İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Güney Suriye: Jeo-stratejik saha ve hayati köprü

Çeşitli tarafların rollerine ve “uzmanlık” alanlarına göre onu boğmak için güçlerini birleştirdiği Suriye devriminin kıvılcımının Suriye'nin güneyindeki en büyük şehir olan Dera'da ateşlenmesi garip ya da tesadüf değildi.
Talepleri gayet masum olan Suriye halkı bir süreliğine bölgesel ve uluslararası anlaşmazlıkların ve çatışmaların kurbanı olmuş gibi göründü. Ancak daha sonra anlaşıldı ki, “uzlaşamayan tarafların” büyük çoğunluğu arasındaki çıkar örtüşmesi tarafsız gözlemcilerin hayal edebileceklerinden çok daha büyükmüş!
Devrimi “şeytanlaştırma” görevi, devrime yönelik sistematik saldırı ve engelleme sürecini haklı çıkarmak için bir gereklilikten çok daha fazlasıydı.
Sahanın, tarafların vekilleri olan gruplara ya da iyi niyetli ama siyaseti bilmeyen ve uluslararası ilişkilerden anlamayan liderlere kalması için açık görüşlü şahsiyetler susturulmalı ve tablonun dışında kalmalıydı.
Gerçekten de, rejimin, takipçilerinin ve destekçilerinin kendisine karşı “küresel bir komplo” (kendi lehine küresel bir komplo olduğu netleşmeden önce) olarak tanımladıkları şeyin üzerinden aylar geçtikten sonra, seçeneklerin etkisine yatırım yapılmaya başlandı.
Bu, şehirleri kuşatma, toplu katliamlar ve mezhepçi yerinden etme politikaları nedeniyle rejimin cezalandırılmasını önlemeyi amaçlayan Rus ve Çin vetolarının etkisi altında yapıldı.
Hatırladığımız gibi, yavaş yavaş, bölgesel destek ile daha güçlü silahlı gruplara belirli dini ve mezhepçi karakter kazandırıldı.
Özgür Suriye Ordusu’nun çekirdeğini marjinalleştirme pahasına çatışmaların militarizasyonuyla birlikte, bağımsız ve ilerici vatansever unsurlar devrim kurum ve kuruluşlarından dışlanmaya başlandılar.
Devrimin başarısızlığının rejimden askeri ve siyasi ayrılmaların sona ermesine yol açmasından sonra, İran ve Rus askeri müdahaleleri yoluyla sahada niteliksel bir dönüşüm yaşandı. Bu noktada, İranlı ve Rus yetkililerin doğrudan müdahale bulunmasalardı Şam rejiminin düşeceğini açıkça söylediklerini hatırlatalım.
Öte yandan, eski ABD Başkanı Barack Obama'nın kırmızı çizgisinden -2013'te kimyasal silahlar konusunda Şam rejimine yönelik tehdidi- geri çekilmesi, Suriyelilere Washington'un kendilerini desteklemeyeceğini anlamasını sağladıysa, Türkiye'nin 2015 yılında Suriye-Türkiye sınırı üzerinde bir Rus Suhoy uçağını düşürmesi, devrim aleyhine tehlikeli bir gelişmenin kapısı oldu.
Uçuk düşürme hadisesinden sonra, Rus-Türk tarihi düşmanlık şeridi sahneye geri döndü. Rusya ile Türkiye arasındaki stratejik dengesizlik nedeniyle Türkler boyun eğmek zorunda kaldılar.
Bu boyun eğiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın birkaç yıl sonra Ankara'nın “Suriye'de olup bitenler konusunda eli kolu bağlı kalmayacağı” iması ile somutlaştı.
Çok geçmeden Türk ve Rus tarafları arasında ilişkiler, “Astana Süreci” ile somutlaşan bir uzlaşıya doğru ilerledi. Astana sürecinde bu iki ülkenin üçüncü partneri, İran idi. Evet, Şam rejiminin sahadaki destekçisi, bölgedeki siyasi ve demografik değişim planının bölgesel sponsoru İran...
Bütün bunlar olurken, Suriye kan kaybediyor ve dağılıyor, halkı acı çekiyor ve göç ediyor, ona karşı komplo kuranlar, rejimin uluslararası topluma yeniden entegrasyonunun ayrıntılarını BM arabulucularıyla koordine ediyorlardı.
Aniden, bölgesel ve büyük başkentlerin istihbarat bilgileri dahilinde yapımcılarının ve kendisinden yararlananların tüm Suriye “senaryosunu” değiştirmeyi başardığı DEAŞ adında bir “hortlak” baş gösterdi.
DEAŞ, Batı ile İran arasındaki “düşmanlığı” görmezden gelenler dahil olmak üzere siyasi yaklaşımların odak noktası haline geldi.
Bazı Batılı başkentler Tahran'ı bu radikal örgüt karşısında gerçek bir “müttefik” olarak görmeye teşvik etti.
Sonraki dönem, çok referanslı, parçalanmış bir Suriye’nin topraklarında Esed rejimiyle bir arada yaşama hususunda örtük bir bölgesel ve uluslararası mutabakata dayalı bir tür istikrara tanık oldu.
Arap ve Kürt taraflarıyla kuzeydoğu Suriye, ABD’nin askeri nüfuzu altında.
Uzak kuzeybatıda, Türkiye varlık gösteriyor.
Akdeniz sahili bölgesi, özellikle de Lazkiye ve Tartus şehirlerinde Rus referansı geçerli.
Ortada ve doğuda rejim, İran'ın milisleri ve onların demografik planlarıyla bir arada yaşıyor.
Böylece geriye batıda Cebel eş-Şeyh ve İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'nden, kuzeyde başkent Şam ve kırsalına, doğuda Ürdün ve Irak sınırlarına yakın Tanf noktasına kadar uzanan Badiye eş-Şam’ı (El-Hammad) kapsayan güney bölgesi kalıyor.
Şu anda dikkat çekici olan, Arap ülkelerinin Şam rejimine karşı “düşmanlığı”nın soğuması ve bir dizi Arap başkentinin rejimi uluslararası topluma geri döndürme sürecine katılmaya hevesli olmasının ortasında, ortaya çıkan çatlaklar ve yarıklar.
Rusya’nın işlerin aldığı seyir hususundaki endişesinden bahsetmiyoruz bile. Rus endişesi, Dera’da askeri gerginliğin artması ve Suveyda’da güvenlik ve geçim kaynaklarının çökmesi karşısında öne çıkıyor.
Bu iki şehir Ürdün ile sınırı olan Suriye’nin güney bölgesinin kalbini oluşturuyorlar.
Son günlerde muhalefete bağlı "Moskova Platformu"nun Başkanı Kadri Cemil, Rus Ria Novosti ajansının ev sahipliğinde düzenlenen bir seminere katılımı sırasında, kötü yaşam koşullarının nedeni olarak Batı yaptırımlarını sorumlu göstermeyi reddetti. Cemil, “Krizlerin nedeni, değiştirilmesi gereken Esed rejiminin yapısındaki yaygın yolsuzluktan kaynaklanıyor” dedi.
Moskova’ya çok yakın bir isim olan Kadri Cemil, “Suriye'de rejimin kontrolü altındaki bölgelerde ekonomik ve sosyal durum, Suriye'nin geri kalan bölgelerine göre daha kötü” diye ekledi.
Buna paralel olarak, Rus yetkililere çok yakın bir Arap siyasi analist de bir Moskova gazetesinde Şam'daki bazı kişilerin Çin’e bahis oynadığından bahsederek şunları yazdı; “Suriye halkını (yeterince) destekleyip kendisine yardım edemediği için Rusya’nın Çin ile değiştirilmek istenmesinin (bu yönde haberler geliyor) arkasında siyasi veya kişisel gayeler bulunuyor. Bunlar,  naif, saf, hatta belki de kötü niyetli eğilimler gibi görünüyor. Öyle ki Suriye sokaklarında Rus ve Suriye halkları arasındaki dostluk ve iş birliğini ifade eden bazı pankartlar kaldırılarak, yerlerine Çin ile ilgili pankartlar asıldı. Doğrusu tüm bunlar acınası bir siyasi eğilim gibi görünüyor. Sahadaki trajik durumu bir miktar bile değiştirmeyecek açıkça popülist bir aldatmaca olduklarını söylemeye ise gerek yok”.
Analist sözlerini şöyle sürdürüyor; “Maalesef Suriye topraklarındaki durum, pek de sıradan vatandaşların sıcak karşılaması ortasında Devlet Başkanını aralarında dolaşırken, sıradan bir restorana girip döner yerken gösteren videoda göründüğü gibi değil.
Çeşitli iç ve dış etkenler nedeniyle bundan daha da zor". Son olarak analist, “Aynı durum, çok tehlikeli bir durumdan muzdarip ve her an patlama olasılığı bulunan güney Suriye için de geçerli” diyor.
Bu güney, başkent Şam'ın Arap derinliği, onun hayat köprüsü, İsrail ile ateşkes hattı, Ürdün sınırı ve Tahran'dan Beyrut'a uzanan “İran koridoru” arasındaki jeo-stratejik sahadır.
İran'ın sahada kontrol etmeye ve demografik yapısını değiştirmeye çalıştığı alandır.
Tahran'ın "Arap" Suriye'ye yayılmış uluslararası referans alanlarındaki payını tamamlayacak bir "İran güney" bölgesi konusunda bilhassa Moskova'nın kendisini tamamen rahat hissetmeyeceği açık ve net.