Hazım Sağıye
TT

İsraillilerin sığınaklara inmesi, Lübnanlıların ölümü için bir teselli değildir

Anlama zarar vermeyen bir kısaltma ile en belirgin trajedilerimizden birini “gerçeğin ve sloganın çelişkisi” ya da “sloganın gerçeğe aykırı olması” şeklinde tanımlayabiliriz: Gerçek küçük, slogan ise büyüktür. Gerçek küçülüp bölündükçe slogan büyür ve kendisini uzlaşmacı ve birleştirici olarak görür.
Bu denklem hemen hemen doğru.
Örneğin Lübnan’ı ele alalım: Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki ilişki bozulduğu zaman aynı ortamda Arap birliği oluşturma ya da ortaklık inşa etme türünden sloganlar atılıyordu… 1960 ve 70’lerdeki durum böyleydi. Hıristiyanların ve Müslümanların yanı sıra Sünniler ve Şiiler arasındaki ilişki bozulunca -ki bugünkü durumuz böyle- Filistin’i kurtarma ve Mescid-i Aksa’da namaz kılma ısrarları arttı.
Kendi çelişkilerimize göre gücümüzün azalıp ortadan kaybolmasıyla ve kendisine ve başkalarına verilen görevler arasında kesinlikle bir bağlantı yok. “Mağlubiyet döneminin sonu” ya da “İsrail’in angajman kurallarını değiştirmesini engellemek” gibi ucuz manşetlerle aradaki büyük farkın kapatılması garantileniyor…Bu manşetlere inananlar, kendilerine öğretilen her şeye önceden inananlardır.
Bu sloganlardan gerçekleşen tek şey, trajedilerimizin çoğalması, iç çekişmelerimizin artması ve toplumdaki endişelerin daha da kesinleşmesidir. Açıkçası bunun nedeni, iç bölünmeden ötürü çıkan sloganların dayanışma ruhunu göstermek ve geçmişin kinlerini aşmak için yapılıp söyleneni gerçekleştirmemesidir. Bu, zayıf bir slogandır ve iç bölünmeyi daha da artırmaktadır.
Bizden gösterişli sloganları bırakıp hasım grupları birbirine yakınlaştırmamızı isteyen içimizdeki en akil ve en deneyimli olanlara ve gerçeği en iyi anlayanlara hakaret ediliyor. En ağır ifadelerle onların en kötü durumda hain ve casus ve en iyi durumda ise müsteşrik oldukları söyleniyor. Tabi müsteşrikler bizi anlamıyor. Şöyle ki diğer grubun mermisinden sakınmak için altında gizlenecek bir yatak arıyoruz ve çekişen gruplar üzerinde değil de önemli meseleler üzerinde bir araya gelen halk olduğumuzu ilan ediyoruz. Kuzey Kore’nin parlak tablolarında olduğu gibi şan ve şerefe giden yolda sıkı bir saf tuttuğumuzu dile getiriyoruz.
Örneğin İsrail konusunda bir yandan politik ve ekonomik alanlarda ve medyada Filistin meselesiyle mümkün olduğunca dayanışma içinde olmak istenirken bir yandan da imkânsız olan talep edilir: “Bu, bir sınır savaşı değil, aksine bir ölüm-kalım savaşıdır. Ya var olacağız ya da öleceğiz.”
Fedakârlık taleplerinin yanı sıra çok geçmeden meselenin bu kadar masum olmadığı ve sloganın arkasında başka sloganların olduğu da anlaşılıyor. Zira bu tür sloganın arkasında mezhepsel hedefler mevcut: Bir grubu silahlandırıp bu grubun gücünden korkan diğer gruplara karşı onu güçlendirmek gibi. Aynı şekilde bu sloganı sloganların uçuştuğu ülkede çoğunluğun korktuğu bir nüfuz girişimi yapmak isteyen bölgesel emeller de mevcut.
Bugün Güney Hasbaya bölgesindeki Şuveyya köyünde yaşanan olayın ve halkın Hizbullah’ın roketatarlarını evlerinin arasına yerleştirmesini reddeden davranışın gösterdiği gibi imkânsız taleplerin ne kadar imkânsız olduğu ortaya çıkıyor. Bu da Şiiler ve Dürziler arasındaki düşmanlığı artırmaktan başka bir şey yapmıyor. Bu, Filistin direniş güçleriyle Güney Lübnan halkı arasında 1960’ların sonlarıyla 1980’lerin başlarında meydana gelen olayların -dar kapsamlı da olsa- bir tekrarıdır. Çünkü evlerin arasından füze fırlatmak ve İsrail’in yıkıcı tepkisini çekmek, Filistin’le Güney Lübnan halkı arasındaki ilişkiye zarar verdi. Hepimizin hatırladığı gibi buna Güney Şiilerinin bir kolu olarak ortaya çıkan Emel Hareketi’nin kurulmasından sonra meydana gelen silahlı çatışmalar eşlik etmişti.
Şu an olduğu gibi o dönemde de ölüme sürüklenmeye karşı çıkanlar, kendi hayatlarını savunmak için yanlış fikirlere, Amerikan finansına, Siyonist propagandaya ve Lahd ordusuna ihtiyaç duymuyordu. Silahlı taraf diğer mezhebin ya da başka bir grubun mensubu olduğu için bu güçlü içgüdü, 1960’lı-80’li yıllarda ve günümüzde olduğu gibi daha da güçlenmektedir. Sivil halktan cesetlerini sunması beklenen tek olası zafer, Celil bölgesinde İsraillilerin sığınaklara gitmesi ya da şu veya bu beldede siren seslerinin duyulması olduğu zaman durumlar nasıl olacak?
İşte bu şekilde şu denkleme ulaşıyoruz: Hizbullah, halkından bu tür bir fedakârlık istedikçe Hizbullah’a yönelik nefret çemberi genişledi. Aynı şekilde Hizbullah’ın temsil ettiğini söylediği meseleye karşı da kin ve nefret arttı.
Tüm bunların yerine birkaç gün önce Beyrut’un güneyindeki Halde bölgesinde Hizbullah ile Arap aşiretleri arasında meydana gelen çatışmalar şeklinde yaşandığı gibi “su ve yiyecek” sorunlarını çözmeye odaklanılması gerekiyordu. Böyle bir politika, sloganın doğru olmasını ve gerçeğe aykırı olmamasını sağlar. Zira İsraillilerin sığınaklara inmesi, Lübnanlıların ölümüne ve aşağılanmalarına bir teselli değildir.