Velid Haduri
Enerji konusunda uzman, Iraklı yazar
TT

Sıfır emisyona ulaşmak için sürdürülebilir enerji geliştirilebilir mi?

Ekim başlarında Glasgow'da yapılması planlanan BM İklim Değişikliği Konferansı'nın (COP-26) yaklaşmasıyla içinde bulunduğumuz dönemde uluslararası düzeyde sorulan birkaç soru var.
Bu hayati meseleyi birkaç ay sonra tartışmadan önce “2050 yılına kadar sıfır emisyon” politikasıyla ciddi bir ilerleme kaydetme olasılığı öğrenilmek isteniyor. Bunun için, karbondioksit emisyonlarını kontrol altına alacak ve depolayacak teknolojilerin mevcudiyetinin yanı sıra, elektrik santralleri ve çeşitli ulaşım araçlarından kaynaklanan emisyon hacmini azaltma olasılığı sorgulanıyor.
Tartışmalar, başarısının kesinleşmesi için dünyanın genelini içermesi gereken bu iddialı uluslararası projenin gerçekleşmesi için gerekli jeopolitik boyutları, ekonomik ve yatırım imkanlarını da gündeme getiriyor.
Bu tartışmanın Kuzey Amerika'nın batısındaki (ABD ve Kanada) büyük ve sık sık çıkan yangınlar, batı Almanya'da iki gün boyunca yağan şiddetli yağışlardan kaynaklanan seller, Hindistan’a ilaveten Arap Körfez bölgesinin kuzeyindeki (Kuveyt, güney ve orta Irak) rekor yüksek sıcaklıklar ve Çin’de yaşanan seller sırasında gerçekleştiğini söylemeye gerek yok.
Bu süreçte, binlerce insanın ölümüne, evlerin, yolların ve köprülerin yıkılmasına sebep olan doğadaki bu değişkenlere dair haberler, hızla yayılarak insanlığı acımasızca dize getiren etkileri yaklaşık 2 yıl uzayacak gibi görünen korona pandemisinin etkilerini uzatan Delta varyantının haberleriyle yarıştı.
Şimdiye kadar, sürdürülebilir enerjilere ilgi, rüzgar ve - veya güneş enerjisi projelerinin benimsenmesine odaklandı. Bu iki enerjinin elektrik üretim gücünü geliştirmek için kullanılan teknolojilerin geliştirildiği, inşaat ve tesis maliyetlerinin azaltıldığı bir gerçek.
Bu sayede 2019 yılında, küresel elektrik enerjisi üretimine eklenen yeni enerjinin yüzde 80'inden fazlasının sürdürülebilir enerjilerden elde edildiğini, bu sürdürülebilir enerjinin de yüzde 90’dan fazlasını rüzgar veya güneş enerjisinin oluşturduğunu gördük. Bu iki enerji alanında inşaat maliyetleri gerçekten de düştü, kullanılan teknoloji gelişti.
Ancak işin aslı şu ki, bu iki enerjinin kapsamı ve etkinliği küresel olarak hala sınırlı. Esas olarak bir bölgedeki uygun rüzgarların varlığına veya tabii ki gün boyunca güneşin varlığına bağlılar.
Uluslararası Enerji Ajansı'nın istatistikleri, rüzgar ve güneşten üretilen toplam enerjinin, toplam küresel elektrik enerjisinin yüzde 10'undan fazlasını sağlamadığını gösteriyor. Pek çok büyük sanayileşmiş ülkede sürdürülebilir enerji kullanımının yaklaşık oranının elektrik üretiminde yüzde 30, ulaşım yakıtlarında da yüzde 30 olduğunu belirtmekte fayda var.
Şimdi de batarya teknolojilerini geliştirme, fiziksel ve kimyasal depolama yöntemleriyle uzun süre enerji depolama yeteneklerini artırma çalışmalarına bahis oynanıyor. Ancak bu yöntemler henüz test aşamasında ve maliyetleri çok yüksek. Bu da ekonomik olarak geleneksel enerjilerle rekabet etmelerini zorlaştırıyor.
Dahası bilimsel deneyler başarıyla tamamlanmadan, ürünlerin ekonomik olduğu ve rekabet potansiyeli bulunduğu doğrulanmadan önce, bu yeni araçları kısa vadede geleceğin enerji kaynakları arasına dahil etmek şu anda zor. İlk kanıtlar, üretim maliyetlerinin yüksek, dolayısıyla ekonomik olarak geleneksel enerjilerle rekabet etmelerinin zor olduğuna işaret ediyor. Bu da mevcut yatırımlara gölge düşürüyor.