Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Suriyeli Kürtlerin hikayesinden bir parça!

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) uluslararası toplumdan siyasi tanınırlığını elde etmede aceleci olmasına karşın yöneltilen yeni ithamlar, genel olarak Suriyelilerin, özel olarak da Kürtlerin çektikleri acıların korkunç bir hal aldığı ve yaşam koşullarının benzeri görülmemiş bir şekilde kötüleştiği yönünde. Özyönetim çağrıları yapan ancak tarih boyunca bu taleplerine karşı herhangi bir fayda göremeyen insanların bu durumdan dolayı hüzünlenmeleri normal olabilir.
İyi ki ailem Suriye vatandaşlığından men edilmedi. Bu sayede 'maktumin' (kaçak göçmen) akranlarımın çoğunun sahip olmadığı eğitim ve çalışma fırsatım oldu. Ancak bir gün bile başkalarıyla eşit bir vatandaş olduğumu hissetmedim. Ulusal aidiyetimi gösterecek ya da Kürt kimliğimi açığa çıkaracak bir davranışta bulunurum diye her zaman oldukça dikkatli ve hazırlıklıydım. Bununla birlikte ulusal temsiliyetimi talep eden ve meşru haklarımı isteyen çok sayıda parti vardı. Ancak onlar acımasız otoriter bir rejim karşısında zulümlere karşılık vermek için ciddi adımlar atmaya cesaret edemeyen zayıf partilerdi. PKK’nın yörüngesindeki hareketlenme işleri değiştirmedi. Nitekim PKK, Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasının ardından kendisinE daha fazla hakim olan rejimin elindeki bir maşaya benzemeye başladı. Ulusal mahremiyetim ve siyasi varlığımla ilgili değişiklik olmasının arkasındaki sebep, 2003'te ABD'nin Irak'ı işgal etmesiyle Saddam Hüseyin'in devrilmesi ve orada Kürtler için özel bir bölgenin yaratılması mı yoksa 2004'teki Kamışlı olaylarının etkileri mi? Ya da her ikisi birden mi? Bu iki olaydan sonra, gerçekten ilgi ve takdir konusu haline geldiğimi, belki de aslında önyargılı ve şüpheci olduğumu ve Suriyeli Araplar arasında Kürtler olarak bizlere karşı yeni olumlu bakışın yayılmaya başladığını hissettim. Bu olumlu bakış 2005'te Demokratik Ulusal Değişim için Şam Deklarasyonu olarak bilinen bildirge çerçevesinde, siyasi seçkinler arasında açık bir iş birliği yapılması ile taçlandı.
Suriye Kürtlerinin milliyetçi ruhunun, ulusçu yetkililerin on yıllardır kendilerine karşı uyguladıkları ayrımcılık ve ötekileştirme politikalarına tepki olarak yeniden canlandığının farkındaydım. Ayrıca “tarihi Kürdistan”ı oluşturan Kürt bölgelerine kıyasla sınırlı yayılma yerleri ve sayıları az olan Suriye Kürtlerine verilen geç statünün de farkındaydım. Ancak beni endişelendiren şey şuydu ki bölgesel ve uluslararası güçler hegemonya ve nüfuz kavgası için Kürt meselesi adına yalvarmakta başarılıydı. Rejim ve müttefikleri, Suriye Kürtlerini, faydalı olduğu yerlerde kullanılan, gerek olmadığında ise buruşturulup atılan bir kart olarak kullandı. Ardından, Suriye Kürt hareketinin halk ve siyasi olarak Irak, Türkiye veya İran'daki büyük Kürt hareketleriyle bağlantısı, Kürt meselesini Suriye'deki durumun hususiyetine ve gereksinimlerine değil de o ülkelerdeki siyasi seçkinlerin hesaplarına bağlı kıldı.
Suriye devriminden sonra her şey değişmeye başladı. Hem zulüm gören hem onuru ayaklar altına alınan bendim. Ancak başlangıçta, özgürlüklerini ve onurlarını talep edenleri desteklemek için açık bir tavır sergilemek konusunda tereddüt ettim. Günlük protestoların yayılması ve Kürt siyasi güçlerinin bu talepleri destekleyip Kürtlerin çalınan haklarını hatırlatmak için bunlardan güç almalarının ardından içimdeki ihtiyat ve tereddüt duygusu yavaş yavaş kayboldu. En önemlisi de iktidardaki yönetimin siyasi iyileşmeyi küçümsemesi ve aşırı şiddete başvurmasının ardından ilk kez ortak kader duygusunu ve ne kadar çok taraf çabalasa da Suriye Kürt trajedisinin bir bütün olarak Suriyelilerin trajedisinden ayrılmasının mümkün olmadığını hissettim.
Dikkat çekici olan şey, Suriye devriminin başlamasıyla birlikte Kürt siyasi güçlerinin muhalefete olan bağlılığıydı. Kürt siyasi güçlerinin bu bağlılığı başta Demokratik Birlik Partisi (PYD) olmak üzere çeşitli Kürt oluşumlarını içeren Ulusal Koordinasyon Komitesi ile Kürt siyasi bileşenlerinin geri kalanının içinde bulunduğu Suriye Kürt Ulusal Konseyi arasında bölündü. Ancak her iki muhalefet organı da Kürt taraflarına özel siyasi bir değer ve tarih boyunca içlerinde biriken zulüm ve ötekileştirme duygularını silecek gerçek bir temsilcilik vermek için yeteri kadar cesarete sahip değildi.
PYD’nin birlikte yaşadıkları kişilerin çıkarlarını ve duygularını önemsememesi, kontrolü altına bulunan bölgelerde yaşayan bazı Arap sakinlerini zorla yerinden etmeye yönelik baskıcı uygulamalarını tekrarlaması ve Kürt liderler ve aktivistlerden kendisiyle farklı görüşte olanlara, özellikle de Kürt Ulusal Konseyi'ne mensup olanlara baskı yapmasıyla birlikte izlediği radikal yöntemin uyandırdığı şüpheyi anlayabiliyordum. Suriye muhalefetinin hem siyasi hem de askeri bazı taraflarının Kürtlerin ulusal haklarını korumak ve onların güvenlerini kazanmak için desteklerini gösterme konusunda tereddüt etmelerini de anlayabiliyordum. Ancak anlayamadığım ve acı olan şey, bazılarının PYD’nin aşırılığına tepki olarak Kürtlerin vatanseverliğinden kuşku duyması ve ne yazık ki diğerlerinin de Afrin'dekilerin yerinden edilmesinde başı çekmesiydi.
Muhalefetin, Suriyeli Kürtlerin haklarının kısıtlanmasında ve Kürt Ulusal Konseyi’nden koalisyon oluşumuna kadar kendi çevreleri içinde siyasi ağırlıklarını ve etkinliklerini hissettirmemekte ısrar ederek Suriyeli Kürtlerin özel rolünden yararlanma fırsatını kaçırması hakkındaki sorularım bitmedi. Örneğin meselenin, Kürt oluşumunun dengeli bir temsilciliği olmadan silahlı muhalif grupların geniş katılımıyla birlikte koalisyon, Koordinasyon Komitesi ve Kahire ve Moskova platformlarından önde gelenlerin yer aldığı yeni bir müzakere heyeti kurulmasına varması bana üzücü ve adaletsiz bir şey gibi geldi!
ABD’nin Kürt halkını destekleyen tutumunun, özellikle de Suriyeli Kürt taraflarına saflarını birleştirmeleri yönünde baskı yaptığını vurgulamasının beni rahatlattığı bir sır değil. Ancak ABD’lilerin Irak'ın Kürdistan bölgesinin bağımsızlığını savunanları yüzüstü bıraktığında olduğu gibi, bu tutumun değişme ihtimaline ilişkin bir işaret geldiğinde Suriye Kürtlerinin çok sayıda düşmanının karşısına kolay bir lokma olarak bırakılmasından korkarak elimi kalbime götürüyorum.
Hiç şüphesiz Ayn el-Arab (Kobani) savaşı sayesinde kentin DEAŞ’tan temizlenmesinden ve akabinde yaşananlardan sonra Kürtlerin, Suriye demokratik değişim projesini krizlerden ve zorlu işlerden kurtarmada seçkin bir rol oynayacağı hayaline ve belki de vehmine kapıldım. Zayıf ve dağılmış bir muhalefet olduğu gerçeği ve İslami radikalizmin Suriye devrimini çarpıtması çerçevesinde, Kürtlerin tarafsız olarak özgürlük yürüyüşünde ve devletin vatandaşlık ve eşitliği desteklemesinde önderlik etmeye ehil olduğunu düşündüm. Ancak sonuç, milyonlarca Suriyeli gibi beni de göç etmeye ve başka ülkelerde vatandaşlık hayali peşinde koşmaya zorlayan umutsuzluk ve hayal kırıklığı oldu. Baskı yoluyla ancak bu sefer Kürt milliyetçiliği bayrağı altında her şeyi tekeline almaya çalışan zorba bir yönetim yüzünden yeni bir acı yaşamak istemiyorum. Şovenist anlayışları ve dar ve bencil hesaplarıyla gözleri kör olmuş, safları Kürtler ve Arapların arasındaki şüphe ve güvensizliği artıran nefret dolu uygulamalarla dolu olan Arap-Kürt siyasi ve kültürel seçkin tabakanın yalancı şahidi olmak istemiyorum.