Zuheyr el-Harisi
TT

Aşırılık: Ölse de canı çıkmaz!

Yazının başlığındaki “Ölse de canı çıkmaz! ifadesinden kastımız, aşırılığın her ne kadar görünürde ortadan kalksa da köklerinden söküp atmadığımız sürece içerik ve yapı olarak büyümeye devam edeceğidir. Bu konuyu ele almamızın sebebi, “Taliban” hareketinin güçlü bir şekilde dönüşüyle birlikte Afganistan'da, DEAŞ ve el-Kaide gibi radikal grupların geri dönüşüne ilişkin göstergeler hakkında bazı basın organları tarafından aktarılan bilgilerdir. Taliban, Afganistan'ın yüzde 65'inden fazlasını kontrol ediyor ve basında Kabil'in düşmesinin yakın olduğu yazılıyor. Öte taraftan söz konusu radikal örgütlerin, Suriye, Irak ve Afrika'nın bazı bölgelerinde kaleleri bulunmaktadır.
DEAŞ ve el-Kaide salgınının mutasyona uğramış yeni melez türleri sürpriz olmamakla birlikte bir espri de değildir. Aksine bu, sökülmesi zor olan kökleriyle derinlerde olan ve hastalanabilen ancak ölmeyen ideolojik hareketlerin doğasıdır. Ayrıca, onu besleyen herhangi bir ortamda genişlemeye devam ederler ve garip olan şu ki, bu örgütler kaos ortamlarında istikrar sağlarlar. Teşvik edici bir ortamın varlığı, söz konusu radikal örgütlerin etkilerini ve araçlarını etkinleştirmesini sağlar. Afgan sahnesi, özellikle ABD güçlerinin Afganistan'dan ayrılmasından sonra bunun canlı örneğidir. Taliban'la yüzleşmek, uluslararası bir gereklilik olmasının yanı sıra kontrolü ele aldığı takdirde yardım ve desteğin kesilmesi, uygulanması gereken bir taleptir. Aksi takdirde bu, tüm dünyada terör ve aşırılık dalgalarına dönüş anlamına gelir.
Daha önce İslam dünyasında bir kriz durumunun yaşandığını söylemiştim. Son on yılda yanlışlıkla terör örgütüne nispet edilen kişilere karşı gerçekleştirilen terör operasyonlarına tanık olduğumuz trajik sahne bunun delilidir. Öte yandan şeriat ilkelerini ve değerlerini çarpıtmayı amaçlayan, insanlığı ve hayatı hiçe sayan şiddet eylemlerinin gerekçesini anlamak güçtür. Bu, gerçekliği kabul etmeyi reddeden entelektüel krizden muzdarip bir zihniyetin ürünüdür. Bu zihniyet, nostaljik hilafet rüyasıyla aldanmaktadır.
DEAŞ literatürüne entelektüel bir bakışla göz atıldığında, radikalizme ve dini aşırılığa ilişkin hikâyenin özeti görülecektir. Örgütün söylemini parçalarına ayırdığınızda, içeriğine aşırılığın hâkim olduğunu ve bunun İslam’la uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığını göreceksiniz. Öte taraftan bir davranışı çeşitli boyutlarıyla anlamanın ilk yolu, onu doğuran düşüncenin doğasını bilmektir. Bu aşama her ne kadar akıl tarafından yönetiliyor olsa da derinlerde onu istediği yere sürükleyen bir ideoloji vardır. Burada akıl ideolojinin denetimine girdiğinde, ilahi yasalara ve insan fıtratına aykırı iğrenç davranışlar sergilenmeye başlar. Aklın genellikle davranışı rasyonalize etmesine ve duygusal eğilimleri filtrelemesine rağmen bu modellerde olan şey, ideolojik hazzın hegemonyasıdır. Dolayısıyla bu haz aklı kontrol altına almakta ve şiddet içeren davranış biçiminde kendini gösteren bir duygu oluşturmaktadır.
Bazıları, onların bu eylemleri yalnızca dini korumak için yaptığını iddia etmektedir. Şeriat, milletler ve halklar arasında merhameti, kardeşliği, bağışlamayı, hoşgörüyü, bir arada yaşamayı teşvik eder ve insani değerlerle doludur. Şeriatın bu tür eylemlere izin vermesi mümkün değildir ve bu kişilerin dine mensup kılınmaları makul değildir. Katı söylemleri, kanlı zihniyetleri ve şiddet içeren davranışlarıyla dine zarar vermektedirler. Elbette burada, bu radikal örgütlerin metinleri anlama, yorumlama ve kullanma sorunu gibi bir durum vardır. Daha önce birçok İslam toplumunda, aşırılık yanlısı kesimlerin yaşadığı derin bir farkındalık krizinden bahsetmiştim. Bu, alışık olduğu şeyle çelişen her şeye karşı çıktığı için kriz içinde olan bir insan modelini ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir karakter nefret eker, düşmanlık eder, karamsar ve içine kapanık olma eğilimindedir. Ayrıca farklılığa inanmaz, mutlak doğruyu tekeline alır, kendisine katılmayan herkese savaş açar.
Radikal örgütlerin çöküşüne rağmen temel ideoloji hala sahnededir. Bir düşünceye inananların ortadan kalkması, düşüncenin de ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Bu da zorunlu olarak, aşırılıkçı ideolojiyle savunmacı görüşler üreterek değil, eleştirel ve epistemolojik bir şekilde yüzleşmeyi gerektirir. Düşünce ancak bir başka düşünceyle karşılanabilir. Eleştiri silahı, çözümün yolu ve en etkili araçtır. Ancak bugün Afganistan'da olduğu gibi elverişli ortamlar, bu örgütlerin hayatta kalması ve etkilerini sürdürmesi için uygun bir faktör olmaya devam etmektedir ve bu, ideolojiyi köklerinden sökmeyi zorlaştırmaktadır.
İslam, çeşitli ekolleriyle birlikte diyaloğa, modernleşmeye ve hümanizme karşı değildir. Bundan dolayı Taliban ve İhvan gibi hiçbir hareketin veya grubun iktidarı ele geçirmesine izin verilmemesi önemlidir. Zira örgütler, dünya ile bir kopuşa neden oluyor, bizi tekrar başa döndürerek çatışma, savaş ve terör kavramlarını pekiştiriyorlar. Bu, uluslararası toplumun rolü ve aynı zamanda konumlarını açıkça ortaya koyması gereken İslami hükümetlerin sorumluluğudur. İslam dünyasının bünyesine yayılan mezhepçilik ve ideolojik çatışma salgınına karşı mezhepleri yakınlaştıracak mekanizmalar bulunmalıdır. Öte taraftan İslam aleminde aydınlatıcı ve reform adımları atarak tevarüs edilen miras gözden geçirilmelidir. Aydın ilim adamları, mevcut gerçekliğin farkındalığı, istinbat ve içtihatlarıyla bu aşırılıkçı argümanları ortadan kaldırmak ve kusurlarını ortaya çıkarmak için gereken rolü üstlenebilecek güce sahiptirler.