Ömer Özkaya
Yazar
TT

Tanrıyla oynamak

"Ateş nerede ortaya çıkarsa çıksın aynıdır: Hızla yayılır, bulaşıcı ve açgözlüdür; her yerde aniden patlak verebilir; çoğuldur; yıkıcıdır; düşmanı vardır; ölür; canlıymış gibi etkide bulunur ve öyle muamele görür." Elias Canetti muazzam yapıtı “Kitle ve İktidar”da ateş ile kitle ilişkisi üzerine böyle yazmaktadır.
Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyıları yanarken veya yakılırken, ülkede yaşayanların hemen hemen hepsi, içinde tarifi zor bir acı yaşamaktadır. Avustralya, ABD’de California, Rusya’da Sibirya ve Amazonlar da yanarken aynı acı yine yüreklere ateş olmuştur.
Doğal olarak Elias Canetti gibi kitle ve iktidar ilişkileri üzerine yazmak gibi bir işe kalkışmak bu aşamada gereksizdir. Fakat yaşam alanınız bir dönem orman içi olmuşsa veya yanan yerleri daha önce görmüşseniz veya bir şekilde bir mecrada izleme olanağı bulmuşsanız her ağaçla ve makilikle birlikte siz de yanarsınız. Dünyanın neresinde ve hangi ülkede olursa olsun orman yangınlarının insanın doğasında da muazzam bir doğal tahribat yarattığını bilmek ve unutmamak bir insanlık borcudur.
İnsanın ötekileştirilerek yok edildiğine ilişkin sayısız kitaplar, destanlar, efsaneler ve resmi raporlar vardır. Fakat orman ötekileştirilemez. Ormanın etnik ve dinsel aidiyeti yoktur. Orman yıkıcı, imha edici değildir.
Ormanların uğultusunu yani şarkısını, türküsünü dinlemişseniz ve bir de ağaçların altında taşı yastık yaparak uyumuşsanız o an hissettiğiniz şefkat ve sevgi eşsizdir; sanki Tanrı’nın size ninni söylediğini, başınızı okşadığını sanırsınız, sonsuz huzuru nefes nefes içinize çekersiniz.
Yananlar aslında ormanlar değildir; Tanrı’nın sevgisi ve insanlığın hisseden yüreğidir. Ateş de bu bağlamda göklere, Tanrı’ya yükselen ve uzanan feryatlar kümesidir. Ormanları yakanların eninde sonunda ormanlardan feci yandığına tanık olursunuz, dikkat ederseniz.
İslâm’da yaş kesen, baş kesenle, yani kasıtlı katille eş tutulmuştur. Büyük lanettir. Orman yakanın durumunu tasavvur dahi edemezsiniz.
Orman vericidir, huzurunuzu, ısınmanız için odununuzu ve mutfağınız için yakıtınızı verir. Evinizin kapısı ve penceresi olur, kitaplığınız olur, yol arkadaşınız dayanağınız olur.
Musa'nın asasıdır orman, bu asa ve Musa ittifakının büyüklüğünü, derinliğini ve anlamını insanlık hiç düşünmemiştir; Musa'nın asası olmak, ormana, yani Tanrıya dayanmanın, orayı yurt edinmenin ve onunla yol almanın öyküsüdür Musa’nın elindeki asa. Yunus’un dosdoğru kesilmiş odunları, yani Elif’leri, yani ilimlerin kendisidir ormanlar. Ormanı zorunluluktan kesenlerin onun sesi ve tercümanı olduğunu çok azımız biliriz. O sesler ve o deyişler, bizi yine insanlığa taşır.
Hayatımız ormandır ve bunun farkında değilizdir ne zamandır. Orman dairesi kültürü ve korkusu ile ormancı üzerine yazılmış yazılmamış dev bir mazi durur ardımızda. “Ferman padişahın, dağlar (yani ormanlar) bizimdir” diyen Köroğlu gibi garip gurabanın ve kimsesizlerin sığınağıdır ormanlar. Sonsuz bir yeşil atlas ve ağaçlar topluluğunun çok ötesinde bir yurttur ormanlar.
Avustralya’dan Akdeniz ve Ege kıyılarına ve oralardan California’ya kadar yananlar, Musa'nın asalarıdır. Tevrat’ta İbrahim’in Tanrı tarafından kundağa çevrilen mucize yuvası ve Mısır’dan çıkıştır ve hayat ağacıdır, Kuran’da bilginin kaynağı ve ölçü, İncil’de ise İsa’nın çarmıhıdır. Çölde ise vahadır. Yani yanan ve yakılan aslında Tanrı’ya uzanan ve bizleri ona ulaştıran yollardır.
Kadim zamanlarda aristokrat ve zengin şöminelerinde de fakir ve köylü ocaklarında da yanan kütüklerin çıtırtılarının ve uçuşan kıvılcımların dilini anlamak, evreni anlamakla eş tutulurdu.
Odun ateşinde pişen kahve ve daha bir çok besin bu yüzden ilahi bir aroma barındırır içinde. Ne ki ucuzlatılıp ticarî bir metaa olarak kullanılan bilinçsizce ortaya sürülen odun, yani orman, aslında evrenin sesi ve felsefesidir.
Musa'nın asasını, Yunus’un Elif'ini, tüm canlı türlerinin sığınağını yakmanın, yakıldıysa şayet, hiç bir izahı olamaz. Ormanın tüm askerî, siyasî ve sair stratejilerin öldüğü yer olduğunu tarih sayısız örnekle ortaya koymaktadır. Ormanları istismar etmek en ağır insanlık suçlarındandır ki Tanrı’yı istismar etmekle eşanlamlıdır. Ormanların gümbürtüsü hayatın ve umudun devam ettiğinin ve Tanrı’nın rahmet elinin insanın üzerinde olduğunun kanıtıdır.
Ormanların zenginlik değil geçimlik olduğunu unutmayınız. Musa’nın asasının ticarî değeri biçilebilir mı? Yunus’un odunlarının yani Elif'lerinin ederi-tutarı olabilir mi? İnsanlığın ortak varlığı ve kültürüdür bunlar. Hz. İbrahim'i yakmayan ve Hz. İsa’yı Tanrı’ya ulaştıran merdiven olan ağaçların sadece ağaç olarak görülmesi, vizyonsuzluk, bilgisizlik ve düşüncesizlik değil midir?
"Yeşili sev, ormanı koru" sloganının işlevini yitirdiği gerçeği karşısında yeniden daha yaptırımcı yöntemler bulmamız gerekmektedir.
Ormanları ızgara kültürüne feda etmemek de önceliğimiz olmalıdır. Belgrad Ormanları’ndan yükselen ızgara dumanlarının yoğunluğunu izah edecek hiç bir kimse ve hiç bir akıl yoktur. Yolunuz düşerse, Belgrad Ormanları’ndan yükselen ızgara dumanlarının keyifle, eğlenmekle, doğanın içinde bulunmakla, doğayla hemhal olmakla bir ilgisinin olamayacağını kabul etmek zorunda olduğumuzu teslim edersiniz. Ormanda ızgara yakamadığı için üzülen "Kitle"den beklenebilecek çok az şeyimiz var.
Olağanüstü bir tanımla "kitle" kavramını üreten ve insanlığa armağan eden Elias Canetti’ye minnet borçluyuz. "Kitle" değil de gerçek anlamıyla insan topluluğu olduğumuz zaman ormanların değerini anlama yoluna girdiğimizi söyleyebiliriz.
Sanal dünyada yaşayan kitlelerin gerçek dünyaya dönüp ormanların Tanrısal anlamını düşünmelerini beklemenin aşırı bir iyimserlik olduğunun bilincinde olmamız da zorunludur.
Ormanları yakarak elde edilecek tüm getiriler, ilerleyen süreçte gelecek nesillerimizin tahribatına neden olacaktır.
Çınar altı kültürünün devamı nesillerin nasıl ormanı yiyip bitiren bir canavara dönüştüğünü yazacak Elias Canetti’lere gereksinimiz var.
Bir ağacın gölgesinin, deve bayıltan sıcaklarında ve iklim değişikliği nedeniyle oluşan cehennemde değeri biçilebilir mi? Babanın ağaç gölgesi olarak resmedildiği bir kültürde orman yangınlarının yuvanın en önemli değerlerinden baba olgusunu yani aileyi de hedef aldığını düşünmek gereklidir.
Orman yangınlarının basit bir çevre ve basit bir provakasyon ve sabotaj olarak görülmesi bir başka stratejik hata olur. Ormanlara yönelik her yakma ve yok etme eylemi direkt insanlığı ve Tanrı’yı hedef alan bir terör eylemi olarak muamele görmelidir.
Çınar altı kültürü almış kuşaklar olarak ormanların evrensel değerini bilmek, onlara sahip çıkmak Tanrısal bir görevdir.
Küresel bir tehdit halini alan orman yangınlarının görsel ve iletişimsel sunumunun "kitle"lerin psikolojik ve zihinsel süreçlerini tahrip ederek insanın bütünlüğüne yönelik bir eyleme dönüştüğünü saptamamız gerekmektedir.
Tüm insanlığın varlığını hedef alan orman yangınlarının küresel bir felaket olarak kabul edilmesi ve ormanların siyasal kullanımının kriterlerinin oluşturulması da bir başka mecburiyettir.
Musa'nın asasının yakılması, İbrahim’in ateşe atılması, yani ormanların bir cezalandırma mekanizmasına dönüştürülmesi, Çınar altı kültürünün hedef alınması, orman yangınlarıyla tüm canlıların yaşamının tahrip edilmesi insanlık suçudur.
Elias Canetti’nin yaşadığı türden bir "kitle"leşme, en büyük insanlık felaketidir. "Kitle"leşmenin bir insanlık, akıl, varlık, bilinç yitimi olduğuna ilişkin kütüphaneler dolusu kitap vardır.
Ormanların yok edilmesi "kitle" haline gelmek ve getirilmek ile ilgiliyse sebep olacağı trajedilerin tarihi yenidir. "Kitle"leşerek hiç bir kazanımın elde edilemeyeceği tarihi bir gerçektir.
Orman yangınlarının ülkelere verdiği zararın daha büyüğünü diğer canlılar da görmektedir. Elias Canetti, “Kitle ve İktidar” kitabında ateşin olağanüstü bir tanımını verirken görkemli bir uyarıda da bulunur, "Ateş nerede ortaya çıkarsa çıksın aynıdır: Hızla yayılır, bulaşıcı ve açgözlüdür; her yerde aniden patlak verebilir; çoğuldur; yıkıcıdır; düşmanı vardır; ölür; canlıymış gibi etkide bulunur ve öyle muamele görür." (Sayfa 76)
Üstad Canetti’nin de ifade ettiği gibi "Ateşle oynamayın". Çünkü ateş eninde sonunda oynayanı da yakar. Ateş, kullanana da bulaşır, ateş ateşi kullananın evinde de çıkabilir, ateşler çok çeşitlidir, çoğu zaman neyin ateş olduğunu bilemezsiniz, ateş canlıdır ve canlıların hepsi gibi öngörülemezdir. Ateş ölür fakat reenkarne olup kötü kullanımının intikamını alır. Çünkü ateş canlıdır. Öldüğü gibi dirilir.
Üstad Canetti’nin bizzat yaşayarak yazdığı “Kitle ve İktidar” kitabında yazdıkları bu dünyada geçmiştir ve hepimizi kapsamaktadır. Tehlike, hepimizin "kitle"ye dönüşerek ateşle oynamamızdır.
Hiç olmadık alanlarda başlayan ve tehlikesiz görülen "kitle"leşme yani ateş, bir anda insanlığın tüm üretimini yani kültürünü, birikimini ve Tanrısal ikramları yok eden bir felakete dönüşür.
Ateşin Tanrısal olduğunu, ateş ve odunun yani ormanın Tanrısal buyruk altında olduğunu Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı kıssada görmek mümkündür. Tanrının tüm varlıklar üzerinde olduğu gibi orman ve ateş üzerindeki doğrudan tasarrufunu anlatan kıssa, Cennet ve Cehennem’e de atıfta bulunarak Tanrı’nın dönüştürücülüğünü de orta koyar.
Tanrı’nın ve Ateş’in dönüştürücülüğü mitolojik olarak da çok analiz edilmiştir. Yunan mitolojisinde Prometheus ateşi Tanrılardan çalarak insanlara "armağan" etmiştir. Bu yüzden de Tanrılar tarafından cezalandırılır. Tanrısal vahyin aydınlatıcı ve dönüştürücü boyutunu ifade eden bu mitolojik anlatı, emanetin yani ateşin, yani bilginin, bilimin ve aklın henüz ehil olmayan insanlığa verildiğini de vurgular. Prometheus, Olimpos’da büyük olasılıkla hala hatasının çilesini çekmektedir.
Ateşe yani en büyük dönüştürücüye Tanrı’ya ve onun nezdinde sonsuz bilimine tapınmanın aslından koparılarak putperestliğe indirgenmesi de bu bağlamda hem tarihsel hem de güncel birçok bilgiyi, sembolü ve gerçeği taşımaktadır. Tanrısal bilginin ve bilimin değersizleştirilerek ticarî bir alışverişe indirgenmesi insanın ekonomik ve etik cehennemine de bir başka işarettir. Olağan yaşamın gereği ticaret ve ekonominin geldiği safha, ateşin sonsuz kullanım alanını da belirlemektedir.
Tanrısallığı içeriğinde taşıyan ateşin istenilen dönüşümü sağlamama gibi de bir boyutu vardır. Orman yangınlarının da bu boyutu unutulmamalıdır. Doğanın bir gün intikamını aldığı gibi, doğanın en önemli öğelerinden olan ormanın da aynı şekilde, kaybettiğini başkasına yar etmeyeceğini de göreceğiz.
Elias Canetti’nin de ifade ettiği gibi ateşin tanımı, doz, ölçü, tartı ve adalet içermektedir. Adaletin, dozun, ölçünün ve tartının göz ardı edilmesi ateşin yükselmesine ve yangınlara sebep olmaktadır. Versay’da bozulan ölçü, tartı ve adalet, Hitler'i bir yangın makinasına çevirmiştir.
Ateşin göz ardı edilen ve yok sayılan adaleti, yerel, bölgesel ve küresel yıkımla son bulur. Adaletsizliğin yani ölçü ve tartısızlığın yükselttiği ateşin nasıl söndürüleceği de bir başka bilimdir.
Ateşle elde edilen kazanım, kazanım değildir. Çünkü Tanrı kendisinin paraya ve güce dönüştürülmesini affetmez.