İstemi Yılmaz
TT

Afgan göçü Türkiye’ye ne getirir?

“Herkes bilsin ki Türkiye yol geçen hanı değildir.” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan katıldığı bir canlı yayında Afganistan’dan gelen kitlesel göçe ilişkin bir soruya bu ifadelerle yanıt verdi. Bugüne kadar Ankara, özellikle Suriye’den gelen sığınmacılara ilişkin kapsayıcı tavrıyla biliniyordu. Fakat son günlerde İran sınırını aşarak ülkeye giriş yapan Afgan göçmenler vaziyeti iyiden iyiye değiştirdi. “Göçmen korkusu” Türkiye’nin yeni gerçeği haline geldi. Video paylaşım sitelerinde, sohbet uygulamalarında ve hatta haber bültenlerinde her geçen gün yeni bir “Göçmenler sınırlarımıza akın ediyor” temalı görüntülere denk gelmek mümkün.
Bugüne kadar Suriyeli göçmenler üzerinden körüklenen toplumsal öfkeni hedefinde artık Afganistan’da Taliban’ın saldırılarından kaçarak Türkiye’ye sığınan insanlar var. Her gün yüzlerce insan İran sınırındaki beton bariyerleri aşarak ülkeye giriş yapıyor. Teröristlerin evlerini, kentlerini ele geçirmesi üzerine 28 gün süren bir umut yolculuğuna çıkan Afganların seyahatinin maliyetinin bin dolar olduğu söyleniyor.
Çoğunluğu yayan şekilde gerçekleştirilen yolculuğun sonucunda Van’a ulaşan Afganları burada bekleyen ise neden hepsinin erkek olduğu veya ne amaçla geldiği gibi sorular. Halbuki vahşetiyle ünlü bir örgütün eline geçmekten kurtulmak istedikleri, yeni bir yaşam kurmadan ailelerini bu uzun yola ortak edemeyecekleri açık.
Kitlesel göçün temel nedeni ABD askerlerini apar topar terk ettiği Afganistan’da Taliban’ın zayıf ordu birlikleri karşısındaki önlenemez ilerleyişi. Bu satırlar kaleme alındığında örgüt, Kandahar’ı da ele geçirerek kontrolü altındaki vilayet merkezlerinin sayısını 12’ye çıkartmıştı. Pentagon raporlarına göre Taliban’ın başkent Kabil’i kuşatması durumunda başkent sadece 3 ay direnebilir.
Afganistan’ın “düşmesi” Washington için bir şey ifade etmiyor. Hatta Çin’in Kuşak ve Yol projesinin güzergahı düşünüldüğünde Afganistan’ın terör koridoruna evrilmesi ABD’nin işine geliyor. Kabil Uluslararası Havalimanı’nda asayişin de Türkiye’ye emanet edildiği bir tabloda Washington’ın keyfini bozacak bir durum yok gibi görünüyor. Bununla birlikte ABD’nin “ortakları” oldukça tedirgin.
İran’ın kapılarını açarak ve hatta teşvik ederek hızlandırdığı Türkiye’ye geçişler, Ankara’dan çok Brüksel’i düşündürüyor. Avusturya, Almanya, Yunanistan, Belçika gibi ülkeler AB’nin Türkiye’ye yaptığı “mülteci anlaşması” ödemesini artırmayı talep ediyor. Zira milyonlara varan Afgan sığınmacının rotasını Avrupa’ya çevirmesi halihazırda pandemi kaynaklı yaralarını saramamış ekonomiyi ciddi bir şekilde zorlayabilir.
Benzer bir durum Türkiye için de geçerli. Aradaki fark Ankara’nın Avrupa’dan gelecek ödeneklere ihtiyaç duyması. Türk ekonomisindeki kırılganlık göç üzerine uzun vadeli planlar yapmayı engelliyor. Türkiye durumun ciddiyetini kavramış olacak ki Cumhurbaşkanı Erdoğan Afgan göçünü Suriyeli sığınmacılardan ayrı tutan açıklamalara imza attı.
Afgan göçü Türkiye’de çok siyasi dengeleri daha çok sarsıyor. Sığınmacı karşıtlığı temel siyasi argüman haline gelmiş durumda. Henüz hiçbir siyasi lider kameralar önünde açıkça “Göçmen istemiyoruz” ifadelerini kullanamasa da Türkiye’nin sabrının taştığına yönelik demeçler revaçta. Milliyetçi partilerin son yıllardaki oyunun, Suriyeli göçmenlere duyulan rahatsızlıkla aynı orantılı artışı düşünüldüğünde siyasi atmosferin ağırlaşacağını tahmin etmek güç değil.
Ankara, kitlesel göçü uzun vadeli bir şekilde planlayamadığı takdirde toplumun sığınmacı nefreti üzerinden terörize edileceğinin farkında. Tam da bu nedenle göçü durdurmak adına sorunun kaynağında asayişi sağlama arayışında. Taliban ile Kabil yönetimini aynı masanın etrafında bir araya getirecek bir çözüm aranıyor. Hedef, tarafları çatışmalara son vermeye ikan ederek Afganistan’dan kaçışların durdurulması.