.
“Şeytan Ayetleri” ile özdeşleştirilen ve yerli Salman Rüşdi olarak görülen Aziz Nesin’in Sivas’a gelmesi ile birlikte toplumsal patlama linç isteğine dönüşmüş ve sivil protestolar saldırganlığa evrilmişti.
Toplumsal olayların başlangıçlarıyla sonları aynı düzlemde ilerlemez. Ufak yönlendirmeler, hesapta olmayan öfke dalgaları programsız, dağınık ve öfkeli kitleleri çok rahat manipüle eder.
Dolayısıyla Gezi Parkı olaylarında da gördüğümüz üzere gösterileri başlatanlar ile bitirenler, hedeflenen ilk protesto amacıyla sonuçlanan şiddet olayları birbirine taban tabana zıt da olabilir.
İşte bu tip durumlarda kamu güvenliğini sağlamakla sorumlu olan devlettir ve güvenlik güçlerinin toplumsal psikolojiyi gözetip en az hasarla bu tip olayları kontrol altına alması görevidir.
Ancak Türkiye’de genellikle güvenlik güçleri de güvenliği sağlamak yerine güvensizliğin bir parçası olmaktadır.
1993’te ise Sivas’ta devlet otelde bulunan kişilerin ve protestocuların güvenliklerini sağlamak ve her hangi bir manipülasyonu engellemek yerine aksine olayların şiddete evrilmesine yol vermiştir.
İslamcılar da toplumsal psikolojiyi ve provokasyon riskini okuyamamışlar kontrolsüz, organizesiz biçimde protesto eylemliliğini başlatmışlardır. Dediğim gibi sizin başlattığınız ama iyi planlanmamış, kontrolü çok zor toplumsal hareketleri siz isteseniz bile bitiremezsiniz hatta istemediğiniz sonuçlarla karşılaşırsınız.
Sivas provokasyonunun katliamla sonuçlanmasının baş sorumlusu güvenlikten sorumlusu devlettir. Yan sorumluluları da provokasyonu göremeyen Sosyalistler ve İslamcılar…
Sivasın ve tüm 1993 Türkiyesi’nin tam bir akıl tutulması/basiret bağlanması olduğunu ifade edebiliriz.
Öyle bir pespayelik ki 37 kişinin katledilmesiyle kalmamış, 5 Temmuz’da Erzincan'ın Kemaliye Başbağlar Köyü'nde PKK tarafından 33 sivil katledilmiş, Köy ateşe verilmiş; 25 Ekim’de Erzurum'un Çat ilçesine bağlı Yavi beldesinde PKK tarafından 38 kişi katledilmiştir.
Ölümlerin yanısıra Sivas Katliamının yeni hukuksuzluklara malzeme yapılması da başka bir manipülasyondur.
İşin ilginci bu haksızlıklara Sivas’ta ölenlerin yakınlarının ve sosyalistlerin de alet olmasıdır. Oysa Sivas Davasında yaşanan hukuksuzluklar öncelikle Madımak’ta ölen insanların gerçek katillerinin kaybolmasını sağlamaktadır.
Sivas Davası yargılamaları büyük oranda ideolojik ve siyasi yargılamalardı. O sebeple de zanlıların gerçekten yargılanması gereken gerçek sanıklar olup olmadıkları da tartışmalıdır.
Sivas Davasındaki “yargılama süreci” (daima) tartışma dışı bırakılmıştır. Oysa bir dava ve (özellikle) bu davada yargılanan sanıklar hakkında sağlıklı bir değerlendirmede bulunabilmenin temel koşulu, yargılamayı, bütün yönleriyle ele almaktır. Bu konuda görebildiğim en sağlıklı değerlendirme MAZLUMDER Hukuk Komisyonu’nun hazırladığı Temmuz 2013 tarihli “Adil Yargılanma Açısından Sivas Davası Raporu” başlıklı kapsamlı raporudur. (Bkz. https://www.mazlumder.org/tr/main/yayinlar/yurt-ici-raporlar/3/adil-yargilanma-acisindan-sivas-davasi-raporu/1098 )
Sivas Provokasyonu ve Katliamı’nın 2 Temmuz sonrası da devam eden bir süreç olduğunu ve bu sürecin ideolojik fırsatçılığın bir nesnesine dönüştürüldüğünü açık biçimde ifade etmeliyiz. Türkiye Sosyalistleri Sivas Olaylarının özeleştirisini yapmak yerine İslamcılık düşmanlığı için bir ajitasyon malzemesi olarak Sivas Katliamını endüstriye dönüştürmüştür. Dolayısıyla adil yargılama hukukun doğru ve adil biçimde işlemesi umurlarında olmamış böylelikle gerçek suçluların üzerinin örtülmesi ile de ilgilenmemişlerdir. Aksine yargılama sürecindeki garabetleri es geçip sanıkları linç etmekle meşgul olmak sosyal psikolojiyi de ıskalamak demektir.
İslamcılar da Perinçek’in ekseninde olduğu ve provokasyon operasyonunun çok açık olduğu bir zeminde sonuçlarını göremeyecek derecede gafil biçimde konuya yaklaşmışlardır. Onların da ciddi bir özeleştiriye ihtiyaçları var…
Velhasılı kelam 1993 hem Uluslararası konjonktür hem de ülke içindeki sosyo-psikoloji açısından hem de derin devletin ülke içerisindeki operasyonları açısından gayet uygun bir yıldı. Her kesimin suçlu her kesimin mağdur olduğu bir ortamda her kesimin birbirini mağdur ettiği ve bu mağduriyetler kısırdöngüsünden kendisine siyasi kazanç çıkarttığı bu vasatta Sivas katliamını ibret almak için anmalı ve anlamalıyız.