Vahdettin İnce
Yazar
TT

Hüzünlü bir bayram sabahı

Bayram sabahı. İki seneyi geçkin bir süredir devam eden korona illetine, ekonomik buhrana, bir bin yıl sonra yeniden başlayan Orta Asya göçlerine, Suriye’den can havliyle memlekete sığınanlara, bunlar etrafında kopan tartışmalara, ırkçılığın bile namusundan yoksun barbarların mültecilere yönelik çirkef tutumlarına ve de sayamadığım daha nice olumsuzluğa rağmen insan karşı konulmaz bir sevinçle uyanıyor bayrama. Kıpır kıpır. Dini ve geleneksel bayram ritüellerini yerine getirmek için bir telaş alır hane halkını. Bu gün de aynı duygular içinde uyanmıştım. Ta ki artık hayatımızın bir parçası haline gelen sosyal medyaya göz atana kadar. Dün Arefe günü Bağdat’ta bayram alışverişi yapan Müslüman halka bombalı bir saldırıda bulunulmuş, muhtemelen kendilerine Müslüman diyen bir grup tarafından. En az otuz ölü, onlarca yaralı. İçi kararıyor insanın tabi. Tam bırakayım bu iç karartıcı mecrayı diyordum ki önüme düşen bir videodan gözlerimi alamadım. Afganistan’ın başkenti Kabil’de bayram namazı kılınıyor. Muhtemelen kendilerine Müslüman diyen grupların büyük bir ihtimalle “Allahu ekber” sesleri eşliğinde fırlattıkları roketler vızır vızır uçuyor “Allahu ekber” diyerek namaz kılan Müslümanların üzerinden. Sarsılanı, ürkerek yerinden fırlayanı, sarsılmadan ibadetini sürdüreni izliyorsun yüreğin parçalanarak. İslam aleminin şimdiki halinin küçük bir prototipi.
Tam bir Müslüman dünya manzarası. Siyasal, sosyal, ekonomik, tarihsel ve daha bilmem hangi perspektiften bakmaya, koca koca analizler kasmaya gerek yok. Halimizin özeti. Bir yandan dünyanın bütün yırtıcıları üzerimize abanmış, onların uyguladığı boğucu basınca karşı nefes almaya çabalarken öbür yandan içimizde başımızı ezmeye yemin etmiş bizden görünenler. Boğuluyoruz. Can çekişiyoruz. Üstelik bunun için de özellikle bayramlar seçiliyor. Ramazan bayramında Kudüs’te kopartılan fırtına, sergilenen vahşet hala taze duruyor hafızalarda.
Hendek savaşının koca bir aleme teşmil edilmiş bir örneği de diyebiliriz. Dünyanın bütün hizipleri (ahzab) sarmış medinemizi, boğmaya ant içmişler medeniyetimizi. Kılıçlarının haremimize ulaşmaması için kazdığımız bütün hendekler işbirlikçileri aracılığıyla birer birer aşılıyor. Sonuç aldıkça basıncı daha bir ağırlaştırıyorlar. Çünkü aldıkları sonuçları, saflardaki sarsılmaları, dağılmaları, bırakıp kaçmaları…agnostik, bilmem ne kuşağı, deist, ateist, tarihselci, şucu bucu kılığında firar edenleri görüyorlar. Hala safları bırakmayanlar olduğu için de emperyalistin biri yorulunca öbürü yerine geçiyor. Bir punduna getirip yere serdiği hasmının doğrulması durumunda başına gelecekleri bilen namert bir düşman gibi son nefesimizi vermeden bırakmayacakları anlaşılıyor. Namazlarda saflar oluştukça, Kur’anlar okundukça, bayramlar kutlandıkça, umutlar Kudüs ve arzular Kabe oldukça, erdemleri temsil etme azmi yaşadıkça, adalet talepleri dile getirildikçe, özgürlük maskesini takan Firovunların maskesini indiren Musavari gerçek özgürlük havarileri yaşadıkça saldırılar durmayacak. Tepemizde roketlerin, füzelerin vızır vızır uçması dinmeyecek. Mabedimizin karşısına nice “Mescid-i Dırar”lar dikilecek. Planlar, komplolar hazırlanacak.
Bizim de özgürlük bayramına hasretimiz uzadıkça uzayacak. Tek umudumuz hala safları bırakmayanların olması.
Melayê Cizîrî tam da bu halimizi anlatmış yüzyıllar öncesinden:
Îyd e û her kes ji didara te lê pîroz e îyd
Ez tenê mehrûmê dîdar im bi sed menzîl beîd
(Bayramdır ve herkes seni görmekle kutluyor bayramını
/ Yalnız ben seni görmekten mahrum yüz menzil uzaktayım).
Safları bırakmayanlara selam olsun. Bayramınız mübarek olsun.