Dünya Bankası, bir buçuk yılı aşkın süredir devam eden Lübnan krizinin 1850'den bu yana dünyadaki en büyük üç krizden biri olduğunu söylüyor. Dünyadaki gazete ve dergilerin manşetleri neredeyse “Lübnan: Taş Devrine Hoş Geldiniz” şeklinde çıkacak. Bu arada Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın hükümetin kurulmasını kolaylaştırmaya zorlamak için ay sonundan önce Lübnanlı taraflara yaptırım uygulanması konusunda bir Avrupa siyasi konsensüsü bulunduğu yönündeki sözleri, şaşkınlık ve hayret uyandırıyor. Nedeni de Avrupalıların, Lübnanlıların ve dünyanın çok iyi bildiği bir hareket noktası; Lübnan’ı bugünkü duruma getiren felaketi yaratan siyasi yetkililerin kesinlikle kendilerini cezalandıracak çözümler üretmek ve kişi başına düşen ortalama gelirin günde 1 dolara (!) düştüğü ülkeyi kurtaracak planlar uygulayacak durumda olmadıkları.
Brüksel’deki toplantıda Le Drian; Lübnanlı yetkililerden uzun zamandır bir hükümet kurmalarını ve reform başlatmalarını talep ediyoruz, ancak talebimize karşılık vermiyorlar diye konuştu. Bu şaşırtıcı ve tuhaf değil Mösyö Le Drian, zira felaketi yaratan “siyasi grup” çözüm üretemez. Reformu gerçekleştirecek olan, birlik ve dayanışma içinde yolsuzluk, hırsızlık ve kamu parasının yağmalanmasına dalan, Lübnan’ın borçlarının 100 milyar doları aşmasına yol açan bu grup değil, çünkü pratik anlamda reform, onun cezalandırılması, üyelerinin hapsedilmesi, mahkemelere sürüklenmesi ve mahkûm edilmesi demek.
Lübnan’daki sorun tastamam The American Task Force on Lebanon’ın başkanı Edward Gabriel’ın geçen yıl tanımladığı gibidir. Edward Gabriel geçen yıl Lübnan’ı ziyaret edip, tüm yetkililerle bir araya gelerek onlarla ülkeyi mahveden ekonomik kriz, yolsuzluk ve yağma konusunu ele aldıktan sonra dönüşte yazdığı ve TheHill dergisinde yayınlanan makalesinde, Lübnanlı yetkililere yönelik kesin ve aşağılayıcı bir kınama teşkil eden şu tanımlamayı kullanmıştı; “Bir evi kirli bir paspasla temizleyemezsiniz.” Açıkça anlaşılacağı gibi, bunlar, iktidarda oldukları sürece Lübnan evini kesinlikle temizleyemeyecek, yolsuzluk ve israfı durduramayacak paspaslardır demek istiyor!
Bu tanım, Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın daha önce söylediği politikacıların yolsuzluğun koruyucuları olduğu sözüyle ne kadar örtüşüyor. Gerçekten de çoğu (genelleme yapmayalım) yolsuzluğun, hırsızlık ve yağma çetesinin kendisi. Bu yüzden belki de Başbakan Hassan Diyab, bir keresinde çamura saplanmış olmasına rağmen hükümetinin reform hedeflerinin yüzde 97'sini gerçekleştirdiğiyle övündüğünü unutarak, birkaç ay sonra yolsuzluğun devletten daha güçlü olduğunu söyledi. Oysa yolsuzluğun devlet, devletin de bizatihi yolsuzluk olduğu apaçık bir gerçek. Peki, nereden reformcu ve kurtarıcı getireceğiz? Hırsızı cezalandırmak onu yeniden şerefli, saygın ve erdemli yapar mı?
Le Drian şunu söylüyor; Brüksel'de, bu yaptırımların uygulanması için yasal bir çerçeve oluşturmak konusunda siyasi bir konsensüse vardık. Yasal çerçeve, 4 Ağustos'ta Beyrut Limanı patlamasının birinci yıldönümünden önce hazır olacak. Bu yaptırımlar, hükümeti kurmaları ve reform sürecini başlatmaları için Lübnan makamları üzerinde bir baskı aracıdır. Fakat Avrupalılar, Lübnan'ı yerle bir eden yozlaşmışların, elbette etrafından dolandıkları yaptırımın korkusuyla iyi meleklere dönüşeceğini nasıl düşünürler? Brüksel’deki AB Dışişleri Bakanları toplantısı “Lübnan'daki durum çöküşle tehdit ediyor” gündemiyle toplandı ve bir diplomat, Lübnan hükümetini kurma çabalarını engelleyen politikacılara yaptırım uygulanmasını önerdi. Ancak Lübnan'da sorun, Cumhurbaşkanı ile hükümeti kurma sürecinden sorumlu Başbakan'ın yetkileri açısından anayasanın tılsımlarını yorumlama girdabında sıkışmış durumda. Nitekim Başbakan Saad Hariri'nin görevlendirilmesinden bu yana geçen 9 ayı aşkın sürede yaşananlar, anlaşmanın imkânsız hale geldiği aşamaya ulaştı. Avn ve damadı Cibran Basil’in Hariri’yi görevden çekilmeye zorlamayı istedikleri aşikâr. Cumhurbaşkanı’nın Hariri’yi yalancı olarak tanımladığı sözlerinin sızdırılması, Hariri’nin de bu tuhaf ve aşağılayıcı söze uygun biçimde karşılık vermesi ne kabul edilebilir ne de mantıklı.
Geçen hafta 19’uncu kez Saray’a gidip, Mısır ziyaretinden sonra Avn ile görüşerek 24 bakandan oluşan yeni kabineyi sunmadan önce Hariri, yeni kabinenin "Fransız inisiyatifi" ve Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri'nin kabineyi 24 bakanlık şeklinde genişletme önerisiyle örtüştüğünü söyledi. Ancak Avn'ın bunu iki arka plan nedeniyle kabul etmeyeceği aşikardı. Birincisi, daha önce tartışılmamış yeni isimler içerdiği ve ne ilginçtir ki bazı bakanlıklarda mezhepçi kotada değişiklik yapıldığı söyleniyor. İkincisi, Hariri’nin yeni kabinenin kabul veya ret edildiğine dair kendisine bir karşılık verilmesi için belirli bir tarih belirlemesi, Perşembe günü öğlene kadar bekleyeceğini söylemesi. Bu, birçok kişiye, hükümeti kurma düğümünün çözümünü Avn’a bağlayarak onu zor duruma düşürmeye yönelik bir girişim gibi göründü. Öte yandan, Hariri’nin bu görevden çekilmesi durumunda hükümeti kurmakla görevlendirilecek dengeli ve ağır bir Sünni figür bulmak zor görünüyor. Nitekim Hariri Perşembe öğle saatlerinde Avn ile yaptığı görüşmelerden sonra hükümeti kurma görevinden çekildi. 29 ay süren bir cumhurbaşkanlığı boşluğu ile başlayan el-Ahd dönemi, hükümeti kurmayı kabul edecek bir Sünni figür bulmanın zorluğu göz önüne alındığında hükümet boşluğu ile sona erebilir!
Her halükârda, Avn’ın sözcülüğünü yaptığı Basil ile Hariri arasında güllerle (!) yapılan tüm bu söz dalaşından sonra, Avn ve Hariri arasında tuhaf kaçacak bir uzlaşı ile hükümetin kurulabileceğini tasavvur etmek bile pratikte kesinlikle Lübnanlılara yönelik bir hakarettir. Keza siyasi yetkilileri yeni hükümeti kurmaya zorlamak için yaptırım sopasını sallayan Avrupalılara da. Ahd dönemi sonuna yaklaşırken, bu hükümet çöp kutularında açlığını bastıracak bir şeyler arayan Lübnanlı açlara ekmek temin edemez.
Sorun, Lübnan’ı Avn’ın aylar önce gittiğimizi söylediği ve gerçekten de vardığımız cehennemden kurtaracak hükümetin kurulması için Avrupalıların yaptırımlarla sıkmaya çalıştıkları kirli siyasi paspası değiştirmeyi gerektiriyor.
Birkaç gün önce Japonya Büyükelçisi Takeshi Okubo, Beyrut’taki evinin elektriğinin kesilmesi üzerine şunları yazmak zorunda kaldı, “Sabahın erken saatlerinden beri evimde elektrik yok ve bana enerji arzını yeniden başlatmanın mümkün olmadığı söylendi. Tüm düşüncem hastane ve kliniklerde durumun nasıl olduğuna odaklanmış durumda.” Peki, Lübnanlı yetkililer ne düşünüyor? Ancak mesele elektrik ile sınırlı değil, elektrik kesintisi nedeniyle su dağıtım şirketleri de faaliyetlerini durduracak. Avn ise neredeyse bu sıralarda, bakanlığının turizm sezonu planlarını incelemek için Turizm Bakanı Remzi Muşerrefiye ile görüşüyordu. Elektriksiz, susuz, akaryakıtsız, asansörsüz, buzdolapsız ve klimasız ne mum ne kandillerin olmadığı, caddelerde trafik ışıklarının çalışmadığı, ekmek ve ilacın bulunmadığı bir Lübnan’da nasıl bir turizm olabilir?
Curi es-Seyyid adındaki 10 aylık bir bebeğin, ailesi gereken ilacı temin edemediği için yüksek ateşten öldüğünü okuyan bir turistin, turizm için Lübnan’a gelmesi mümkün mü? Öte yandan, İngiliz Ulusal Sağlık Servisi’nin yine 10 aylık ve omurgada SMA (Spinal musküler atrofi) hastalığından muzdarip İngiliz bebek Edward Wills’in tedavisini üstlendiğini, 1.79 milyon sterlin değeri ile dünyanın en pahalı ilacı olan Zolgensma’yı temin edeceğini derin bir hayranlık ve şaşkınlıkla okuyoruz.
TT
Lübnan: Yaptırımlar yozlaşmışları düzeltmeyecek
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة